Rejime karşı mücadele: Deneyimler ve sorunlar
Hazırlayan: Yol Politika Kolektifi
Rejime karşı mücadelenin şimdi nasıl geliştirileceği hemen herkesçe soruluyor. Büyük adaletsizlikler ve eşitsizler içinde, anayasa, parlamento ve tüm demokratik kurumların işlevsizleştirilerek sürdürülen rejime karşı, bugün parçalı kimi tepkiler de ortaya çıkmakla birlikte bunların her biri kendi alanı ile sınırlı ve geçici bir nitelik taşıyor.
Düzen muhalefetinin tek adam rejimi içine sıkışan siyasetleri de bir başka açmaz olarak öne çıkıyor. Bu koşullarda rejime karşı mücadele deneyimlerini ve mücadelenin bugünkü sorunlarını birlikte tartışmanın önemli olduğunu düşünüyoruz. Bu amaçla, BirGün Pazar’da bir süredir yürüttüğümüz tartışmaları, şimdi bir tür Forum’a dönüştürerek sürdürüyoruz. Sizlerin de bu tartışmaya ilişkin katkılarınızı sayfamızda yayınlayacağız.
Bunun için 2 bin vuruşu/boşluklu karakteri geçmeyecek şekilde katkı ve önerilerinizi pazar@birgun.net adresine iletmenizi bekliyoruz.
***
EMEKÇİLERİN ÇIKARLARINI ORTAKLAŞTIRAN BİR HAT İNŞA EDİLMELİ
Akademisyen Selin Pelek:
Geleceğin ipotek altında olması ya da geleceksizlik bu yıkım iktidarının özet sözcüğü olabilir gerçekten. Ekonomik düzlemde bir avuç sömürücünün dışında kalan herkesi etkileyen yoksullaşma, anaokulundan üniversiteye her kademede eğitimin çöküşü, sağlık hizmetlerinin yetersizliği, hukuk garabetleri, kenti ve kırı ayrı ayrı yok eden rant düzeni ve dış âlemdeki muhteris maceraların sonuçlarıyla bugününden mutsuz, yarınından kaygılı, umudunu tüketmiş bir toplum var elimizde. Elbette süregiden bir yıkımın doğal bir sonucu olarak biriken bir enerji mevcut; ancak bu enerji ya sokak hayvanları ve mülteciler üzerinden gördüğümüz gibi yanlış bir “öteki”ye yöneliyor ya da düzen muhalefetinin başını çektiği ama sınırları daha geniş bir muhalif akıl tarafından sandıkta soğuruluyor. Ben yine de bütün bu tablo karşısında karamsar olmadığımı belirtmek isterim. Dünyada da ülkemizde de yitirilen kamusallığın eğitim ve sağlık başta olmak üzere birçok alanda yeniden akıllara düştüğünü; gelir eşitsizliği, iklim krizi, barınma gibi başlıklarda kapitalizmin –şimdilik sadece ideolojik düzlemde de olsa– sorgulandığını gözlemliyorum. Pazardaki uçuk fiyatlar malumken üretici için tarladaki ürünü toplayıp satmak yerine yollara dökmek ya da dalında çürümeye bırakmak nasıl daha maliyetli olabilir? Bu soruyu soran herkesin öyle ya da böyle piyasa amentülerinin sarsıldığını ve planlı bir üretim biçimini bir fikir olarak aklına getirdiğini düşünüyorum. Dolayısıyla düzenin ve düzen muhalefetinin sınırlarıyla derdi olan gerçek bir muhalefetin toplumsal sahnede er ya da geç hak ettiği rolü alacağına yürekten inanıyorum. Ancak bu süreci hızlandırmak ve rolün büyüklüğünü tespit etmek kuşkusuz sol-sosyalist hareketi benimsemiş bu uğurda mücadele veren kesimlerin görevi.
