Google Play Store
App Store

AB hazirandaki seçime hazırlanırken kıtada otoriterleşme daha 20 yıl önce başladı. Kurumların merkezine yerleşen muhafazakârlar, aşırı sağın daha büyümesini sağlıyor.

Sağcıların seçim dansı
Hazirandaki AP seçimleri için aşırı sağ partiler yükselişte. (Fotoğraf: Depo Photos)

Georgios SAMARAS

Avrupa siyasetinde son 20 yıldır seslendirilen bir “uyarı” var: Aşırı sağ ideolojiler yükselişte. 2000’li yıllardan, 2019 Avrupa Birliği (AB) seçimine giden süreçte türlü felaket senaryoları yazıldı, uyarılar yapıldı. Avrupa Parlamentosu’nda (AP) aşırılıkçı seslerin ağırlık kazanmasının olası tehlikelerine dikkat çekildi.

Son dönemde bazı Avrupalı liderler, haziran seçimlerine gençlerin katılımını teşvik etmek için Taylor Swift gibi pop yıldızlarının yardımını dahi arar oldular. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in 21 Şubat’ta yaptığı açıklama manşetlerde yer buldu; AP seçimlerinde aşırı sağcılar ile işbirliği yapmayacağını söyledi.

Bu tür abartılı çıkışlar son derece gereksiz. Aşırı sağ ideolojiler son yirmi yılda kasıtlı olarak normalleştirildi ve Avrupa siyasetinde ağırlık kazanmalarına göz yumuldu. AB bürokratları ise olan biteni sessizce onaylar gibiydi. Normalleşme süreci, azalan etkilerini şimdilerde geri kazanmaya çalışan geleneksel merkez sağ aktörler tarafından da desteklendi.

Von der Leyen aşırı sağcılardan uzak duracağına dair cüretkâr demeçler verse de, hem AB politikaları hem ülkelerin iç politikaları, aşırı sağın etkisine boyun eğildiği izlenimini veriyor. Merkez sağ partiler “aşırılıkçı” sağcılara yakın durmaktan imtina etmiyorlar ve otoriter siyasetin Avrupa’da yayılma sürecine payandalık ediyorlar.

NORMALLEŞME YILLARI

Ana akım merkez sağ partiler, kendilerini “aşırı sağın yükselişinin mağdurları” olarak tasvir etmekten hoşlanıyorlar. Gerçekte ise bu yükselişe aracılık edenler bizzat kendileri. Aşırı sağcılar toplum içinde sosyokültürel fay hatlarını istismar ediyor; göç, çok kültürlülük ve güvenlik konularını ön plana çıkarıyorlar. Merkez sağ partiler de bu konuları kendi kampanyalarında işliyor, seçmen tabanlarını bu sayede bir arada tutuyorlar.

Bilhassa endişe verici örneklerden biri Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis. Kendisi AP’de “merkez sağ - reformist” kimliğiyle takdir topluyor. Yunanistan son beş yılda Hristiyan demokrat Avrupa Halk Partisi’nin desteğini kazandı ve on yıllık kemer sıkma döneminin ardından bütçe harcamalarını tekrar artırdı. Fakat arka planda yaşananlar hafif tabirle endişe vericiydi.

Miçotakis yasadışı casus yazılımlar kullanarak hem müttefiklerini hem rakiplerini takip ediyor. Macar lider Viktor Orban’ın taktiklerine başvurarak Yunan medyasındaki dengeleri yeniden belirliyor. Bu esnada giderek yaygınlaşan yolsuzluklar görmezden geliniyor ve siyasi skandallar sümenaltı ediliyor. En kötü ne olabilir ki?

Maalesef Yunan siyasetçiler adeta “daha fazlasını” istiyor. Haziran 2023 seçimlerinde aşırı sağcı partiler parlamentoda sandalye kazanmayı başardılar ve aralarında Neonazi Altın Şafak yapılanmasının yeni kimliğe bürünmüş hali “Spartalılar” da var. “Zafer” isimli diğer bir aşırı sağcı yapılanma da ultra-dindar söylemler kullanıyor ve toplumsal fay hatlarını istismar ediyor. Aşırı sağcıların öncüsü sayılabilecek “Yunan Çözümü” partisi ise Miçotakis hükümetini destekliyor ve kilit yasaların baştan yazılmasını mümkün kılıyor. Haziran seçimleri yaklaşırken partinin oy oranı anketlerde yüzde 10’un üzerine ölçülüyor. Üstelik son nefret korosuna katılan dördüncü bir oluşum da anketlerde görünür hale geliyor.

Fransız başkan Emmanuel Macron da Yunanistan örneğiyle yarışır durumda. Nisan 2023’te yürürlüğe koyduğu reform ülkede emeklilik yaşını 62’den 64’e yükseltti. Tartışmalı reform, Meclis oylaması dahi yapılmadan yürürlüğe konuldu. Düzenlenen eylemler polisin sert müdahalesi ile karşılaştı. Polisin orantısız güç kullandığına dair suçlamaları yanıtlayan Macron, sokaktaki “isyancıların” sosyal medya ve bilgisayar oyunlarının etkisinde kaldıklarını söyledi.

