Rüya ve şaka
‘Gibi’ dizisiyle başlayıp devam eden bir furya var, ‘Ayak İşleri’, ‘Var Bunlar’.. Bilmediğim daha pek çok yapım olsa gerek. Aynı şekilde stand-up şovlar da almış başını gidiyor. Bu diziler ve stand-up şovlar, benzer bir kökenden kaynaklanıyor. Ben de fırsat buldukça takip etmeye çalışıyorum. Bütün bu şov ve yapımlarda sürekli bir diyalog hali mevcut. Amaç güldürmek olsa da, mutlaka zekice olmalı, tanıdık olmalı, şaşırtmalı ve hayata dair düşündürmeli. Ama sadece bunlar da değil. Bir tür terapötik eylem vazifesi de görüyor bu şovlar.
Konuşulmayan ya da söz edilmesi yasak, utanılan ya da suçlu hissedilen, tabu olarak görülen konular mizahla eleştirel bir biçimde dile getiriliyor. Örneğin ölüm korkusunu bastıran biri, ölümle ilgili uzun uzadıya yapılan bir şakaya gülüp rahatlayabilir. Bu rahatlama, düşünmekten kaçındığı konulara belli bir mesafeden bakarak düşünmesine de yardımcı olur.
SAMİMİYET
Stand-up şovlar ya da onlardan ilham alan diziler, hayatla kendimiz arasındaki bir ara mesafede gerçekleşen, kendine özgü koşulları olan bir ritüel olarak karşımıza çıkıyor. Bu ritüelin en önemli özelliği samimiyet. İzleyenler, şov yapan kişiden en utanılacak, en ayıp, en eleştirel, en çıplak sözleri ve bakış açısını talep ediyor. Bu açıdan Iain MacRury’nin "Humour as ‘social dreaming’: Stand-up comedy as therapeutic performance" adlı yazısında bahsettiği gibi, stand-up komedi, şaka ve rüya arasında bir yerde durur. Şakadan anlaşılır ve eğlenceli olanı, rüyadan da bastırılan ve samimi olanı alır. Rüya nasıl kişinin iç dünyasıyla, şaka da kişiler arası dünyayla ilgiliyse, stand-up komedi bu açıdan hem bireysel, hem de sosyal alanı kapsar.
YALNIZ DEĞİLSİN
Aslında stand-up yapan kişiyle birlikte izleyenler birlikte bir rüya deneyimi yaşarlar. Rastgele gibi gözüken konuşma, terapidekine benzer bir çağrışımlar silsilesi yaratır ve bu büyüleyici samimiyet ortamında kahkahalar kendiliğinden akar. Stand-up’çı yedek bir süperego olarak, yani tümgüçlü bir ebeveyn olarak izleyicileri çocuklaştırır, kendi sabit kimliklerinden ayırır ve yaptığı şakayı yani gördürdüğü rüyayı onun gözünden görmelerini sağlayarak kendilerine ve yaşadıkları hayata başka türlü bakmalarını sağlar. Sanki bebeğini güldüren, güldürerek onda bir rahatlama sağlayan anne gibidir: “Tamam anlıyorum, ihmal edildin, zorluklar yaşıyorsun, ama her şey daha iyi olacak” sözü verir gibidir. Buradaki terapötik etki, pek çok kişide depresif duygulara ya da kaygıya neden olan boşanmalar, kaçırılan uçaklar, bağımlılıklar, aksilikler gibi ruhsal açıdan zorlayıcı hayal kırıklıklarını, kayıpları ya da tehditleri kavrayıp kahkahalarla bırakırken yaşanan farkındalıklarla kendisini gösterir. Ve bu olurken diğer kahkaha atan izleyicilerle birlikte yalnızlık duygusunu ortadan kaldırır, “birlikteyiz, hepimiz ölümden korkuyoruz, boşanma ya da ayrılık acısı yaşayan sadece sen değilsin, bu konudan sadece sen utanmıyorsun, gerçekte bak utanılacak bir şeye hep birlikte gülüyoruz” mesajını verir.
CESARET
Ama sadece bir ebeveyn gibi de değildir stand-up’çı. O aynı zamanda gruptan dışlanan ama merkezde duran ve herkesin ilgisini üzerine çeken bir çocuk gibidir de. İstediği gibi kendini küçümser, alçaltır, sonra da yukarı taşır. Tıpkı şaka ve rüya arasındaki o ara bölgedeki gibi, ebeveyn ve çocuk arasındaki bölgeye yerleşerek farkındalığın ve kabul etmenin önündeki engelleri aşındırır. Yani izleyiciye kendini gerçekleştirme cesareti vererek kendini ve sorunlarını kabul edip yetişkin gözüyle hayata bakmasını sağlar.
Bu yüzden boşuna değil, ilk olarak işçi kulüplerinde ortaya çıkması. Zaten bütün şovlar ve onlardan etkilenen diziler halktan kişilerle, hayatın içinde olanlarla ilgilidir. Iain MacRury, yazısında komedyenlerin psikolojik bir güvencesizlik yaşadıkları için bu güvencesizliği doğaçlamalarla ve mizahla dengelemeye çalıştıklarından bahsetmiş. Bu açıdan bakınca, ABD ya da İngiltere gibi, işçi sınıfının yoğun yaşadığı yerlerde bu şovun neden ortaya çıktığı anlaşılıyor. Güvencesizliğin bu topraklarda geldiği noktayı düşünürsek, neden şimdi böylesine yayıldığı da açık.