Google Play Store
App Store

Sait Faik, 1951’de sosyalist dergi Yeryüzü’nün soruşturmasına “Sanatkârın, hiç olmazsa bugünkü sanatkârın vazifesi, kendi yurdunda işsizlikle, dilencilikle, haksızlıkla, istismarcılıkla mücadeledir” yanıtını verir.

Sait “Laik” Abasıyanık

Birikim dergisi Ağustos 2024 sayısında “70 yıl sonra Sait Faik Abasıyanık”ı anıyor. Ölümünden 70 yıl sonra bile “klasik” olmayan, hâlâ “çağdaş”, hâlâ “yepyeni, taptaze”, handiyse “dünkü çocuk” olarak okunan, ne mutluluk, Sait Faik’i bir kez daha okumaya da davet sayılır bu. Davet bize, hepimize.

Kapsamlı ve iyi yazılardan oluşan, yeni şeylerin de söylendiği bir dosya olmuş, 10 yazıyla derginin büyük bölümü, Ece Ayhan’ın demesiyle Çakır hikâyeciye ayrılmış.

Sait Faik çalışmalarına derlemesiyle, yazılarıyla büyük katkısı olan Yalçın Armağan, “1940’ların içinden Sait Faik: “Küçük Adam’dan ‘Lüzumsuz Adam’a” yazısında; önemli bir “dönüşüm”e dikkat çekiyor. 1940 sonlarında “Küçük Adam” sınıfsal bir içerik kazanır ve Orhan Kemal’in “Küçük Adamın Notları” üstbaşlığıyla yayımladığı Baba Evi (1949) romanı da bu dönüşüme örnek sayılır. Sait Faik ise bu kavramı kullanmaz ama, Armağan’ın sözleriyle “ilk öykülerinden itibaren işçileri, emekçileri, yoksulları, kenarda kalmışları anlatmayı tercih ettiği görülür.”

Sait Faik, 1951’de sosyalist dergi Yeryüzü’nün soruşturmasına “Sanatkârın, hiç olmazsa bugünkü sanatkârın vazifesi, kendi yurdunda işsizlikle, dilencilikle, haksızlıkla, istismarcılıkla mücadeledir” yanıtını verir, sonra da ekler: “Şimdi kalkıp buna, bu realiteye bir konu bulsam da yazsam yiyeceğim damga ola ki komünisttir. Halbuki ne siyasetten anlarım, ne komünizmden çakarım.”

Peyami Safa da arkadaşı Sait Faik’in ardından 1955’de şu sözlerle yazıklanacaktır: “Sait Faik’i solculuğun dibine kadar yuvarlanmaktan kurtarmak için yaptığım gayretlerim, evimde, Beyoğlu lokallerinde, hatta sokaklarda gece yarılarına kadar saatlerce süren telkin ve irşadların hiçbiri fayda vermedi. Bedbaht arkadaş yuvarlandığı yerde kaldı ve öldü!”

Galiba “abartma sanatı” memlekette sağcılar için icat edilmiş! Kimse Sait Faik için solcu da demez sosyalist de, kendisi de zaten “rejimler hususunda hiçbir fikrim yok” demiştir. Mehmed Kaplan’ın üniversitelerde ciddi ciddi ders kitabı olarak okutulan “gayrıciddi” kitabı Şiir Tahlilleri’nde, Ülkü Tamer’i ünlü şiiri “Yazın Bittiği”nden hareketle Dev-Gençli yaptığını hatırladım. Şiirdeki “Gökyüzünü görünce gecenin devi / çıkarıp şapkasından yıldızlar saçar / cüceler bunu bilir, gürgenler bilir...” dizeleri için Kaplan’ın “akıllara seza” yorumu şöyledir: “Burada bahis konusu olan ‘gecenin devi’ kelimesi ile kastolunan Dev-Genç’tir. Cüceler ise onları küçümseyen insanlardır.”

Dosya, Sait ile Sabahattin kitabımı yazarken okuduğum Sait Faik üstüne iki değerli kitabın da yazarı, hikayeci Necati Mert’in “Öncesi Sonrası Sait Faik ve 1950 Kuşağı” yazısıyla açılıyor. Mert yazısının sonuna doğru Sait Faik’in dilinden söz ediyor: “1 Kasım 1928 günü Latin Harfleri kabul edilir. Sait Faik yirmi iki yaşındadır. İlki, ortayı, liseyi Arap harfleriyle okumuş, bitirmiş. Dile kolay. Tam on altı yıl. Alışkanlığını yeni alfabe döneminde de bırakamıyor Sait Faik, şimdi de hikâyelerini yazıyor sarı defterlere elle ve sağdan sola.” Yazar ya da değil, herkes için bir geçiş dönemi. Beni asıl ilgilendiren son paragraf oldu: “Ama yazdıkları ortada. Öztürkçe saplantısı yok. Konuşma diliyle ve onun kelimeleriyle yazıyor. ‘Öykü’ bile demiyor. Hikâye aşağı hikâye yukarı. Sonra ne “çağdaş” ne “laik”. Bayram kutluyor, kurban etinden söz ediyor, el öpüyor. Bakındı hele! Divan şairlerinden de Fuzuli’yi seviyor. Bunca ayıpla n’apıcaz şimdi?”

Ben Necati Mert gibi “ayıp demeyim ama, hakkaten n’apıcaz şimdi?” Attila İlhan Sol Kemalist bir şair ve yazardı, ağır Osmanlıca yazdığı için Cumhuriyet gazetesindeki köşesi kaldırılmıştı. Nuri Pakdil İslamcı bir yazardı ve kopkoyu bir Öztürkçeydi dili. Bunlara çok takılmadım da, tırnak içindeki çağdaş ve laik ne? Yani Sait Faik’in çağdaş ve laik olmadığını mı söylüyor? Bayram, kurban, el öpmek bunlar da yalnızca muhafazakâr, İslamcı, milliyetçi yazarlara ait değil, dinî gelenek, zamanla da kültürel bir hale dönüşüyor. Peki Sait Faik Fuzuli’yi sevmekle laikliğe ya da çağdaşlığa karşı bir iş mi yapmış oluyor? Hele o sondaki “bakındı hele!” ve son cümle “Bunca ayıpla n’apıcaz şimdi?”yle Sait Faik’i nerdeyse laiklik karşıtı ve çağdaşlığı eleştiren bir yazara dönüştürmüş oluyor. Yani hiç olmuyor!

Sait Faik toplumcu değildi, realist değildi, solcu değildi, sosyalist değildi, Marksist hiç değildi de, laik ve çağdaş da mı değildi? Sait Faik biricik ve onun da yaşam tarzından, çevresinden, yapıtlarından dünyası da belli, düşüncesi de. Bunlardan kuşkulandırır ya da öyle değilmiş iması uyandırır gibi sözcük oyunları kurmak da neyin nesi? Bu, memlekette Sait Faik’i en iyi okuyanlardan ve onunla ilgili iki değerli kitap yazmış bir hikâyeci, denemeci ve incelemeciden gelince üzücü. Üstelik laikliğin sadece adı kalmışken ve anayasa değişikliğiyle kaldırılması bile gündemdeyken daha da üzücü!