Google Play Store
App Store

Mehmet Şimşek bugün bir televizyon programına katılacakmış. Duyurusu dünden yapıldı. Sosyal medyaya bakarsanız bir merak, bir merak. Ne diyecek acaba? Ben hiç merak etmiyorum. Ne diyeceğini aşağı yukarı tahmin ediyoruz. Mesela ABD Hazine Bakanı ile yaptığı görüşme sonrası sosyal medya paylaşımında ne söylediyse benzerlerini söyleyecek ama asıl konuları perdeleyerek.

Mehmet Şimşek öyle bir ABD performansı sundu ki, dinleyenler Türkiye’nin uzaya çıkmak üzere boarding yapmaya hazır olduğunu sandı; yapay zekâ var, robot var, tek eksik astronot kıyafeti. Yapay zekâ, robotik, uzay... Yok yoktu. Bir tek “UFO anlaşması da imzaladık, dünya dışı yatırımcı çekiyoruz” demediği kaldı. Ancak bu parıltılı vitrin aralandığında görünen tablo çok başka: Mesele robotlar değil, mesele ülkenin hem ekonomisini hem de onurunu Washington’un toplantı odalarına rehin bırakmak. Mars’a üs kurma hayalleri anlatılırken, Türkiye’nin yeri Washington’da: Asansörsüz bodrum kat, çıkış yok.

Şimşek’in sosyal medya mesajına bakınca insan bir an gururlanıyor: Türkiye, ABD ile stratejik ortaklığını güçlendiriyormuş; hem de ticaretten enerjiye, savunmadan yapay zekâya kadar her cephede. İlk bakışta sanki NASA’ya ortak olmuşuz, Elon Musk bizim için Mars’a parsel açıyor sanırsınız. Ancak işin aslı, Amerikan Hazine Bakanlığı’nın soğuk ve resmî satırlarında gizli: Türkiye’nin Trump’ın Ortadoğu planlarına tam destek vereceği, İran’a yönelik "maksimum baskı" kampanyasına gönüllü yazılacağı ve Rusya’ya uygulanan finansal ambargolara harfiyen uyacağı ilan edilmiş​. Kısacası, yapay zekâdan çok mekanik bir itaate yatırım yapılmış; teknoloji iş birliğinden değil, talimat listesine gönüllü abone olmaktan söz ediliyor. Türkiye’ye "stratejik ortaklık" verilmiş, ama kullanım kılavuzu Washington’dan, kumandası da Trump’ın masasından çıkıyor.

Şimşek’in "Büyüyoruz, gelişiyoruz" şovunun bir başka yüzü daha var: Ekonominin kimin için büyüdüğü sorusu. Şimşek ABD’de harıl harıl yatırımcıları ikna etmeye çalışırken, içeride vatandaş maaşının yarısıyla pazarda ancak “çıkma” reyonunu turlayabiliyor. Ama olsun, dışarıda “disiplinli” görünüyormuşuz. Washington’da faiz lobilerine verilen sunumlar kusursuz; içeride pazarda boşalan cüzdanlar önemsiz. Disiplin varmış; doğru. Ama disiplini sıkı tutan yatırımcılar, kemeri sıkmak zorunda kalan yine vatandaş. Hani bir atasözü vardır: El âlemin iltifatıyla karın doyar mı? Şimşek ekolüne göre doyar. Üstelik yatırımcı alkışıyla üstüne tatlı da yenir!

Şimşek’in “Türkiye’ye ilgi büyük” diye anlattığı şeyin ardında naif bir romantizm falan yok; düpedüz çıplak bir gerçek var: Türkiye’nin stratejik çıkarları, ekonomik bağımsızlığı ve siyasi manevra alanı, Trump’ın yeni dönem ajandasına peşin peşin ipotek ediliyor. Şimşek’in anlattığı “yatırımcı ilgisi”, aslında bir kredi taksitinin zamanında ödenip ödenmeyeceğini izleyen alacaklı bakışı. Ortada yapay zekâya yatırım, robotik atılım, teknoloji devrimi falan yok; sadece daha fazla itaat karşılığında açılan eski bir kredi defterinin sayfaları var. Şimşek, Mars’a üs kuruyormuşuz gibi anlatıyor; oysa gerçekte olan, Türkiye’nin dış politikasını Washington’daki toplantı masasına servis etmek

Sonuç mu? Robotik iş birlikleriyle övünürken, ülkenin onuru sessiz sedasız "ara depo"ya kaldırıldı. Ekonomimiz büyüyormuş, teknolojimiz gelişiyormuş... Ama asıl gerçek şu ki bağımsızlığımız küçülüyor, irademiz törpüleniyor, vatandaşın sofradaki ekmeği ise günden güne ufalıyor.

Şimşek diliyle bitirelim: Türkiye artık dev bir stratejik ortak. Ne mutlu bize: Masada sandalyemiz var ama mikrofonumuz yok.