Roma: Sinemasal bir deneyim
ANIL BOYDAĞ Roma, Venedik’te en iyi filme verilen ödül Altın Aslan’ı kazandığından beri adından sürekli bahsettirdi, izleyen neredeyse bütün eleştirmenler yılın en iyi filmi hatta içinde bulunduğumuz yüzyılın en önemli sinema olayı olduğunu söylediler. Tüm bunların ardından Roma’nın objektif bir şekilde incelemesini gerçekleştirmek kolay değil ancak olabildiğince önyargısız bir şekilde, Roma’yı; neyi anlattığını, nelere temas […]
ANIL BOYDAĞ
Roma, Venedik’te en iyi filme verilen ödül Altın Aslan’ı kazandığından beri adından sürekli bahsettirdi, izleyen neredeyse bütün eleştirmenler yılın en iyi filmi hatta içinde bulunduğumuz yüzyılın en önemli sinema olayı olduğunu söylediler. Tüm bunların ardından Roma’nın objektif bir şekilde incelemesini gerçekleştirmek kolay değil ancak olabildiğince önyargısız bir şekilde, Roma’yı; neyi anlattığını, nelere temas ettiğini ve sinemada konumlandırdığımız yerin neresi olması gerektiğini anlatmaya çalışacağım.
Roma’nın Cuaron’un kariyerinde ve hayatındaki en önemli olay olduğunu hem filmde hem de verdiği demeçlerde görebiliyoruz. Cuaron’un onu büyüten hizmetçisinin gerçek adı ile Libo filmdeki adı ile Cleo’nun hikâyesi Roma. Hikâye Cleo’nun hikâyesi olsa da, hatta Cuaron filmi yaratırken bu olayların tanıkları ile geçmişi tekrar taramasına rağmen, filmin bütün bakış açısı Cuaron’a ait. Bir çocuğun gözünden pembe olmayan bir masal Roma, bu da filmin yarattığı sinemasal deneyimi özetliyor. Bütün sinematografik öğeler ve anlatım bunun üstünden kuruluyor. Tabii bunun daha çok hissedilmesinde, Cuaron’un filmin sinematografı da olmak zorunda kalması ile de ilintili aksi durumda da aynı öğeler ve anlatım büyük ihtimal yerini koruyacaktı ancak aynı derinlik sağlanır mıydı bilinmez. Roma’nın bu deneyimi bu kadar iyi bir şekilde yansıtmasında bu otobiyografik özelliği büyük katkı sağlıyor. Cuaron diğer filmlerine göre bu filme hazırlanırken, kendi geçmişine inmek zorunda kaldığını söylüyor ve hafızasının labirentlerinde dolanıp, gerçekten yaşayan insanlar ile o dönemleri konuşunca çok daha berrak bir anlatımın önünde kaldığını görebiliyoruz. Özellikle de kendisinin içinde olduğu anların filmde daha büyülü bir halde olduklarını net görebiliriz, o yüzden evet bu film bir kadın filmi, evet Cleo’nun hikâyesi ancak daha ön planda olan, gözlenen ve deneyimi doruğa ulaştıran anlar Cleo’nun anları değil, annesinin ve ailesinin yaşadığı dağılma dönemi. Yani Cuaron’a daha çok hatırlatan, daha çok sarsan ve etkileyen anlar. Hatta bazen Cuaron, bunun Cleo’nun hikâyesi olduğuna dair bizi ikna etmeye bile çalışıyor filmde. Cleo’nun anı ise, o çocuğu doğurmayı bile istemediğini söylediği an, içinde sıkışıp kalan o hissi, kustuğu an.
Cuaron’a göre film Cleo’nun hikâyesi ile birlikte dönemin Meksika’sına sosyal hiyerarşiye, sınıfa ve etnik farklılıkların insanları konumlandırdığı yere temas ediyor. Bunu ne kadar yaptığı ise büyük bir soru işareti. Roma yukarıda da bahsettiğim gibi kişisel bir film, filmin asıl başlangıç noktası Cuaron ve Cuaron’un ailesinin o dönem yaşadığı yıkıcı olaylar. Cleo’nun hem Cuaron’un gözünde hem de filmin gözünde, sınıfsız bir noktaya erişmesi de yine Cuaron ailesinin yaşadığı olaylardan geçiyor. Cleo işçi sınıfından bir birey ancak onu bu sınıfa ait veya bu sınıf içinde farklı kılan bir başka nokta etnik kökeni. Burada sınıf var mı evet var ancak bir filmde sınıfa neredeyse tek temasın Cleo’nun çamaşır yıkarken söylediği şarkı ise burada büyük manşetler atamayız. Cleo’yu bu burjuva ailesinde sınıfsız bir noktaya eriştiren şey, sevgi de değil. Eğer onu konumlandıracak kişiler çocuklar olsaydı belki ama bu da pollyannacılıktan öteye gidecek bir şey değil. Sofia’nın kocası tarafından terkedildiği dönemde, Cleo’nun hamile kalınca terkedilmesinin akabinde, Sofia’nın elleri ile filmde sınıfsız bir noktaya geliyor. Evet filmde sınıf önemli ancak kadın kimliğinin önünde değil ayrıca bize bu konuda büyük bir portre de sunmuyor. Filmin küçük bir bölümünde, Cleo’nun çocuğunun ölü doğmasına da sebep olan, sahne var. Cuaron’un açıklamalarında filmin bu sahnesinden ele alarak, ülkenin şekillendiği dönemlerdi dediği bir an var. Ancak bu olay filmde büyük bir etki yaratmıyor, Cleo’nun çocuğunun ölü doğmasına hatta tetikçilerden birinin Fermin olmasına rağmen. Devletin sokak ortasında insan öldürdüğü yıllarda film daha çok evde ve Cuaron’un kişisel dünyasında geçtiği için, büyük bir olay haline gelmiyor. Bunun iki açıklaması olabilir; biri Cuaron küçükken bundan habersizdi, diğeri ise filmin anlatısı bir çocuğun elinden olduğu için sonrasında hiçbir şekilde görmeden, bilerek unuttuk. Eğer bu iki seçenekten biriyse, Cuaron’un filme dair olan iddiası sona ermeli. Çünkü bu film büyük hatlarıyla, Cuaron’un ve ailesinin filmi, daha az derin olan hat Cleo’nun hikâyesi iken, dönemin mobilya tarzı dışında Meksika’ya dair bir şeyler anlatmıyor.
Peki, Roma’yı sinemada veya 21 yy. sinemasında nereye koyacağız. Bana göre film bu kadar tazeyken, bu kadar zayıf bir sinema yılında ortaya çıkmışken ve neredeyse rakipsiz olduğu bir yılda ona bir konum belirlemek doğru değil. Roma otobiyografik bir hikâye olarak muazzam bir anlatı ile karşımızda duruyor, yukarıda saydığım olumsuzluklar ve eksiler Roma’nın asıl iddiasını çürütse dahi, asıl ait olduğu alanda muazzam bir iş olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Sinematografi, yönetmenlik, mekanın kullanımının üst düzeyliği, muhteşem bir senaryo… Roma bir filmin mükemmel olması için gereken neredeyse her şeye sahip, yılın en iyi filmi de diyebiliriz belki; ancak yüzyılın en önemli sinema olayı demek biraz fazla.