‘Şahsım’ devletinde rektörlük yapmak

Prof. Dr. Mustafa ALTINTAŞ
Kurallara uymayan cumhurbaşkanından, kuralların cumhurbaşkanına uydurulmasından bu yana, Anayasaya, yasa, tüzük, yönetmelik ve benzeri yazılı kurallara uyum arayışının boşa kürek çekmek olduğunu bilmekle birlikte, yine de tarihe, belgeliklere ve kamuoyu belleğine not düşmenin, işe yarar olacağını düşünüyorum.
ANAYASAL KURUM OLARAK ÜNİVERSİTELER
Üniversitenin temel işlevi; bilimsel bilgiyi üretmek, bu bilgiyi üretecek ve uygulayacak insanları yetiştirmek ve üretilen bilgiyi toplumla paylaşmaktır. Bu işlevleri yerine getirmek için araştırma yapılması, yayımda bulunulması, uygulama gerçekleştirilmesi nedeni ile, kamusal hizmet olarak düşünülmeyi gerektirir.
Eğitim, öğretim ve araştırma hakkının yaşama geçebilmesi, ancak akademik özgürlüğün ve üniversite özerkliğinin bulunduğu bir ortamda tam olarak kullanılabilir. Akademik özgürlük; bilim insanlarının var olan egemen öğretiyle kendini bağlı duyumsamadan, öğretim ve tartışma özgürlüğünü, araştırma yapma, bunun sonuçlarını yayma ve yayımlama özgürlüğünü ve profesyonel ya da temsili akademik organlara katılma özgürlüğünü içerir. Bu özgürlük, yalnızca öğretim kadrosu için, yanı sıra öğrenci ve araştırıcıları içermelidir. Akademik özgürlük bireysel bir haktır. Ve gerçek üniversite bu hakkın bağsız, koşulsuz olması ile mümkündür. Özerklik ise kurumsal bir yetki olup, üniversitelerin akademik çalışmaları, işleyiş kuralları, yönetimleri ve öteki çalışmaları bakımından kendi istençleri ile oluşturdukları organları eliyle kendi kendilerini yönetmeleridir.
Varolan yükseköğretim kurumlarımızdan yukarıda özetlediğimiz akademik özgürlük ve yönetsel özerklik ölçütüne uyanların bulunduğunu ileri sürmenin olanaksız olduğunun tanıklarındanım. Akademik özgürlüğün olmazlığının en yakın örneği, “Barış Çağrısı”yapan akademisyenlerin, Anayasa kuralına aykırı olarak, topluca KHK ile mesleklerinden kopartılmasıdır. Akademik özerkliğin yokluğu, organların atama yöntemi ile, yükseköğretim dışı organ ve tek adam ile yapılmakta olmasıdır. Bunları ”Üniversite Tarihimizden”, özetleyerek göstereceğim.
Türkiye Cumhuriyeti 1924, 1961, 1982 olmak üzere üç Anayasa’ya dayalı olarak kurumlaşmış ve kurallaşmıştır. Üniversitelerin Anayasal kurum olması ise, 1961 Anayasası ile gerçekleşmiştir. Konumuz üniversite özerkliği ve yönetimi ile sınırlı olduğundan, yalnızca bu iki alandaki değişiklikler değerlendirilecektir.
1961 Anayasasında “Yürütme“ başlıklı İkinci Bölümde, 120nci maddede “Özerk Üniversite” başlığı altında yer alan üniversiteler; “Devlet eliyle ve yasa ile kurulan, bilimsel ve yönetsel özerkliğe sahip, kamu tüzel kişileri” ve kendileri tarafından seçilen yetkili öğretim üyelerinden kurulu organları eliyle yönetilen ve denetlenen…” kuruluşlar olarak tanımlanmaktadır.
12 Mart 1971 Askeri Müdahale sonrasında, 120nci Madde 20.09.1971 günlü 1488 Sayılı Yasa ile değişikliğe uğramıştır.1971 Değişikliği ile “Üniversiteler; Devlet eliyle kurulan, özerkliğe sahip kamu tüzel kişiler olup, Devletin gözetimi ve denetimi altında, kendileri tarafından seçilen organları eliyle yönetilir…”’e dönüştürülmüştür.