BİRLEŞİK MÜCADELE POTANSİYELLERİ
AKP’nin uzatılmış iktidarı Türkiye toplumunun “büyük dönüşüm” süreciyle örtüştü. AKP iktidara geldiğinde çalışanların yüzde 42’si bir başkası namına ücretli olarak çalışıyordu. İstihdamın geri kalan dilimlerinde kendi hesabına çalışan küçük üretici ve genellikle kırsaldaki kadınlardan oluşan ücretsiz aile işçileri yer alıyordu. Büyük dönüşüm küçük üreticilik ve esnaflığın tasfiyesiyle yaşandı. Bugün istihdam edilenlerin yüzde 70’i ücretli olarak çalışıyor. Bunların büyük kısmı metropollerde yaşıyor ve hizmet sektörü çalışanı. Yani günümüzde Türkiye işçi sınıfı –bu kümeye işsizleri de dahil edebiliriz– geçmişe göre daha kentli, eğitimli ve ücrete bağımlı. Bu görüntüyü kabaca kategorize etmenin birtakım yanlış sonuçlara yol açtığı kanaatindeyim. Örneğin “eriyen orta sınıf” ve “AKP’li asgari ücretliler” ayrımı görüntüde bir gerçeklikle örtüşse de sosyalist müdahale olanaklarını kısıtlayan bir kavram setine evriliyor. Temel önermelerimizi hatırlamanın faydalı olacağına inanıyorum. Orta sınıf diye bir şey sol/sosyalist lügatte yer almaz zira sınıfın ortası olmaz. Gelir düzeyinin bir orta noktası olabilir ve bu noktanın giderek aşağıya çekildiği, emekçi milyonların bir mülksüzleştirme ve yoksulluk sarmalının içinde bulunduğu doğrudur. Eğitimdeki özelleştirme, piyasacılık ve aynı anlama gelmek üzere niteliksizleştirme harekâtıyla birçok mesleğin, eğitimli emeğin değersizleştiği doğrudur. Ancak tüm bunlar sınıf içi bir bölünmeye işaret etmediği gibi tam aksine birleşik bir mücadele potansiyelini güçlendirmesi beklenen gelişmeler olarak değerlendirilmeli ve deyim yerindeyse politik kaldıraç buralara mevzilenmelidir diye düşünüyorum.
Birleşik Haziran Hareketi döneminden bir örnek ile somutlamak isterim. Sosyalistlerin en azından ciddi bir kesiminin başını çektiği laiklik mücadelesi ve bunun bir tezahürü olarak 13 Şubat 2015 tarihinde gerçekleştirilen laik ve bilimsel eğitim için boykot, yukarıda bahsettiğim kaba kategorileştirme ile bir “orta sınıf” meselesi, “tepeden inmeci, Jakoben laikliğin müdafaası” gibi bana göre oldukça sınıf körü ve derinlikten yoksun eleştirilere maruz kalmıştı. Bugün geldiğimiz noktada, en geniş şemsiye olarak İslamcı faşist AKP-MHP ittifakı karşısında yer aldığımız tüm dostlarımız kabul etmek durumundalar ki laiklik sadece “eski Türkiye”nin nimetlerinden faydalanan bir avuç seçkinden ziyade yoksulun, emekçinin ihtiyacı. Bakınız laiklikten arındırılmış bir eğitim sistemi durumu biraz müsait olanı ucuz ve kaliteli bir özel okul hayaline sürüklerken esas yoksulları vurdu. Onları ya tarikatların karanlık ağlarına ya patronların insafsızlığına terk etti. Meslek edindirme bahanesi altında her gün yasal, MEB onaylı çocuk cinayeti okuyoruz. Bütün bunlar laik bilimsel eğitim mücadelesinin sınıfla iç içe geçmesi değilse nedir?
SOSYALİST SOLUN SORUMLULUĞU
Bu örnekten hareketle ben sosyalist solun en önemli sorumluluğunun emekçilerin çıkarlarını ortaklaştıran, onlara bu bilinci aşılayan bir hat inşa etmek olduğunu düşünüyorum.
