Şair toplumun vicdanıdır
Bilimi kendi çıkarlarına yönlendirmiş teknokratların modernizmi bu. Silikon vadisinin patronları bu yeni öndere tam destek sundular. İçlerinden en çılgınını, şımarık bir çocuğa benzeyen X patronu Musk’ı kabinesine aldı; o da keskin bir bıçakla daldı dünyanın kalbine.

Ne yapacağımızı bilemiyoruz; belki karşımızdakilerin, Trump ve benzerlerinin hazırlıklarını hafife aldık, bir tür şaka, magazin gibi gördük desek daha doğru olacak. Rahatımıza baktık, determinist konforumuz bizi yanılttı. Oysa boş övünmelerin bir yararı yok, hiçbir zaman da olmadı. Dünya dönüyor, güneş aydınlatıyor, ısıtıyor, sonra gece geliyor, kararıyor, soğuyor dünya. Bu değişmez döngüyü, gerçeği yineleyip durmanın hiçbir anlamı yok, hiçbir zaman da olmadı. Saldırganın pervasızlığı karşısında, “izin vermeyeceğiz, yapamayacaksınız, zafer bizimdir” demenin de anlamı yok. Sözlerimiz içi boş kelimeler, cümleler, sloganlar olmaktan çıkmadıkça, özne ile yüklem arasındaki ilişki somutlanmadıkça bu duaya benzeyen dilekler işe yaramayacaktır. Yitirdiğimiz kavgaları anımsayın. Neden sorusunu sormanın, aklı başında yanıtlar bulmanın zamanı gelmedi mi? Samuel Beckett’in “yine dene yine yenil, daha iyi yenil” sözlerini bir tür savunma, moral düzeltme gibi değil de bir mücadele çağrısı olarak anlamak daha doğru olmaz mı? Ya da “yavaşça ısınan sudaki kurbağa” metaforunu sık sık anımsamakta yarar yok mu?
Çılgın bir milyonere yetki verdi Amerikan seçkinleri ve durumun vahametini kavrayamayan seçmenlerinin alkışlarıyla tahtına oturdu milyoner. Büyük bir şehvetle önüne konulan kararnamelere fiyakalı imzasını tuhaf bir cakayla çakıyor, göğsümüze çakar gibi. Filistinlileri topraklarından kovmaktan, onlara ait güzelim sahilleri turistik otellerle eğlence yerleriyle doldurmaktan, Kanada’yı, Grönland’ı almaktan, Alaska petrolünü işletmekten, Panama Kanalı’na el koymaktan, Meksika sınırındaki duvarları yükseltmekten söz ediyor. Bizim ülkemizle ilgili planları olduğundan kuşku duyabilir miyiz? Amerikan emperyalizminin bu çılgın lideri ABD’nin daha açık bir zorbalıkla dünyaya hükmetmesi gerektiğine inanıyor. Yakın geçmişte kapitalizmin eğer değişmezse doğal ömrünü yitirdiğini bu nedenle de daha vahşileşmesi gerektiğini söyleyenler liderlerini buldukları kanısındalar. Dünya ise büyük bir tehditle karşı karşıya. Üstelik yıkıntıların hemen sonrasına geldi bu cehennem çağrıları. İnsanlık, yani hepimiz, kapitalizmden kurtuluş ve sosyalizmin kuruluşu denemesini nasıl olduysa yitirdik. Oysa o kutlu denemeyle, dünyamızın başına bela olan felaketi, büyük kayıplar vererek durdurmuştuk. Çalışanlar, üretenler, toprak köleleri, fabrika esirleri karşılarında yine yeni bir “modern” önder, Führer, el Cauidillo, Duçe buldular. Modern diyorum çünkü bilimi kendi çıkarlarına yönlendirmiş teknokratların modernizmi bu. Silikon vadisinin patronları bu yeni öndere tam destek sundular. İçlerinden en çılgınını, şımarık bir çocuğa benzeyen X patronu Musk’ı kabinesine aldı; o da keskin bir bıçakla daldı dünyanın kalbine. Bundan sonra kural yok, bundan sonra daha vahşi, daha çılgın olacağız diyorlar. “Kılıcın keskin ucu Çin’e mi dönecek dönsün, Avrupa önümüze mi çıkacak çıksın, Filistin kasabına tutuklama kararı mı çıkmış çıksın fark etmez, İsrail’le birlikte dünyanın canına okuyacağız” demekte dünyanın bu yeni belalısı.