1982 Anayasası ise, 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nin ürünüdür. Buna göre Yükseköğretim Kurumları ve Üst Kuruluşları başlığı altında yer alan 130uncu Maddede üniversiteler; “kamu tüzelkişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip, Devlet tarafından yasa ile kurulan kurumlar” olarak tanımlanmaktadır. “Üniversiteler ve bunlara bağlı birimler, Devletin gözetimi ve denetimi altında olup, güvenlik hizmetleri Devletçe sağlanır” denerek, ”yasanın belirlediği usul ve esaslara göre; rektörler Cumhurbaşkanınca, dekanlar ise Yükseköğretim Kurulunca seçilir ve atanır” hükmü yer almaktadır. 1982 Anayasası ile, getirilen kurumlardan birisi olan, “Vakıf Yükseköğretim Kurumları; “kazanç amacına yönelik olmamak koşulu ile, Devletin gözetim ve denetimi altında, mali ve yönetsel konularda bağımsız kurumlar” olarak tanımlanmaktadır.
1982 Anayasası’nın131 inci maddesi ile getirilen Yükseköğretim Kurulu(YÖK); yükseköğretim kurumlarının öğretimini planlamak, düzenlemek, yönetmek, denetlemek, yükseköğretim kurumlarındaki eğitim-öğretim ve bilimsel araştırma faaliyetlerini yönlendirmek, bu kurumların kanunda belirtilen amaç ve ilkeler doğrultusunda kurulmasını, geliştirilmesini ve üniversitelere tahsis edilen kaynakların etkili bir biçimde kullanılmasını sağlamak ve öğretim elemanlarının yetiştirilmesi için planlama yapmak görevlerini” üstlenerek, üniversite organlarını işlevsiz bırakmıştır. YÖK, geniş yetki ve görev alanı ile “Ulusal Mütevelli Kurulu” ya da “Üniversite/Yükseköğretim Komiserliği” olarak da tanımlanabilir.
Vakıf yükseköğretim kurumlarının yöneticileri (rektör, dekan sıfatına sahip değillerdir), Yükseköğretim Kurulunun olumlu görüşü alınarak, mütevelli heyet tarafından atanır denilmektedir. YÖK Mevzuat Sepetinde, ÜNİVERSİTELERDE AKADEMİK TEŞKİLÂT YÖNETMELİĞİ vardır ve yürürlüktedir. Bunun 4üncü Maddesi, ”Rektör Seçimi ve Atanmasını”, 8inci maddesi de “Dekan Atanmasını” belirtmektedir. Cumhurbaşkanı kararı ile rektör seçilmesi ve ataması, bu Yönetmeliğe aykırıdır.
YÖK, ilk kez, 12 Mart 1971 Muhtırası sonrasında, 1750 Sayılı Üniversiteler Yasası ile, sisteme yamanmak istenmiştir. AYM, yasaya yapılmak istenilen bu yamayı, üniversite tanımı, akademik özgürlük ve yönetsel özerkliğe aykırı bulması nedeni ile, iptal etmiştir. İkinci atılım, 12 Eylül 1980 Askeri Darbe sonrasında, daha 1982 Anayasası yokken, 7 Kasım 1981’de gerçekleştirilmiştir. Demokratik parlamenter sisteme geçtikten sonra, iktidara talip olan siyasal partiler, YÖK Sistemini kaldırma sözü vermiş olmalarına karşın, YÖK’nu, kuruma dönüştürmüş, Bakanlıktan öte bir yapı ortaya çıkmıştır.
Genel Başkanlığını RTE’nin yaptığı AKP, 2001’deki ”Kalkınma ve Demokrasi Programı”nda yükseköğretim ereğini: “Türkiye’de yüksek öğretim, nicelik açısından büyük bir ilerleme kaydetmiş, ancak nitelik bakımından aynı başarı gösterilememiştir. Yüksek öğretimde köklü bir reforma ihtiyaç vardır. YÖK, üniversiteler arasında koordinasyon sağlayan, standart belirleyici bir yapıya kavuşturulacak, üniversiteler idari ve akademik özerkliğe sahip, öğretim elemanları ve öğrenciler üzerinde baskı, dayatma ve antidemokratik uygulamaların bulunmadığı, bilimsel bilginin üretildiği, araştırma ve öğretim faaliyetlerinin esas olduğu kurumlar haline getirilecektir” diye ortaya koymuştur. Büyük ilerleme gerçekleştiğini belirttiği niceliği daha da şişirirken, niteliği baş aşağı etmiş ve bugün hem mevzuat, yetki karmaşası yaratmış, içinden çıkılması zor bir yapı ortada durmaktadır.