Çocuğunu köy okulu kapatıldığı için ilçedeki tek tarikat yurduna yollayan aile ile ucuz özel okul arayışındaki mühendisin davası aynı. Performans baskısıyla bunalıma giren bankacı ile inşaatta canı burnunda çalışan işçi, ay sonunu getiremeyen memur, haksız yere ihraç edilen akademisyen, şiddet gören sağlık çalışanı… Hepimiz aynı gemideyiz ve kamusallığın tasfiyesinin, dizginsiz kapitalizmin, piyasacılığın kurbanıyız. Bu bağlamda sosyalistler olarak söylemimizi bu büyüyen emekçi ordusunun ortak çıkarlarını gözeten, onları güçsüz olmadıklarının, aksine bu dünyanın zenginliğini yaratan kalabalıklar olduklarına yeniden inandıran ve ayrıştırıcı retorikle mücadele eden bir yere oturtmamız gerektiğini düşünüyorum.
Unutmamalıyız ki en karanlık zamanlarda bile toplumsal bir umudu yeşertmek hem görevimiz hem gelecek güzel günlere samimiyetle inanan insanlar olarak varlık sebebimiz.
***
BİRLEŞTİRECEK BİR YOL AÇMALI
Avukat Selin Nakıpoğlu:
Türkiye’nin siyasi tarihinde önemli bir dönemeç noktasındayız. Zira hepimizin bildiği gibi AKP, murat ettiği rejimi yerleştirememe sorunu yaşamaktadır. Muktedir yaşadığı bu politik krizi de; hukuksuzluk,baskı, ezcümle otoriterleşmenin dozunu arttırarak aşmaya çalışmaktadır. Ancak ne yaparsa yapsın Türkiye, AKP karanlığının bugün temsil ettiği bu iklimden er ya da geç kurtulacaktır. Bu kurtuluşun yolunu hızlandıracak birleştirici yol ve yöntemleri bulma ve hayata geçirme zamanıdır.
Farkında mısın? “Alışacaksınız eski Türkiye yok!” mesajı her yerde.
MEB ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçeleri gittikçe şişerken velilere zorla okullar temizletiliyor, okullarda çocuklara bir öğün yemek verilmiyor, yoksulluk her geçen gün yükseliyor.
Uluslararası Üniversiteler Konseyi Başkanı'nın üniversite mezunu olmadığının ortaya çıktığı, Yeşilay Başkanı’nın uyuşturucu madde kullanmaktan tutuklandığı, Millî Eğitim Bakanlığı makamında bulunan kişinin laik Türkiye Cumhuriyeti’ne, laik eğitime karşı savaş açmış olduğu, “Medeni Yasayı sil baştan” değiştireceğiz diyen AKP Adaleti’nin Bakanı olan ülkemizde muktedir keyfice hareket edilebiliyorsa; yürütme, yasama, yargı ve siyasi partiler sessiz kalıyorsa; çözüm yeri halkta, sende, bende... Bittabi zor bir mücadele ama hangisi kolay oldu ki? Var mısın bu derin sessizliği yırtmaya?
***
DEĞİŞEN REJİME KARŞI MÜCADELE ARAYIŞLARI
Siyasetçi İlhan Cihaner:
İçinde yaşadığımız cehennemden çıkışın adresi ve “son” virajı olarak gösterilen 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimi ve hemen ardından yapılan yerel seçimleri geride bıraktık. Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası yaşanan moral bozukluğu, iktidar bloğunun yerel seçimlerde yaşadığı önemli gerileme ile birlikte “yaşanabilir bir ülke” için umutlar yeşerdi ise de aradan geçen süreç iktidar bloğuna hamle olanağı sağlayan bir şekilde gelişti. Bu konuda çok şey söylenebilir. Ancak genel olarak solun, özel olarak sosyalist solun “sürece müdahil olabilecek şekilde özneleşebildiğini” söylemek zor. Şimdi önümüzde yaklaşık dört yıl sürmesi beklenen seçimsiz bir süre var. Siyasetin sandığa/seçime indirgendiği bir iklimde bu süre çok önemli. Son haftalarda katıldığım panel ve söyleşilerde başlık olarak “birleşik/ortak mücadele, solda birlik, ittifak” olmasa bile izleyicilerden gelen sorular “birleşik bir mücadele” arayışının “solun” gündemine girdiğini gösteriyor. Nitekim BirGün Pazar bu konu üzerine tartışma başlatmaya çalışıyor. Sol, “Birleşik mücadele” arayışında çok fazla deneyim ve tartışmayı geride bırakmış durumda. Ben güncel tartışmaya (giriş mahiyetinde) Birleşik Haziran Hareketi deneyimi etrafında katkı sunmaya çalışacağım.
