Retorik bulutları dağılırken
Henry Giroux, ‚Truthout‘ adlı internet haber sitesinde yer alan „Trump‘ın Faşizm Diline Meydan Okumak“ adlı makalesinde, Trump‘ın „her 75 saniyede bir oranında yanlış, yanıltıcı veya şüpheli iddialarda bulunduğunu“ yazmıştı. Trump‘ın dili, gerçekleri ve gerçeği göz ardı eden bir tweet, röportaj ve kamuya açık açıklama akışıyla halkı çocuklaştırmaya, baştan çıkarmaya ve siyasallaştırmaya çalışır. Her 75 saniyede bir yalan söylemek de, muhaliflerin bütün bu yalanları düzeltmeye çalışması da kolay iş değil. Bu yöntemle alternatif bir gerçeklik yaratıyor. Trump‘ın bu yalanları inanarak söyleyip söylemediği konusunda da bir tartışma var, ama çoğunluk bunu asla önemsemediğiyle ilgili hemfikir. Yani bilerek yalan söylüyor ve takipçileri de bu yalanlara bilerek ortak oluyor. Ortak düşünce şu: Söylenen bu yalan ya da gerçek kimin işine yarıyor? Daha ulvi bir amaç söz konusuysa yalandan kimseye zarar gelmez diye düşünüyorlar, yeter ki karşı taraf ezilsin.
Kutuplaştırılan kesimler, gerçeği kutupsal terimlerle görürler, siyah-beyaz, doğru-yanlış, iyi-kötü vb. Çoklu bakıçaçısına sahip olanlar ise, dünyayı görmenin düalist yolunun onu görmenin tek yolu olmayabileceğinin farkındadırlar. Göreceli bakışaçısına sahip olanlar da, dünyayı bazen bir gerçeğin doğru olabileceği ve diğer zamanlarda taban tabana zıt bir gerçeğin doğru olabileceği karmaşık sayısız fikirler toplamı olarak görürler.
POST-TRUTH
Post-Truth çağında, birden fazla perspektife yer yoktur; kişi sadece dünya görüşüne karşılık gelen gerçekleri arar ve tekil bir bakış açısıyla çatışan fikirleri gözardı eder. Bu çabalar alternatif bir gerçeklik yaratır, ama sorun şu ki bu gerçekliğin içinde gerçekliğe dair bir şey yoktur. İçinde gerçeklik olmayan bu gerçekliği korumanın tek yolu ona inanmaktan geçer, hiçbir kanıt ya da görüş onu bu alternatif gerçeklikten vazgeçiremez. Üstelik, bu alternatif gerçekliğe inanan kişi ne kadar çoksa o kadar gerçek olur, ultra-gerçek. Bu alternatif gerçeklik durmaksızın, her TV ekranında, her sosyal medya platformunda sürekli tekrarlanır. Kutuplaştırılmış biri, rakip fikirleri varoluşsal bir kriz olarak deneyimler, karşıt bir argümanla karşılaştığında midesi bulanır, nefretle dolup taşar. Bir ideolojinin var olması için diğerinin yok edilmesi gerektiğine inanır. Zehirli bir retorik bulutu içinde yaşayan böyle biri, gerçeklikten öylesine kopuktur ki, kendi konumunu aşırı bir inançla sabitlemekten başka bir şansı yoktur. Demokrasi, hayata böyle bakan biri için gereksiz bir şeydir. Örneğin kutbun bir tarafına göre pandemi son derece tehlikeliyken, diğer kutba göre bir aldatmacaydı, komploydu. İklim krizi, bir kutba göre abartılı ve gerçek dışıyken, diğer kutba göre içinde yaşanılan bir felaketti.
GERÇEKLİKLE TEMAS
İmamoğlu, bu kutuplaştırma siyasetine karşı çıkan ve bunu pratikte kısmen başaran biri olduğu için hedefe kondu. Ama sürekli bir saldırı altında bırakılarak sanki bir kutupmuş algısı yaratılmaya çalışılıyor. Ama sorun şu ki, gerçeklikten yoksun alternatif bir gerçekliği yaratmanın sınırlarına çoktan gelindi. O zehirli retorik bulutu, esen rüzgârla şimdilik dağılıyor. Hiçbir kutba ait olmadan, gerçeklikle temas ederek yaşamak isteyenlerin sayısı her geçen gün artıyor.
MÜŞTEREKLER
Peki, ne oldu da insanlar böylesine kutuplaştırılabildi? Öncelikle, kişinin önyargılarının sınırlarını bilmesinin sonucu olan öz farkındalık eksikliği... İnsanlık duygusunu kaybeden bir dijital dünyada ve insanlığını kaybeden kurumsal bir dünyada daha fazla insanlığa ve beşeri bilimlere ihtiyacımızın olduğu kesin. Üniversitelerde bile beşeri bilimler öylesine gözden düşürüldü ki... Edebiyatın ve sanatın hayatımızdaki yeri, bu dijitalleşen dünyada derinliksiz bir şekilde bırakıldı. Eskiden edebiyat eleştirisi alanında pek çok teori geliştirilir ve kıyasıya bir tartışma sürer giderdi. Sanat, insanın kendi ötesini görmesini ve dünyanın karmaşıklığı içinde farkındalık yaratmada hayati bir öneme sahip. Ama neoliberalizmin neden olduğu insan etkileşimlerinin eksikliği, fiziksel, duygusal ve politik kopukluğu beraberinde getirerek kutuplaşmayı kolaylaştırdı. Müşterek alanlar bu yüzden çok önemliydi. Doğal kaynakların, mekânların, kamu hizmetlerinin, bilgi ve iletişim ağlarının küçük bir azınlık tarafından ele geçirilmesi, bütün bu olumsuz süreçlerin en büyük nedeni.