Yunanistan, ülkede eşcinsel evliliğe izin veren yasa tasarısını onaylayan son ve ilk Ortodoks Hristiyan ülke oldu. Başbakan Miçotakis, lideri olduğu merkez sağ Yeni Demokrasi Partisi içinden gelen itirazlara rağmen sol muhalefetin çoğunun desteğini aldı ve yasa 300 sandalyeli parlamentoda 176 oyla kabul edildi. Dünyada örneklerini sıkça gördüğümüz gibi Yunanistan sağı da eşcinsellerin evlenmesinin bir insan hakkı olduğunu reddediyor ve karşı mücadeleyi din, aile ve ülke çıkarlarına zarar verdiği iddiasına dayandırıyor. 

***

Parlamentodaki kabul ve ret oylarının birbirine yakınlığının da gösterdiği gibi halk bu konuda ikiye bölünmüş durumda. Yasanın geçmesi her ne kadar insan hakları için önemli bir adım olarak değerlendirilse de karşıtlarının sayısı hala küçümsenemeyecek oranda. Ortodoks kilisesi eşcinsel çiftlerin heteroseksüel çiftlerle aynı haklara sahip olmasına şiddetle karşı çıkıyor, yasanın sosyal bütünlüğü bozacağını ve geleneksel aileyi zayıflatacağını savunuyor. Eşcinsel çiftlerin çocuklarını vaftiz etmeyi reddedeceklerini söyleyen piskoposlar var. 

*** 

Eşcinsel evliliğe izin veren ilk ülke Hollanda olmuştu. Onu Norveç, Belçika, Portekiz gibi bazı Avrupa ülkeleri; Massachusetts, Connecticut, California gibi kimi ABD eyaletleri, Güney Amerika Cumhuriyeti ve Arjantin, Uruguay, Meksika gibi bazı Latin Amerika ülkeleri takip etti. Bununla birlikte Honduras, sosyal ve siyasi haklarından yoksun bırakılan LGBTİ+ bireyler için Latin Amerika’nın en kötü ülkelerinden biri. Dolayısıyla aynı kıta üzerinde birbirine zıt uygulamalar mevcut. 

*** 

Benzer şekilde Katolik kilisesinin LGBTİ+ bireylere yaklaşımında homojen bir tutumu yok. Katoliklerin lideri Arjantinli Papa Francesco’nun, eşcinsellerin bir aile içinde olmaya hakları olduğu ve yasal olarak korunabilecekleri bir medeni birliktelik yasasına ihtiyaç duyulduğuna dair açık ifadeleri kilise içindeki reformist kanattan destek buldu. 2023’ün aralık ayında Vatikan, papazların Katolik kiliselerinde eşcinsel çiftleri kutsamasına izin verdi. Bu her ne kadar eşcinsel evliliklerin onaylanması anlamına gelmese de eşcinselliğin suç olarak kabul edilip eşcinsellerin hedef haline getirilmesine karşı atılmış önemli bir adım olarak görülüyor. Diğer yandan Katolik kilisesi içindeki muhalif kanat, “Tanrının rızasını isteyen hiçbir çiftin talebini geri çevirmeyeceklerini” ilan etmişti. 

***

Türkiye’de ise, tıpkı Trump, Bolsonaro, Orban gibi kilisenin muhafazakâr kanadıyla yakın ilişkiler kuran sağ popülist liderlerin LGBTİ+ haklarını reddeden ve düşmanlaştıran söylemlerini sıklıkla tekrar ettiğini görüyoruz. Ancak ülkemizde, Diyanet kurumu içinde ya da İslamiyet-insan hakları tartışmaları çerçevesinde reformist bir kanada yer bırakılmadığı gibi fikir beyan edenler hedef gösteriliyor. Türkiye’de özellikle son 10 yılda kadın, çocuk, LGBTİ+ hakları alanında çarpıcı bir gerileme söz konusu. Bunun son örneği Türkiye’nin öncülük ettiği İstanbul Sözleşmesi’nden Erdoğan’ın imzasıyla çıkılması oldu. 

***

Sağ-muhafazakâr-milliyetçi iktidar ve iktidar ortaklarının popülist siyasetlerini sürdürme aracı olarak kullandığı eşcinselleri düşmanlaştırma operasyonu nedeniyle, LBGTİ+ bireyler toplumun ‘sapkın suçluları’ olarak hedef gösteriliyor. Her türlü demokratik hakkın kısıtlandığı baskıcı, güvenlikçi ve yasakçı bir yönetim anlayışının benimsendiği Türkiye’de kadına ve çocuğa yönelik şiddet artarak devam ederken, ailenin temeline dinamit koyanın eşcinseller olduğunu iddia etmek, nefret suçu işlemekle beraber, siyaset adına toplumsal beraberliği hunharca parçalamaktaki tereddütsüzlüğü ifşa ediyor. Eşcinsellerin hararetle aileyi çökerttiğini iddia edenler, çocuğuna ekmek alamamanın utancına katlanamayarak intihar eden ana babaları gözden kaçırmaya çalışıyor. 

***

Dünyadaki sağ popülist rejimler LBGTİ+ nefreti çerçevesinde birleşiyor. Toplumsal cinsiyet eşitliği ile birlikte hem kadın hem LGBTİ+ bireylerin haklarına kısmi ya da toptan karşı çıkanların ortak motivasyonu ataerkil sistemin birtakım ‘asilikler’ ile aşındırılmasını engellemek, itaatkâr yurttaşlığı alabildiğine yüceltmek. LGBTİ+ haklarıyla ilgili mücadelenin Türkiye’ye ‘dışardan’ empoze edildiğine dair savunmanın ise bir karşılığı yok. Örneklerini vermeye çalıştığım gibi her ‘dışarısı’ aslında kendi ‘içindeki’ muhafazakarlıkla mücadele ediyor. Etnik köken, inanç ve cinsel yönelim nedeniyle yaşanan insan hakları ihlalleri ile mücadele tıpkı karşıtlarının yürüttüğü propaganda çalışmaları gibi küresel bir boyut kazandı. Önümüzdeki on yılın en önemli ve ilgisiz kalınamayacak konularından biri de bu olacak.