HAZİRAN DENEYİMİNİN DERSLERİ
Kısaca hatırlayacak olursak; Ağustos 2014’de bir araya gelen sol/sosyalist partiler, örgütler, dernekler, dergi çevreleri, akademisyen ve siyasetçiler ortak mücadele zeminini tartıştıktan sonra şu duyuruyu yayınlamıştı: “Türkiye sağa kaydıkça bir karabasana dönüşen gelişmeler hakkında düşüncelerimizi paylaşmak, üzerimize düşen sorumlulukları yerine getirmek, olanaklarımızı birleştirmek ve fikir birliği sağladığımız zeminlerde; aklımızı, gücümüzü ve enerjimizi bir araya getirmek için toplantıların sürdürülmesi konusunda eğilim birliği sağlandı.” Ekim 2014 toplantısı sonrasında ise kuruluşunu ilan edip 137 yerel meclisten gelen 1.500 delege ile Türkiye Meclisini topladı. Yürütme Kurulu ve Sekretaryasını oluşturdu. Ancak 2015 Seçimleri sürecinde başlayan tartışmalar kopmaları getirdi ve Haziran Hareketi “dağıldı/sönümlendi”. Birleşik mücadele arayışı bakımından, özellikle “dağılma sürecinin” dinamiklerini tartışmak/hatırlamak önemli.
Öncelikle çok iyimser bulunsa bile Birleşik Haziran Hareketi’nin hedefleri ve ilkeleri bakımından “birleşik mücadeleyi” daha olanaklı kılan koşullarla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Hareketin “sönümlenmesine” neden olan kimi iddia ve politikalar pratikte deneyimlendi ve solu özneleştirecek bir sonuca yol açmadığı görüldü. Öte yandan “Haziran” direnişi sonrası romantikleştirilerek sönümlenen toplumsal hareketler, işçi/çiftçi direnişleri, çevre ve kadın hareketleri göreceli olarak daha canlı. Pandemi ve büyük deprem dayanışmanın önemini ortaya koydu. Parlamentoda var olmaya dayalı muhalefetin AKP/MHP yıkımını frenlemeye yetmediğini, hatta rejimin geriye doğru değişmesini engelleyemediğini gösterdi.
Birleşik Haziran Hareketi’ni (ve benzer bazı girişimleri) başarısız kılan nedenlerin başında “bir araya” gelişi, seçim öncesi genel siyasetin dayattığı “seçim ittifakı/güçbirliği” olarak kurgulamaya çalışmak olmuştur. Nitekim 2015 Seçimlerinde “HDP’mi desteklenmeli, özerk bir tutum mu alınmalı?” tartışması kopmaları başlatan ana dinamik olmuştu.
Birleşik bir mücadele arayışında olan solun/sosyalistlerin seçim dönemlerinin sıkışık takvimine kalmadan temel meselelerle ilgili tartışmaları tüketmeleri bir araya gelişleri kırılgan olmaktan çıkaracaktır. Bunların başında Kürt sorunu ve Kürt Hareketi ile ilişkilenme tartışmalarının geldiğini düşünüyorum. Nitekim ilk ayrılma HDP’ye destek açıklaması ile gerçekleşti. Sosyalist Solun geçmiş ayrışmalarının bazılarında da ana dinamiğin bu olduğu ve Kürt sorununun değişen, uluslararasılaşan mahiyeti göz önünde bulundurulursa bu başlık her zamankinden daha önemli. Bu konuda güncellenmiş, şiddet ve emperyalizme ilişkin, içerideki neredeyse “apartheid” boyutuna varan politikalara dair netleşmiş bir teorik çerçeve oluşturmak şart bence. Sosyalist solun böyle bir “çözüm seti” oluşturması geniş kitlelerle bağ kurmasında ve iktidar perspektifi oluşturmasında da faydalı olacaktır.
