Rejim tam sessizlik istiyor
Türkiye’deki ekonomik ve sosyal kriz, sayısal verilerle açıklanamayacak kadar yıkıcı boyutlarda. Halkın satın alma gücü her geçen gün daha da zayıflıyor. AKP düzeninin vergi ve faiz politikası, geniş kesimlerin sırtına öyle bir yük bırakıyor ki emeğiyle geçinen yurttaşların belini doğrultup geleceğe umutla bakabilmesi imkânsız.
Altta kalanın canı çıksın misali, düzen, ülkenin en yoksullarını sömürme yaklaşımından hiç taviz vermiyor. İnsanlar mal-mülk edinmek için değil, en temel yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayabilmek için bankalara borçlanıyor. Sistem bunu da fırsata çeviriyor, borçlu yoksuldan koparabildiği kadar faiz ve vergi koparıyor. Milyonlar nefes alabilmek için borçlandıkça, daha fazla haraç ödüyor. İşte günün “öngörülebilirlik” ve “güven ortamı” diye cilalanan ekonomi programı böyle çalışıyor.
Zengin azınlığın ise keyfi her zaman yerinde. Çünkü ülkenin yaşadığı tüm savrulmalar, onlar için ayrı bir vurgun fırsatı. Kur şokları, ellerindeki dövizi daha değerli hale getiriyor. Gayrimenkul fiyatlarındaki artış yine onların yüzünü güldürüyor. Erdoğan faizleri düşürünce bedavadan biraz pahalı kredileri alıp zenginliklerine zenginlik katıyorlar; Erdoğan faizleri yükseltince bu kez de hiç yorulmadan faizle ihya oluyorlar. AKP düzeni bugün faizle halkı ezerken, sistem daima parası olanın lehine işliyor.
AKP, bu adaletsiz düzenin yaratıcısı değil belki ama ideal yürütücüsü. Kapitalizm Türkiye’de, Avrupa’da olduğundan daha adaletsiz şartlar altında hüküm sürüyor. Bunun temel nedenlerinden biri hiç şüphesiz ki örgütsüzlük. Bir başka deyişle asimetrik örgütlülük. Türkiye’de emekçiler, işverenler kadar örgütlü olabilseydi bugün başka şeyler konuşuyor olurduk.
Rejim “ekonomiyi toparlamak” adına en zayıf gördüğü özneye yükleniyor. Patronu karşısına alacağına, örgütsüz ve birliksiz durumdaki emekçiye çile çektiriyor. Üstüne bir de siyasete ayar veriyor, muhalefete, muhalefet etmenin sınırlarını çiziyor. Yaşanan tüm ağır sorunlar karşısında muhalefeti bürokratikleştirmek, aslında ülkeyi muhalefetsizleştirmek istiyor. Rejim, muhalefeti de kendi ihtiyaçlarına uygun şekilde biçimlendirmenin yollarını arıyor. Mehmet Şimşek ve Faruk Çelik’in son açıklamaları da bu niyetin dışavurumu.
“Normalleşme” adımları kapsamında CHP Genel Başkan Yardımcısı Yalçın Karatepe’nin önceki gün ziyaret ettiği Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Karatepe’nin görüşmenin ardından yaptığı eleştirileri bile sindiremedi. Konuyla ilgili açıklamasına da Karatepe’yi protokol kurallarına aykırı şekilde kapıda karşıladığını belirterek başladı. Ne kadar “iyi niyetli” ve “alçakgönüllü” olduğundan dem vurdu. Karatepe’nin medyaya yaptığı değerlendirmelere ilişkin ise “Görüşmeye ilişkin kamuoyuna yönelik mesajlarının tribün ve taraftar kaygısıyla verilmiş olduğunu izledik. Umarım bu tutum ve yaklaşım diyalog ve normalleşme ruhunu zedelemez” serzenişinde bulundu.
Faruk Çelik de yine CHP’ye benzer bir yerden vurdu. İktidar-muhalefet diyaloğunun demokrasilerde önemli olduğunu söyleyen Çelik, Şimşek görüşmesinden sonra CHP’nin açıklamalarını “hayretle izlediğini” belirtti. Çelik, muhalefetin “makul” sınırlarını ise şu sözlerle tarif etti: “CHP heyetinin açıklamalarından bir talimat listesi ile görüşmeye gittikleri anlaşılıyor. Burada bir rol karmaşası yaşandığı açık. İktidarın görevi politikaları belirlemek ve uygulamak, muhalefetin görevi iktidarın göremediğini düşündüğü şeyleri dillendirmek ve eleştirmektir. Bu tutum Cumhurbaşkanımız ve hükümetimizin iyi niyeti ile bağdaşan bir yaklaşım değildir. Bu bir diyalog da değildir. Siyasi istismardır, popülizmdir. Ekonomimizin en son ihtiyaç duyduğu şeylerdir.”
Şimşek ve Çelik’in sözlerinden anlaşılıyor ki iktidar sadece muhalefetle diyalog kurmak istemiyor; esas olarak bu diyaloğun muhalefetin iktidara yönelik yaklaşımını karakterize etmesini istiyor. Yoksa diyalog iktidar için “fayda sağlayıcı” olmaktan çıkıyor, anlamsız, hatta zarar veren bir iletişime dönüşüyor. Muhalefetin ölçülü, diyalog ilişkisini gözeten eleştirileri bile “hudut ihlali” olarak anlaşılıyor ve hedef alınıyor. Açık açık “tam sessizlik” talep ediliyor.
Özetle sokak ile siyaset arasındaki hattı kesen rejim, daha da ileri giderek muhalefetin sözel muhalefet pratiğini dahi baskılamayı amaçlıyor. En ufak bir eleştiride “Bu normalleşmeye aykırı” minvalinde sözler sarf etmeleri de bu yüzden. Bu denklem, hem rejimin “yumuşama”/“normalleşme” denen süreçten ne beklediğini hem de zayıf noktasının neresi olduğunu sarih şekilde gösteriyor.