AKP iktidarının erken döneminde sermaye ile kurduğu kültür-sanat ilişkisinin sonuçlarına bakacak olursak, ortaya çıkan tablonun hiç de iç açıcı olmadığını görürüz.

2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti seçildi İstanbul, sonrasında Beyoğlu dönüşüme uğramış, kültürel hareketliliğe emlak piyasasındaki değerlenme eşlik etmişti. AKP bu süreçte bu alanı iyiden iyiye denetlemeye başlıyordu. Kültürel alanı ekonomik ve diplomatik araç olarak gören iktidar, Gezi Direnişi’nin ardından, kültürü siyasal açıdan daha yoğun araçsallaştırmaya başlamıştı. Erdoğan sanatçıları, aydınları, hatta bazı televizyon dizilerini hedef almaya başlamış; İskender Pala, Zaman gazetesindeki köşesinde bir “Muhafazakâr Sanat Manifestosu” yayınlamıştı. İslamcı şair Hakan Arslanbenzer, “kültürel iktidar”dan bahseder olmuştu. Cins, Lacivert, Nihayet, Derin Tarih, Hacamat, Misvak gibi dergilere, alternatif bir kültürel kaynak yaratılmış; Alişan ve Demet Akalın’dan yerli ve milli “sanatçı” üretilmeye çalışılmıştı. İktidar kültürel söylemini siyasal alandan kurduğu ilişkilerle fütursuzca yürütüyordu. Magazine de el attılar. Fazıl Say konserine gittiler, yandaş medyada Bülent Ortaçgil, Cahit Berkay ve Mazhar Alanson ile artniyetli söyleşiler yaptılar; ifadeleri cımbızlayıp başlığa taşıdılar. Kültürel değerleri ve onların öne çıkan figürlerini gerici siyasetlerinin kezzabıyla çoraklaştırmaya çalıştılar.

Sezen Aksu’ya bir şarkısının bir satırı yüzünden linç kampanyası başlatıldı. Aynur Doğan, Niyazi Koyuncu, Metin Kemal Kahraman, Apolas Lermi, Mem Ararat, İlkay Akkaya, Ara Malikian, Melek Mosso, Aleyna Tilki konserleri; Eskişehir Anadolu Festivali, Munzur Kültür ve Doğa Festivali, Zeytinli Rock Festivali, Zonguldak Kozlu Müzik Festivali, Kazdağı Ekoloji Festivali, Milyon Fest (bu liste uzayıp gider) yasaklandı. Şarkıcı Gülşen hapse atıldı. Sinemada sayısız film, oyuncu ve yönetmen hedef gösterildi. Devlet Tiyatroları özelleştirilmeye çalışıldı.

Sadece müzik, sinema ve tiyatro değil, plastik sanatlar ve sanatın her dalı bu yıkımdan nasibine düşeni aldı. Heykeller yasaklandı, yıkıldı, resim sergileri yasaklandı, “müstehcen” tablolar kaldırıldı. Emek Sineması ve AKM yıkılıyor, gazete ve yayınevlerine operasyon düzenleniyor, akademisyenler üniversitelerinden atılırken, Metin Akpınar ve Müjdat Gezen başta olmak üzere sanatçılara dava açıldı. Levent Üzümcü’nün Barış Atay’ın oyunları yasaklandı. AKP iktidarı “yerli ve milli” olmadığını ya da rejime karşı tehdit olduğunu düşündüğü her tür sanat üretimini sansüre uğradı.

***

Kültürel iktidarını yaratma peşindeki tek adam dilemması her bahanede internet ve sosyal medyayı da kısıtlıyor, sansüre uğratıyordu. AKP iktidarı, tarihi ve belleği silerek yeni bir tarih yazma peşindeydi. Kendi ideolojik çizgisine göre yarını inşa etmek isteyen zihniyet, geçmişin kültürel değerlerini siliyor, tarihi yozlaştırıyordu. Değişim ve çağ atlama yalanı altında geçmişin değerlerini yıkıyordu. Kültür sanat ihale ve rant dişlileri arasında eziliyordu.
Son darbeler de salgın bahanesiyle gelmişti. Koronavirüs önlemleri kapsamında tüm yurtta tiyatro, sinema, gösteri merkezi, konser salonu, nişan/düğün salonu, çalgılı/müzikli lokanta/kafe, gazino, birahane, taverna, kahvehane, kıraathane, kafeterya, kır bahçesi, nargile salonu, nargile kafe, internet salonu, internet kafe, her türlü oyun salonları, her türlü kapalı çocuk oyun alanları (AVM ve lokanta içindekiler dâhil), çay bahçesi, dernek lokalleri, lunapark, yüzme havuzu, hamam, sauna, kaplıca, masaj salonu, SPA ve spor merkezlerinin faaliyetleri durduruluyordu. Eğlence yerlerinde de gece saat 24’ten sonra müzik yayınına izin verilmiyordu. Okullar da kapalıydı, ama AVM’ler açıktı, Ayasofya’da 350 bin kişi ile cuma namazı kılınıyordu. İktidarın mitingleri serbestti. Aslında bu (biz-öteki, muhafazakâr-muhafazakâr olmayan, Müslüman-Müslüman olmayan gibi) bilinçli bir ayrımcılığın iri adımlarıydı. Korku ortamında oto sansür uygulamak zorunda kalan sanatçılar ayrı bir hikâye...

***

Ardından deprem geldi. Deprem gibi bir doğa olayını tedbirsizlikleri ve ranta dayalı siyasetleriyle bir felakete dönüştürenler, kaderle izah etmeye çalışanlar, yine kültürü sanatı tedavi edici bir unsur olarak görmekten uzak bir biçimde kararlar aldı. Majör bahanelerle yasaklar koyan muktedirler, sadece eğlence olarak görünen bu sosyalliği kontrol amacıyla yine tüm kültürel faaliyetleri yasakladılar; ama bu alanda evine ekmek götürenlerin elektriğini suyunu doğalgazını fatura etmeyi ihmal etmeden.

AKP’nin yasaklar, linç kampanyaları, yargılamalarla dolu 20 küsur yıllık kültür sanat politikasının sonucu, bu mücadeleyi kaybettiğinin, sona yaklaştığının göstergesiydi. Evet, AKP bu alanda istediğini elde edemedi ama bu süreçten kültür sanat alanı da büyük yaralar aldı. Muhalif yakada daha büyük olan sorun ise bu uygulamalara karşı oluşan tepkilerin halen dişe dokunur örgütlü bir mücadeleye dönüşememesi.