Özel olarak Haziran Hareketi, genel olarak birleşik mücadele arayışlarını akamete uğratan bir diğer etken CHP’nin “bozucu etkisi” ve parlamentoya girme hedefli yaklaşımlar. Bozucu etkiden kastım; karar mekanizmalarının zaman zaman sağ politikalara meyletmesine rağmen solun kitlesel ana gövdesi CHP içerisinde. AKP/Erdoğan “yandaşlığı-karşıtlığı” basitliğine indirgenmiş politik tutum, solu “yeniyi inşa etme” olanaklarından/cesaretinden alıkoyuyor. Kitleleri, konjonktürel olarak güçlü olan/güçlü algılanan kim ise ona yanaştırıyor. O kadar ki bu bazen müflis bir siyasi parti, bazen karikatür bir figür bazen de doğrudan doğruya “sağcı/faşizan” siyaset esnafı olabiliyor. En kötüsü de ana kitleyi merkeze/sağa endoktrine ediyor. CHP elitlerinin milletvekillikleri, belediye başkanlıkları, muhayyel bakanlıklar dağıtarak sağa gösterdikleri “bonkörlük”, iş sosyalistlere gelince seçim dönemi utangaç ve “karşılıksız” destek beklentisine sıkışıyor. Bu bozucu etkiden kurtulmak için CHP’nin de (tam da bir değişim süreci yaşanıyorken) birleşik mücadele arayışları konusundaki tutumunun “açığa çıkarılması” doğru olacaktır.
Haziran’ın dağılma dinamiklerinden bir diğeri ise bence; hareketi oluşturan kimi bileşenler güçlerini tam anlamı ile hareketin arkasına yığmadılar/yığamadılar. O kadar ki bir araya gelişin daha büyük bir güç oluşturması beklenirken tek tek oluşumların gerisinde kalınmaya başlandı. Güçlü siyasi figürler ve iddialar ortaya çıkarılamadı. Bileşenlerin birbirlerine karşı “temkinlilikten, güvensizliğe” varan tutumları aşılamadı. “Yönetimsel sorunlar” diyebileceğimiz bu durum, basitçe eskiden kalma “fraksiyonlar arası” gerilimlere ya da kişilerin “gizli ajandalarına” tek başına yönetme isteklerine indirgendi. Oysa –bence– sorun yukarıda anlatmaya çalıştığım Kürt sorununa yaklaşım farklılığında olduğu gibi laiklik, NATO, emperyalizm gibi başlıkların halı altına süpürülmesiydi. Temel meselelerle ilgili olarak “kendi tutumunu karşısındakine tebliğ/dikte eden” yaklaşımı aşan, dayanışma ve ortaklaşmayı arayan bir zemine ihtiyaç vardı.
MÜCADELE ARAYIŞLARI
Tam da yeni arayışların olduğu bu dönemde birlikte mücadele girişimlerini engelleyecek yeni sorunlar da ülke gündemine girmiş durumda. Başta sığınmacı meselesi ve dış politika olası ortaklaşmalar bakımından ayrışma dinamiğine dönüşebilir.
Birleşik Haziran Hareketi sonrası tarih çok “hızlı” aktı. Çözüm süreci çöktü, 15 Temmuz yaşandı, rejim değişti, deprem yıkımı yaşandı… Haziran Hareketi deneyiminin artılarıyla eksileriyle tartışılmasının yeni konjonktürdeki yeni arayışlar için önemli olduğu kanaatindeyim. Seçim baskısının olmadığı bir siyasi iklim çok elverişli bir zemin oluşturuyor. Umarım heba edilmez.