Google Play Store
App Store

Avrupa’da sağ yükselirken, sanat dünyasının üzerinde kara bulutlar dolaşıyor. Ülkemizde sosyal demokratlar birinci parti oldu ama sanata verilen önem açısından Avrupa solunun çok gerisinde.

Sağım solum sobe!

Geçen hafta sonu gerçekleşen Avrupa seçimlerinde sağın hatta aşırı sağın yükselişine tanık olduk. Avrupa sanatın en güçlü temsilcilerini yetiştirmiş Fransa, Almanya gibi ülkelerde ekonomik kriz ve göçmen sorunundan kaynaklanan umutsuzluk dalgası kitleleri muhafazakarlığa, milliyetçiliğe ve zenofobiye sürüklerken, bu dalgaya karşı durmaya çalışan kültür ve sanat insanları tepkilerini dile getiriyor. Evet, sağa teslim olmayan Avrupa ülkeleri de var; İspanya, Portekiz ve İsveç gibi... Avrupa parlamentosunda sosyal demokratlar, sosyalistler ve liberaller bir araya gelebilirlerse, aşırı sağın çoğunluğu ele geçirmesini önleme şansları var, ama gene de Avrupa politikasında sağın yükselişinin, sanat alanında kamusal desteklerin azalmasına yol açabileceğinden korkuluyor.

Avrupa ülkelerinde sol partilerin iktidarda olduğu dönemlerde sanata verilen değerin yükseldiğini, sanatsal üretimin nicelik ve niteliğinin artması, sanatın kitlelerle buluşması adına çeşitli programların devreye girdiğini biliyoruz. Bir dönem Avrupa Birliği üyesi olan, daha sonra birlik dışında kalmayı seçen Birleşik Krallık’ta da İşçi Partisi’nin iktidarda olduğu yıllarda sanata verilen kamu desteğinin arttığını, Muhafazakar Parti’nin iktidar olduğu dönemlerde sanat kurumlarının ciddi sıkıntılar yaşadığı bir gerçek.

Dünden bugüne 

Ülkemizdeki durum ise bu çerçeveye pek uymuyor. Cumhuriyetin ilk yıllarında ve tek parti (CHP) iktidarında sanat toplumsal gelişmenin bir aracı olarak değerlendirilip, ülkeye çok sayıda sanat kurumu kazandırılmış; 1950 seçiminde iktidara gelen sağ (Demokrat Parti) uluslararası kapitalist sisteme entegrasyon sürecini başlatırken, Amerikan kültürü özellikle genç kitleleri etkilemeyi başarmıştı. Bu dönemde Köy Enstitüleri, Halkevleri gibi kültür kurumları kapatılırken, özel girişim sanat alanlarında kendini göstermeyi başarmış, özellikle sinema sektörü ciddi bir gelişme kaydetmişti.

61 Anayasası’nın getirdiği görece özgürlük ortamında sol düşünce sanat alanlarında etkin olmaya başladı, Devlet Tiyatroları, Devlet Opera ve Balesi büyük kentlerde sanatın yaygınlaşması için çaba sarf ediyordu ama popüler kültür çok daha hızlı bir gelişme gösteriyordu. 70’li yıllarda edebiyat ve tiyatro dünyasında, kısmen sinemada sol düşünce etkindi. Kısa süreli koalisyonların tutarlı bir kültür-sanat politikası olamıyordu. Ahmet Taner Kışlalı, Fikri Sağlar, Ercan Karakaş gibi sosyal demokrat Kültür Bakanları sanatın özgür ve özerk olması gerektiğini savunarak, sanat alanlarında önemli adımlar attılar. Danışma Kurulları, yayınlanan nitelikli kitaplar, Sinema Genel Müdürlüğünün kurulması, v.b.  Ama koalisyon ortaklarını ikna etmeleri mümkün olmadığından projelerinin bir kısmını gerçekleştirme olanağı bulamıyorlardı. Örneğin sinemada sansürün kaldırılması yönündeki girişimler devletin direnci ile karşılaşıyordu.

