Google Play Store
App Store

Yamalı Bohçaları çocukluğumdan beri severim; her bir parçası bir renktir, insanı alır başka başka dünyalara götürür. Bu açıdan yazının başlığı, “Yamalı Bohçalı Yazı” olmalıydı. “Dağınık Yazı” da olabilirdi. Ama mevcut başlık çarpıcı…

SARHOŞ ŞAKA

Yazıya Sarhoş Yazı başlığının verilmemiş olması yerinde. Çünkü, böyle bir başlığın uygun olabilmesi için yazı, “Hz. Ali mi yoksa Hz. Ömer mi daha iyi pilav pişirirdi?” biçiminde sorular içermeliydi.  Ayrıca bu yazı, Devlet Bahçeli için “siyasette gördüğüm en kibar kişi” diyen Sırrı Süreyya Önder’in “Sarhoş Şaka”larını da konu edecek kadar, en azından şimdilik,  sarhoş seviyede değildir.

ÖKLİD’İN ELEMANLARI

Gazete yazılarımın yamalı bohça dağınıklığında ve anlaşılmaz olmakla eleştirenler oluyor. Bu, büyük ölçüde doğrudur. Sadece yazılarım değil, kafamın içi de düşünce biçimim de bir yamalı bohça… Evren de bir yamalı bohça deği mi?

İki bin beş yüz yıl önce yazılmış on üç kitaptan oluşan Öklid’in Elemanları adlı eserinin birinci kitabının birinci önermesini, otuz milyon insanın matematik dersi alıyor olması nedeniyle, tartışmak, bir zorunluluktur. Bu önerme, verilen bir doğru parçasının kenarlarından biri olan bir eşkenar üçgenin sadece ve sadece pergel ve cetvel kullanılarak çizilebileceğini söylüyor. İki tane çizilebileceği de gösterilebilir. Bunların izdüşümlerinin düşünce dünyası bir yamalı bohça olan kişilerin  yazılarında yer almaması hayatın pratiğine aykırı olacaktır. Verilen bir doğru parçasının orta noktasını bulmayı anlatabilmenin zevki de bambaşkadır. Bununla kalınılmaz, dünyanın gelmiş geçmiş “en güzel” teoremi de anlatılmalı.

“EDEBİYAT” ÇETECİLİĞİ

Nazım Hikmet hem bir ağaç gölgesi hem  de bir güneştir. O  gölge sadece dinlenilen bir yer değil, bazen Aşık Veysel’in türkilerinin dinlenildiği bazen de güneşi zaptetmek için  eğitim yapılan bir devrimci karargahdır.

Yamalı bohçalı yazılarda  Nâzım Hikmet’in Yolculuğu adlı kitabın tanıtım yazısında şu ifadelerin anlaşılmazlığından hareketle Türkiye’deki edebiyat çetesinden ve onların dolandırıcılığından da bahsedilmeli: "Büyük dedeleri Müşir Mehmet Ali Paşa ve Mustafa Celâleddin, Alman ve Polonyalı isimleriyle dünyaya gelseler de kendilerine vatan seçtikleri Osmanlı için yaşamlarını feda etmişlerdir. Nâzım’ın şairliğinin, halkına adanmışlığının, mavi gözlerinin, resim sevgisinin geldiği yerdir. Nâzım Hikmet’in Yolculuğu, köklerine yürür..."

Nazım Hikmet Edebiyat çetelerinin, banka yayınevlerinin  oyun alanı olamaz!

SAHTEKARLIKLARIM

Başkalarının dolandırıcılığını konu eden bir kişinin kendi sahtekârlıklarından (özeleştirinin çok ötesinde) bahsetmemesi olamaz.

9 Mart’ta Bolu’da; Anka Kitabevi’nde, konusunun ağırlığı oldukça fazla sayılabilecek Sahtekârlıklarım başlıklı bir konuşma verdim. Konuşmaya başlamadan birkaç dakika önce, bahçenin iç duvarına yazılmış Attilâ İlhan’ın bir şiirindeki "Aysel git başımdan seni seviyorum" dizeleri, bana hayatımın en büyük sahtekârlığının ne olduğunu anlamama neden oldu: İlkokuldan beri sevdiğim kızlar oldu. Onların çoğuna sevdiğimi söyleyemedim. Bu, elbette sahtekârlık değildi. Ama üstüne basa basa onları sevmiyormuş gibi davranmam, onlara karşı yaptığım en büyük yalan ve sahtekârlıktı. O kızların beni sevebilmeleri, onların ve benim temel hakları olmalarına rağmen salaklığımın kurbanı oldular.

DOMUZİZM

Liberallerin sahtekârlıklarını anlatmak saymakla bitmez ama tadımlık olarak liberallerin eş başkanlarından biri olan Ufuk Uras’tan kısaca bahsedilebilir: Birkaç gün önce, bir akşam vakti telefonda, Kızılcık Şerbeti dizisindeki muhafazakâr Abdullah Bey ve otel müdürü Işıl Hanım’ın birbirleri üzerine yürümesini tartışırken Ufuk Uras’ın bir canlı yayında "zorunlu yurttaşlıktan gönüllü yurttaşlığa geçiş olmalı" sözünü de içeren ağdalı ve yağlanmış görüşlerini ekranlardan işittim. Konu, buram buram reel sosyalizmin PKK’yi nasıl aldattığı ve "kültüralizm" kokuyordu. Ufuk Bey’in karşısında, moderatör dışında, saçları güzel sarı renkli, yaklaşık on boğum örgülü, boğum bitişinden sonra yaklaşık on santimetre püsküllü, sağ omzundan öne sarkmış Prof. İpek Özkal Sayan vardı. İpek Hanım oldukça güzel, Ufuk Bey ise "domuz" ve "izm" kelimelerinin bileşmesiyle oluşan "domuzizm" kokuyordu. Ufuk Bey hızını alamadı, Suriye’de binlerce insanı katleden insan düşmanı, kadın düşmanı cihatçı alçaklara karşı Esad’ın temsil edilmesi gerektiğini de söylüyordu. Yani diyor ki: "Esad’ın kellesini El-Şara alsın." Ufuk Uras artık bir domuzist olmuştu.

SARAYDA İFTAR YEMEĞİ AÇMAK CAİZ MİDİR?

Yakın bir zaman içinde bazı partilerin bazı önde gelenleri Saray’a iftar yemeğine davet edilebilir. Milyonlarca insanın aç olduğu bir ülkede, son derece şatafatlı bir iftar yemeğinde bir yurtsever, afiyetle orucunu mu açar, yoksa tiksintiden kusar mı? Bu sorunun muhataplarından biri de Özgür Özel’dir.

Tablo bu! Böyle bir tablo içerisinde, verilen bir doğru parçasının orta noktasını pergel ve cetvel kullanarak nasıl bulunacağını anlatmak ve anlamak, rahat bir nefes almaya neden olmaz mı?

Bir yanımız Öklid’in Elemanları’nı okumalı, diğer yanımız sarayları yıkma hazırlığı içinde olmalı…