Hollanda, Danimarka ve Avusturya gibi AB ülkelerinde de aşırı sağcılar güçlerine güç katıyor. Hatta bazıları artık koalisyon hükümetlerine ortak oluyor. Muhafazakâr sağın bir zamanlar parlayan yıldızı Sebastian Kurz, 2017 yılında Avusturya Özgürlük Partisi ile koalisyon kurdu. Avusturya’nın aşırı milliyetçilik ve Üçüncü Reich geçmişi dolayısıyla ülkede ilk etapta endişe yaşandıysa da normalleşme ve kabul süreçleri yıllar içinde, ağır ağır tamamlandı. Özgürlük Partisi artık anketlerde lider parti olarak öne çıkıyor.

KITANIN KÖTÜ ÇOCUKLARI

Liberal demokrasiler içinde otoriter uygulamalara yönelen partiler bir yana dursun, bazı üye ülkelerde siyasi ekosistem kökünden değişti bile. Viktor Orban liderliğindeki Macaristan’ın demokrasi göstergelerindeki gerileme, buna dair en büyük örnek. Otoriter yönetim tarzını gizleme gereği dahi durmayan Orban, ülkenin demokratik kurumlarını alaşağı etti, LGBTQ hakları ve akademik özgürlükler alanlarında ülkeyi bir hayli geriye götürdü. Bu uygulamalar karşısında AB çeşitli yaptırımlar uyguladı ve ülkeye sağlanan bazı AB fonlarını dondurdu.

Fakat görünüşe göre Macaristan gerçeği artık AB’nin geri kalanı tarafından kabul görüyor. Daha önce dondurulan fonların bazıları 2023’ün Aralık ayında salıverildi. Bununla amaçlanan, NATO’ya yeni üyelerin katılması için Orban’ın işbirliğini sağlamaktı. Sonuç? Orban İsveç’in NATO üyeliğine desteğini ilan etti. Bir zamanlar “istenmeyen adam” ilan edilen Orban’ın otoriterliği artık açıkça kabul görüyor. Brüksel yönetimi, Orban “çizgisini sürdürürse” fonların tamamen salıvereceğini de ima etti.

SAĞCI AP’YE DOĞRU

Yaklaşan AP seçimlerinde Kimlik ve Demokrasi (ID) koalisyonu altıncı sırada görünüyor ve sandalye sayısını 40 sandalye birden artırarak 750 kişilik Parlamento’da 80 sandalyeye sahip olacağı tahmin ediliyor. ID ittifakı bünyesinde Almanya’nın aşırı sağcı AfD partisi ve Le Pen’in Ulusal Birlik partisi de yer alıyor.

Tahminlere göre Avrupalı Muhafazakârlar ve Reformcular (ECR) ittifakı da beşinci sırada bulunuyor ve seçimlerde sandalye sayısını artıracak. İtalya Başbakanı Giorgia Meloni liderliğindeki ittifak böylelikle Yeşilleri ve Renew partisini geride bırakabilir. Dahası, ittifakın Orban’ın Fidesz partisinden on iki üyeyi de bünyesine katmış olması, ECR ve ID ittifaklarının toplam sandalye sayısının yüzde 25’e kadar yükselebileceğini gösteriyor. ID ittifakı göç karşıtlığını ve üye ülkelerin egemenlik haklarını savunan aşırı sağcıları bünyesinde katarak tarif ettiğimiz normalleşme sürecinde önemli bir rol oynuyor.

Bazı merkez sağ partilerin uyarılarına karşın ana akım siyaset erkleri, aşırı sağ siyasetin yükselişi altında yatan gerçeklerle yüzleşmek istemiyorlar. Bunun yerine kendilerini aşırı sağ ideolojilere yakın hisseden seçmenlerin saygısını kazanmaya çalışıyor, demokratik yaklaşımlara alenen zıt düşen uygulamaları bile normalleştiriyorlar.

Merkez sağ partilerin, aşırı sağcılar ile ittifak yapmayacağına inanmak giderek güçleniyor çünkü “ideolojik ortak paydaları” giderek artıyor. Von der Leyen ve benzerleri duruşlarını zamanla yeniden gözden geçirmek zorunda kalabilir ve kaos oluşmasını önleyecek işbirlikçi yöntemler benimseyebilirler.

Aşırı sağcı ideolojiler Avrupa’da normalleşmeye devam ediyor ve Avrupa köklü bir değişimin eşiğinde gibi görünüyor. Tüm uyarılara rağmen aşırı sağ ve merkez sağ birbirine giderek yaklaşacak.

Çeviren: Fatih Kıyman

Kaynak: Jacobin (kısaltılarak çevrilmiştir)