Yirmili yaşlarındayken ikinci ismini ben vermişim ona bilmeden. Bebekçe konuştuğum yıllardı. İki heceli sözcüklere yeni geçmişim. Adını söyleyebilmem için tekrar ettiriyormuş durmadan. “Ja de, ja. Le de, le. Hadi söyle bakalım şimdi. Cacu.” İmkanı yok bana Jale dedirtmeyi başaramamış. O kadar inatçı çıkmışım ki, yeni adını sahiplenmekten başka çaresi kalmamış. Sevdiceği, hayat yoldaşı Fırat abi de, bacak kadar boyumla her şeye laf yetiştirmemden büyük keyif alarak bana minik cadı derdi. Aile dostluğu, ikisinin de gözlerinden taşıp dökülen sevgisi demekti benim için. Eline doğmak denir ya hani, iki avuca sığan halinden hayata karıştığın yetişkinliğe kadar şahittir o kişiler ömrüne. Hep çocuk kalabilirsin onların gözünde. Tatlı bir şımarıklık lüksüdür bu. Kaybeden iyi bilir. İskenderun’da oturdukları apartmanın çökmesi sonucu göçük altında kaldılar. Enkazdan çıkarıldılar ama kaldırıldıkları devlet hastanesi de yıkıldı. Öldüler. Devletin eli o gün, gidenlerin, geride kalanların, ailemin, iki canımın üzerindeydi.

NEREDE BU DEVLET?

İlk üç gün ‘yardım edin’ diye avaz avaz bağırdı insanlar. Sahi neredeydi devlet? Olması gereken hiçbir yerde yoktu. Yıkılan binaların önünde arama kurtarma ekipleriyle yoktu. Hastanesi yıkık, yolu patlak, havalimanı kırıktı. Aradığımız devlet, hattı meşgule düşürdü. Dondurucu soğukta, yıkıntıların altında üstünde, herkese, hepimize “lütfen daha sonra tekrar deneyin” mesajı verdi. Ne çadırını, sobasını kurabildi, ne aşını, aracını ulaştırabildi. O tek adam olur da kızar diye, iş bilen bilmeyen, bütün yetki makam sahibi, koltuk, makam işgalcileri susu pus oldu. O bitmek bilmeyen ‘kutsal’ anlatılarla dışı cilalı içi çürük devlet kurumları, AKP partizanlığının yirmi yılda lime lime ettiği bir çuval gibi yere yığıldı. Yaşamın çöktüğü yerde nedir ki devlet, boş bir tabeladan ibaret. Nerede bu devlet? Olması gereken değil ama olmaması gereken her yerde. O ‘şefkatli eli’ koparıp koparıp bize kırıntısını bıraktığı ekmeğimizin içinde. Devlet, iktidarın rantçı politikalarıyla şekillenip somutlaştı. Doymak bilmeyen bir arsızlıkla halkın sobasından odununu, sofrasından aşını eksiltmekle meşgul. Depremzede donmamak için bulabildiği ceset torbasına kıvrılıp yatma derdindeyken, parti devleti olmaması gereken yerde, televizyonda, milletin parasıyla millete şov peşinde.

'HER ŞEYİ KURALINA GÖRE YAPTIK'

Sınırsız yetkilerle donanmış Erdoğan depremden sonra “bunlar kader planının içinde olan şeyler” dedi. Kendisini ve yönetimini bütün sorumluluklardan azade kıldığını düşündüğü bu planda kader bazı binalara uğramamış. Maraş’ta, altında sıra sıra cam tabakların dizili durduğu züccaciye dükkanının olduğu binanın müteahhidi Akın Öncül, “biz yapılması gerekeni yaptık” dedi. Çalmayınca, doğaya meydan okuyan bir cehalete teslim olmayınca kaderin de değişiveriyor planı işte böyle. Antakya’da yıkılan Rende Sitesi’nde kolonların kesilip anaokulu yapılmasıyla ilgili şikayet ne Milli Eğitim Müdürlüğü ne de Valiliğin umurunda olmuş. Savcılık suç duyurusuna takipsizlik kararı vermiş. Sonu cinayete varan ihmallerin taşları elden ele döşenmiş. Deprem Türkiye’nin gerçeği. Biliniyor, uyarılar yapılıyor; bilim, nerede olacağı ve ne ölçüde bir hasara yol açacağını söylüyor. Sorun belli, çözüm belli. En büyük eksikliğimiz, akıl, bilim ve ahlak sahibi yöneticiler ve hakça bir düzen.

'İSTERLERSE TUTUKLASINLAR'

Kamu binaları ağır hasarlı, hastane, belediye, valilik, jandarma ve AFAD binası yıkılmış; ulaştırma, haberleşme, sağlık altyapısı çökmüş; barınma, ısınma, tuvalet sorununu çözememiş, yardımları düzenli bir şekilde ihtiyaç sahiplerine dağıtamamış parti devleti yıkımın şahidi bizlerin gözünün içine baka baka parmak salladı. Sonra görüşeceğiz dedi Erdoğan. Kendi açtığı hesap defterine plansızlığın, koordinasyonsuzluğun, beceriksizliğin, talanın, rantın hesabını soranların adını yazdı. Yazsın. Biten mürekkebini de biz doldururuz, endişe etmesin. Hakaretlerle, düşmanlaştırmayla yıllardır moral değerlerinin dibi oyulmaya çalışılan insanların çaresizliğe karşı başkaldıran öfkeleri dünyada konuşulan bir dayanışmaya dönüştü. “İsterlerse tutuklasınlar” çıkışı, göz göre göre gelen her felakette halkı böyle çaresiz, değersiz ve kimsesiz hissettiren, sivil yardımlaşma ağını engelleyip tek eline almaya çalışan iktidara karşı gösterilen en haklı, en meşru isyanlardan biri. Bizi yasa boğan her sorumsuzluğu kader diye yutturmaya çalışıyorlar. Sabrımız acımıza yetmiyor. Hesabını sormayacaksak, biz de ölmüş sayalım kendimizi.