Buna karşılık, sanat alanlarına ilişkin iyileştirici bazı önlemlerin sağ politikacıların döneminde atılabildiğini gördük. Festivallerde yabancı filmlerin sansürden muaf kalmasını sağlayan yönetmelik Tınaz Titiz’in Kültür Bakanlığı döneminde, sinemaya kamu desteği sağlayan Sinema Kanunu Mesut Yılmaz’ın bakanlığı sırasında çıkmıştı. Özetle, Avrupa’da sağ ve sol iktidarların izledikleri kültür politikaları arasında gözle görülür farkların ülkemiz için geçerli olmadığını söyleyebiliriz. Yirmi küsur yıldır devam eden AKP iktidarında, devletin birkaç sanat alanına (sinema ve tiyatro) destekleri sürdürülürken, bu desteklerde siyasi tercihler etkin olmaya başladı. Kamu sanat kurumlarını zayıflatacak, sanat alanlarında büyük sermayenin etkinliğini artıracak bir kurum (TÜSAK) oluşturulmaya çalışıldı ama sanatçıların direnişi karşısında bu tasarı geri çekildi. AKP iktidarında sansür farklı biçimlerde -ağırlıkla ekonomik sansür olarak- varlığını sürdürürken, bir yandan da kendi sanatçılarını ve kurumlarını yaratma, destekleme çabası devam ediyor. Anadolu’nun bazı kentlerinde Valilikler, kaymakamlıklar eliyle oyun yasaklamaları sürerken,  göz ardı edilmemesi gereken işler de yapılıyor. Sanatı (özellikle tiyatro, opera dalındaki devlet kurumlarını) yurdun dört bir köşesine taşıyan “Kültür Yolu Festivalleri”, İzmir’de Demiryolları tesisleri restore edilerek oluşturulan, içerdiği müzeler ve etkinliklerle ciddi bir sanat kurumu olan “Sanat Fabrikası” ilk akla gelenler.

CHP’li yerel yönetimler ve sanat 

Son seçimlerle yurdun dört bir yanına ulaşan CHP’li yerel yönetimleri coşkuyla karşılayan sanatçıların beklentileri ise karşılıksız kalacağa bekliyor. Çünkü bu alanda çok başarılı işlere imza atan İstanbul Büyükşehir Belediyesi dışında CHP’nin seçim kazandığı yerel yönetimlerin icraatları pek umut verici görünmüyor, şimdilik… Tasarruf tedbirleri gerekçe gösterilerek bazı sanat etkinliklerinin durdurulması, Tarsus, Nilüfer gibi ilçe belediyelerinin uygulamaları şaşkınlıkla karşılanıyor. Tarsus’ta Şehir Tiyatrosu sanatçılarının başka görevlere atanarak, tiyatronun içinin boşaltılması, Nilüfer’de Nilüfer Kent Tiyatrosu’nun başarılı Genel Sanat Yönetmeni Murat Daltaban’ın görevine son verilerek, tiyatronun bir ‘Kurul’ tarafından yönetilmesi yönünde bir karar alınması sosyal demokrasinin ilkeleri ile bağdaşıyor mu? İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde benzer bir uygulama düşünüldüğünü gazete haberlerinden öğreniyoruz. Umarız doğru değildir... Sanat kurumları, bürokrasiyle, kurullarla falan yönetilmez. Tabi ki Danışma Kurulları oluşturulabilir, ama Genel Sanat yönetmeninin yetkisini sınırlamak demokrasi falan değildir.  ‘Liyakat’ ilkesini dilinden düşürmeyen CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e bir kez daha sormak isterim; CHP’nin bir kültür-sanat politikasına ihtiyacı yok mu? Yurdun dört bir yanına sanatı taşıyacak projeler üretme ihtiyacını hissetmiyor musunuz? Siyasi iktidar, Hierapolis’te Concertgebouw Oda Orkestrası konseri, Sivas’ta Yozgat’ta film festivalleri düzenliyor; bunu sağ partilerden değil sol-sosyal demokrat bir partiden beklememiz gerekmez mi? Elbette, sanatın özgürlüğüne ve özerkliğine saygı duymaları, popülizme teslim olmamaları kaydıyla…