‘Rezerve’ sözcüğü, bir yerin, belli bir iş ya da kişiler için bloke edilmesi halini anlatır ve bu nedenle ‘rezerve’ edilmiş alanlara müdahale etmek pek mümkün değildir. Gündelik hayatta kamusal mekânlarda bu tür ‘rezerve edilmiş’ deneyimlerle karşılaşmak adeta olağanlaşmıştır. Sözcüğün şehircilik literatüründe yer alması da tam olarak benzer bir duruma işaret eder. Şehir erkini elinde bulunduranlar, henüz yapılaşmamış alanları, inşaata açmak ve sonrasında satmak için ‘rezerve’ edebilmektedirler. 

‘Rezerv Alanlar’ daha çok 2012’de çıkarılan “Afet Yasası” ile kent ve politik söylemin bir konusu olmuştu. Meşruiyeti “afetlere karşı önlem” söylemine dayandırılan söz konusu yasanın amacı ‘afet riski altındaki alanlar ile bu alanlar dışındaki riskli yapıların bulunduğu arsa ve arazilerde, fen ve sanat norm ve standartlarına uygun, sağlıklı ve güvenli yaşama çevrelerini teşkil etmek üzere iyileştirme, tasfiye ve yenilemelere dair usul ve esasları belirlemekti.’ İşte bunun için ‘yeni yerleşim alanı olarak kullanılmak üzere rezerv alanlara’ ihtiyaç vardı.

***

Rezerv Yapı Alanları yasaya göre `bakanlık tarafından resen belirlenebildiği gibi, önceden çeşitli kişi ve kurumların ellerinde toplanmış olan mülkiyetlerin devriyle de gerçekleşebilirdi. Özellikle kamu mülkiyetindeki boş alanların, yasa aracılığıyla rezerve edilebilmesinde hiçbir engel yoktu. Bu alanlar hızla ilgili bakanlığın uhdesine alınacak; Afet Yasası Uygulama Yönetmeliği’ne göre sağlıklı, güvenli yaşama çevreleri inşa edilecek ve riskli alanlar ile bu alanlar dışındaki riskli yapılarda ikamet edenler nakledilecekti.

Böylece söz konusu düzenlemelerle şehirlerin henüz yapılı olmayan, dolayısıyla “afet riski altında olmayan” alanlarının, TOKİ ve Şehircilik Bakanlığı tarafından ‘rezerve edilmesi’ mümkün oldu. Üstelik Şehircilik Bakanlığı ve TOKİ karşısında diğer bütün kurumların itiraz ve yaptırım ihtimalleri de yine yasanın gücüyle ortadan kaldırıldı.

Görünüşe göre bütün bu düzenleme ve uygulamalar ‘kamusal yarar’la izah ediliyordu. Fakat aynı yasal düzenlemelere göre rezerv alanlarda yapılacak konutlar ve işyerleri, gelir getirmek amacıyla, riskli alanlarda ikamet etmeyen kişilere de satılabilecekti. Yani sonuçta rezerve eden, bu yerleri özel şirket ve kurumlara da satabilecekti. Düzenlemenin bu kısmı aslında ‘kamusal yarar’a dair bütün söylemleri boşa çıkarıyordu.

***

Bütün bu düzenlemeler için İstanbul çok önemli bir saha olarak görülmüştü. Çevre Şehircilik Bakanının açıklamasına göre İstanbul’da kentsel dönüşüm kapsamında 1,5 milyon konut inşa edilecekti. Bunun için 130 milyon metrekare ‘rezerv alan’ lazımdı ve bu yerler belirlenmişti bile! Mesela Avrupa yakasında Esenler’in hemen kuzeyindeki askeri alan rezerve edilmişti ve orada 70-80 bin konut yapılacaktı. Başka alanlar da vardı elbette.

Diğer yandan İstanbul’da 1,5 milyon yeni konut yapılacak ama her nasıl olacaksa ilave nüfus gelmeyecekti. Demek ki sadece şehrin nüfusu taşınacak; riskli alandaki bir milyon konut boşalacaktı. Peki, o konutlar yıkılacak mıydı? Bakanın ifadesine göre “Allah göstermesin bir afette oralar da toplanma alanı olacaktı”. Yani yasanın kendisi kadar, üzerine yapılan açıklamalar da gerilimli ve tutarsızdı. Mesela Bakan, daha önce belirlenmiş deprem toplanma alanlarının kendi hükümetleri döneminde imara açıldığını unutmuştu.

***

Sonuç olarak Rezerv Yapı Alanları, şehrin henüz inşaata açılmamış alanlarını inşaata açtığı gibi, yapılı alandaki konut stokunu da koruyor ya da yeniden üretiyordu. Bu durumda şehir, taşıyamayacağı bir konut stokunun mekânı oluyordu. Bunun “güvenli şehirler yaratmak” gibi bir politikayla ilgisi zaten olamazdı. Gerçekte bütün mesele, inşaat üzerinden yeni kentsel rant üretmekti. Cumhurbaşkanının, muhalefet liderlerini ‘inşaattan anlamamakla’ suçlaması ise bu tartışmaların herhalde en ilgi çekici ironisiydi. Zira tersinden okursak, iktidarın en iyi anladığı şey inşaattı ve gözü ondan başka bir şey görmüyordu. O kadar ki deprem bile, topyekün bir inşaat seferberliği için adeta bir fırsat gibi algılandı. Bu gözü dönmüş inşaatçılık uygulamaları nedeniyle şehirlerin ‘rezerve edilecek’ alanlar bulmaları bile giderek çok daha zor olacak.