Gücün baştan çıkarıcılığıyla ilgili çok şey söylendi, yazıldı çizildi. Asıl düşünülmesi gereken fantezilerin güce nasıl şekil verdiği. Kült liderler, tıpkı müzik ya da sinema starları gibi kendilerini takip edenlerin fantezileriyle beslenerek onların hayal ettiği kişiymiş gibi hissedebilirler. Hitler gibi epeyce bir örnek var. Yıllar yılı kendisini dışlanmış hissedenlerin fantezilerine uygun olarak...

GERÇEKLİKTEN KOPUŞ

Fantezi kişi, kendisine ayrılmış alana sığmakta, kendisini orada tutmakta zorlanır, onu takip eden kitlenin fantezisine uygun şekilde hiç akıllıca gelmeyecek çıkışlar yapabilir, sözler sarf edebilir, sonra o sözleri sanki hiç söylememiş gibi de davranabilir. O sadece takipçilerinin o anki arzusuna göre hareket etmiştir. Sorumluluk kendisinde değil, ona dair kurulan fantezilerdedir. Boyunu aşan pek çok işe kalkışabilir, sahip olduğu şeyleri kaybetme tehlikesini göze alarak. Çünkü gerçekliğin kurgulanabilir bir şey olduğu yanılsamasına kapılmıştır bir kere, yeter ki güce sahip olsun. Hitler, istese bir yerde durabilirdi, ama fantezileri durmasına engel oldu. Onu var eden de, yok eden de fantezilerdi... Gerçeklikten bir kere kopunca geriye dönmek kolay olmuyor.

BENLİK YİTİMİ

Fantezi kişinin karakteri, sürekli değişim halindedir. Bu değişimi etrafındaki kişilerin de sürekli olarak değişmesinden, o kişilerin yaşadıkları hayal kırıklıklarından anlayabiliriz. Ama burada asıl tehlike, bu fantezi kişinin bütün bu değişimin sonucunda kendi benliğini de yitirme ihtimalidir. Sık sık kim olduğunu hatırlama ve hatırlatma ihtiyacı duyar. Kendisiyle ilgili eleştiri ve yorumlara karşı aşırı hassastır, çünkü kendisiyle ilgili bastırdığı kuşkuları vardır. Bu yüzden nereye gitse peşinden kargaşa da gelir, sürekli başı beladadır. Bu yüzden daha fazla güç talep eder ama güçlendikçe yarattığı kargaşa da büyür.

Düşünülmesi gereken, neden kült liderlere, sanatçı ya da ünlü fantezi kişilere ihtiyaç duyulduğu? Fantezilere uygun davranmayan birine neden liderlik yakıştırılmaz örneğin? Bu sorulara pek çok açıdan yanıt verilebilir, ama fantezilere bakarak yaşadığımız toplum hakkında bir fikir sahibi olabiliriz. Öncelikle toplumsal koşullar kişinin güven duygusunu desteklemiyor, işini veya toplumsal statüsünü kaybetme tehlikesini sürekli canlı tutuyorsa otoriter yapılar o kişi için bir ihtiyaca dönüşebilir. Eğer bu güven ortamı sağlanmışsa, özgün kişilik özelliklerine sahip olmayan biri bile ötekine karşı daha açık olabiliyor. Bu toprakların tarihi bu açıdan iç açıcı değil. Çoğunluk kendisini kurban konumumda görüyor, bu duygu ve düşünce inkâr edilip bastırılsa da, kendine acıma öylesine yerleşmiş ki… Arno Gruen, kendine acımanın kendilik nefretini maskelediğini iddia ediyordu kitaplarında. Belki Z Kuşağı diye tanımlanan yeni nesil bu açıdan anlaşılamıyor olabilir, kurban olma durumunu kabul etmeyişleriyle. Ama onların da getirdiği bambaşka sorunlar var, ileride çokça üzerinde konuşulacak.

ÇARESİZLİK

Çaresizlikle baş etmenin yollarından biri de gerçekliğin inkârı... Artık dünya nasıl bir çaresizlikle baş başa kaldıysa bu çağa ‚hakikat sonrası‘ adı veriliyor. Hepimizin içinde, onaylanma, sevgi ve korunma bekleyen bir çocuk var. Bebekler üzerine yapılan araştırmalar, onaylanma ve sevginin besin kadar hayati bir öneme sahip olduğunu gösteriyor. Sosyal medyada ‚like‘ dilencisi gibi hissetmek boşuna değil. Eğer bu ihtiyaçlar karşılanmazsa ortaya çıkan acı ve korku çaresizliğe, çaresizlik de fantezilere ve kendilik nefretine neden olabilir.

Bu çaresizlik ve neden olduğu fanteziler, son dönem yerli TV dizilerinde de oldukça zengin bir biçimde sunuluyor. Herkesin herkese ‚atar‘ yapması ve anlaşılamamakla ilgili şikâyetler izleyenlerin fantezileriyle ilişkili. Herkes içindeki kurbanla yüzleşme derdinde.Arno Gruen‘in ‚Demokrasi Mücadelesi‘ adlı kitabında yazdığı gibi, "Zaman daralıyor. Yaşamdan yana olan herkes birlik olmalı ve iç kurbanın püskürtülmesi için tüm insanlara onurlu bir varoluşu garanti etmeyi görev edinmeli.“