Dünya korkuyla, kuşkuyla bekliyor. Şaşkınlık, bulsak da biat etsek derdine düşmüş, “zamanın ruhunu” arayan, ona ayak uydurmak için ne yapacağını bilemeyen politikalar sardı. Sosyalistler, sistemle kavga etmeyi bir türlü hazmedemeyen sosyal demokratlar, kafaları en küçük bir sarsıntıda karışıveren “özgürlükçü” liberaller, dünyanın cehenneme döndürüldüğü o savaş yıllarını unutmuş gibiyiz. Bu şaşkınlıkta kısa erimli çıkarların peşine düşen, uzun erimde büyük kayıplar verebileceklerini akıllarına getiremeyen, ABD ile ittifak kapılarını zorlayanlara da üzülüyoruz. Ama durum gördüğünüz gibi iyi değildir, umut vermiyor. İnsanlık, “nasıl durduracağız bu gidişi?” sorusuna hem de ivedi olarak yanıt aramak, bulmak zorunda. İsrail’in Filistin halkına saldırısı, on binlerce insanı, kadını, çocuğu katleden büyük bir kıyım olarak tarihin defterine kaydedildi. Hâlâ da sürüyor kıyım. Bu savaşın tüm Ortadoğu’ya yayılabileceğini söylemek artık bir kehanet sayılmaz. Bu kıyımın baş sorumlusu ABD’nin yeni liderinin de açık desteğine sahip. Arap ülkelerinin ve Türkiye’nin de yeni yönetime katkıda bulunacağı anlaşılıyor. Türkiye’nin bölge ile, Suriye’deki yeni yönetimle ilişkisinin bir ucu da kaçınılmaz bir şekilde Kürt sorununa bağlanıyor. Belirsizlik burada da durumun geçici tanımıdır. Suriye’de iktidara gelen ama henüz ülkenin tümünde egemen olmayan BM’de terörist kaydı hâlâ duran yeni yönetim koyu sisin nedenlerindendir. Suriye artık bölünmüş bir ülke. Geleceği belirsiz. Rusya “sütre gerisine” çekildi; yeni liderden Ukrayna konusunda destek bekliyor, belirtiler alacağını gösteriyor. Belirsizlikler her zaman güçlü olanın hizmetindedir. Peki çıkış yolu var mı halklar için? Çıkış her alanda özgürlüklere sahip çıkmakla bulunabilir ilkesi şimdilik küçük, cılız ama umut veren ışık gibi duruyor. Bu ışığı korumanın, büyütmenin yolu en başta artan baskılara karşı medyaya sahip çıkmaktır. Çünkü gerçeklerin yaygınlaşması, belirsizliğin zayıflatılması, giderilmesi insanların haber, ama doğru haber alabilmesine bağlıdır. İşte tam da bu nedenle şimdi medyayı korumak kollamak, tehlike ve tehditlere karşı savunmak önceliklidir.
Siyaset her geçen gün biraz daha yoğunlaşan sisli bir havada yol almaya çabalıyor. Deyim yerindeyse göz gözü görmüyor. Bu belirsizlik, bu sisli hava medyaya sınırları zorlamak gibi bir görev yüklüyor. Gerçekleri ortaya çıkarmak ve sergilemek artık yeterli değildir. Yalnızca açlık, yoksulluk gibi sonuçlar değil, sisin kendisi, kaynakları, yapısı da büyük ve ertelenemez bir haberdir. Büyüyen adımlarla ilerleyen otoriterleşme giderek genel bir politikaya dönüştü, ağırlaşıyor; meşruiyetin ve yasallığın tanımları değiştiriliyor, sınırları yeniden çiziliyor. Muhalefetin alanı daralırken iktidarın alanı genişliyor. Medya bu politikayı ortaya koymak, açıklamak, yorumlamak, bilgiye, süsten uzak habere dönüştürmek zorundadır. Ama cesur örnekler ne kadar azaldı farkında mıyız? Bu gidişe itiraz edebilecek bir başka güç, son yıllarda zamanın ruhuna dolayısıyla postmodern çözümsüzlük ideolojisine kendilerine kaptırmış kimi aydınlarımız, akademisyenlerimiz, yazarlarımız, halkın büyük ilgi gösterdiği oyuncularımızdır. Bu ideolojik arayışın ya da sapmanın, aydınları düzene uymanın ama aynı zamanda ayrıksı görünmenin çekiciliğine kapılmalarını kolaylaştırdı. Yine de son yıllarda toplumsal hareketlenme aydınları harekete geçirebiliyor. Sokağın ehlileştirmesine, susturulmasına karşı çıkanlarla aydınlar arasındaki açının daralıyor olması da iyimserliğimizi güçlendiriyor. Aydının sokağı, kendi yazdığı, çizdiği, hikayesi, şiiridir. Baskının amacı korkuyu yaygınlaştırmaksa buna dur diyebilecek güç, kendi hikâyesini, kendi alanında itirazını yazacak olan kültür dünyasıdır, şairlerdir, yazarlardır ve biz onlara toplumun vicdanı deriz.
Toplumun vicdanı olmanın doğal sonucu, suskun aydının düzen tutkusu, konformizmi ile mücadele zorunluluğu arasındaki derin çelişkinin aydını karar vermeye zorlamasıdır. Aydın bu çelişkiyi çözmeye zorlanacak ve eğer toplumun vicdanı olacaksa, durup düşünecek, etkin bir özne olarak davranmanın gereklerini yerine getirecektir. Şairin sözü susan aydına, aynı yolu yürüdüğü arkadaşlarınadır: “Susma diyor içimdeki korkak, titrek sesiyle / unutma, kor sendeyse üfle küle, külden kaleye / sor sen de zamansız sessizliğe hadi sor / kim susturdu bizi, kim girdi kanımıza.” Sahi kim girdi kanımıza? Sakın şu her devrin adamı olmayı marifet sayan postmodern “dandy” olmasın!