Rota yeniden oluşturuluyor
Haberler tabii ki iyi! Ülkemizin en güvenilen ve başka boyuttan bildiren kurumlarından TÜİK verilerine göre; çocukların yüzde 23,1’i maddi yetersizlik nedeniyle (aslında TÜİK biraz daha TÜİK’leşse bunu: “Veganlıktan” olarak düzenlerdi) düzenli olarak et, tavuk veya balık tüketemiyor. Ayrıca, yüzde 10’u ekonomik nedenlerle (yani fakirlikten) yeterince taze meyve ve sebze yiyemiyor. Günde en az bir kez sebze-meyve tüketebilen çocukların oranı yüzde 86,7 olarak belirlenirken, bu durum ekonomik sıkıntı içindeki ailelerde çocukların sağlıklı beslenme hakkına ulaşmakta zorlandığını ortaya koyuyor… Yani bugünümüz mükemmel, biraz sabredersek geleceğimiz de daha mükemmel, daha etli sütlü olacak. Biraz sabredin. Diyanet’e yeni araç gelene kadar sabredin. Koltuktan ısıtmalı araçlar yenilendiğinde, koltukta bir süre daha oturacağız, siz de rahat edeceksiniz, biz de…
TÜİK’in geçtiği boyut kapısı henüz aralıkken ben de oradan geçmeye çalışıp bambaşka bir ülkeye geldim adeta. Bu ülkede demokrasi o kadar ilerlemiş ki, her saniye birilerine soruşturma açılıyor. İlerleme hızla olur tabii ki ama bu kadar hızlı da ilerleyince arada sanki bazı yerleri, mesire alanlarını gözden kaçırıyoruz. Aniden çok ileride bir yere geldik. Bulunduğumuz konumda sonsuza kadar başkanlık sistemi var. Koltuktan kalkmak yok, koltuğa bir kere oturdunuz mu, hayatınız o koltukla birleşiyor ve bambaşka bir hal alıyor. Artık siz koltuksunuz, koltuk da siz. Koltuğunuz ne kadar büyükse siz de o kadar büyüksünüz. Tabureler ise sade vatandaş için hazırda bekliyor. Vatandaş yine ayakta, kendinden güçlülere yer vermekle meşgul. Haliyle o bekleyen tabureler de koltukların ısıtma sisteminde kullanılmak üzere parçalara ayrılıp yakılıyor bir güzel. İlerledikçe ilerliyoruz.
∗∗∗
Rota yeniden oluşturuluyor her gün bizde. Araç içi navigasyon sistemi sürekli kafayı yemiş bir şekilde bir gün gösterdiği adresi ertesi gün bulamıyor. Her gece, gecenin yarısında programa güncelleme geliyor. İki günlük yolu 20 yılda alır hale geliyor aracın içindekiler. Bütün bunlar olurken dünyada da gerçeklikten ses hızıyla uzaklaşılıyor. Kimse kimseye inanmıyor, kimse kimseyi dinlemiyor, herkes haklı, diğer herkes ise haksız oluyor. Haliyle iletişimin de tadından yenmiyor. Bir gün kırmızı ışıkta durmak doğruyken, ertesi gün kırmızıda yayaya yol verenler paketleniyor. Paket bizim işimiz…
İşim gereği, yani işsizlikten sürekli sokaklarda bomboş dolaşıyorum. Acıbadem Caddesi’ni baştan sona turluyorum. Yolda da sağa sola, kediye köpeğe, yeni açılan ya da kapanan dükkanlara baka baka günlerimi geçiriyorum. Kendi kendime icat ettiğim en sevdiğim oyunlardan biri ise “ihlal var mı?” adındaki basit bir gözlem oyunu. Oyunda bir köprüye gidip, altından akan trafiğe bakıyorum ve önce beş dakika içinde kaç tane çakarlı araç görebileceğimi (günün farklı saatlerinde bu sayılar değişmekte) tahmin ediyorum. Bir sayı sallıyorum kafamdan. Mesela “10 araç” diyorum. Gerçekten de kısa bir süre içinde bazen 10, bazen 20 adet çakarlı araç görüyorum. Sonra bu araçların kaç tanesinin Mercedes G serisi jip, kaç tanesinin Porsche, Aston Martin, Maserati ya da Ferrari gibi çok da kamu hizmetinde kullanılmayan araç olduğuna bakıyorum. Siz de deneyin, sonuçlara şaşıracaksınız.
∗∗∗
Özellikle ülkemizde yıllardır UFO gerçeği gibi aydınlatılamayan bir konu olan çakar konusu beni çok cezbediyor. Sürekli sağda solda tivit atan yetkililer çakarlı araçların “resmi” kullanımlar dışında yasak olduğunu belirtse de sürekli yepyeni modeller, yepyeni araçlar, yollarda ona buna çakar basıp, siren çalıp akıp gidiyorlar hayatımızdan. Aynı hayatımız gibi. Ne resmi, ne deği, belli değil.
Belki de çakarlı araçlar bir istek değil, bir ihtiyaç. Belki resmi olmayan çakarlı araç sahipleri ülkemizde -sanırım- yasal olmasa da kendilerini “çakarlı araç sahibi” olarak tanımlıyordur. Sonuçta insan kendisini nasıl tanımlarsa öyle varolur. Bakın Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ne… Koskoca ülke, kendisini “Demokratik” olarak tanımladı ve anında demokratikleşti.
Bazen sadece adını koymak bile bu alternatif gerçeklik evreninde rüyaları gerçek yapmaya yeter belki de. Hayat, “Ol” denildi mi olsun, “yok hükmündedir” denildiğinde yok olsun.