Şakanın büyüğü
Saraçhane’deki eylem/mitingi haberleştirmek üzere orada bulunan gazetecilere açılan davada, gazeteci olduklarının kanıtlanması istendi.
Şaka yapmıyorum. Yani, ortada bir şaka var ama yapan ben değilim.
Gazeteci oldukları hem meslektaşları hem kamuoyu hem de yüce yargımızca gayet iyi bilinen Zeynep Kuray, Bülent Kılıç, Kurtuluş Arı, Yasin Akgül, Gökhan Kam, Ali Onur Tosun ve Hayri Tunç önce gözaltına alınıp tutuklandı, neyse ki kısa süre sonra tahliye edildiler.
Ardından da haklarında takipsizlik verilmedi ve beklendiği üzere dava açıldı. 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 32/1. maddesiyle suçlanıyorlar: “Kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşlerine katılanlar, ihtara ve zor kullanmaya rağmen dağılmamakta ısrar ederlerse, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
Peki, gazeteci değil “eylemci” olduklarına kim karar verdi? (Yürüyüşün kanuna aykırılığı ve eylemcilerin suç işlediği iddiası da ayrı bir tartışma ama konumuz bu değil.)
İddianameye göre, kolluk kuvvetleri… (Hala şaka yapmıyorum)
Aynen alıntılıyorum: “Şüphelilerin üzerine atılı suçlamayı kabul etmedikleri, şüphelilerden Bülent KILIÇ, Kurtuluş ARI, Yasin AKGÜL, Zeynep KURAY, Gökhan KAM, Ali Onur TOSUN ve Hayri TUNÇ'un alınan ifadelerinde gazetecilik ve foto muhabirliği faaliyeti kapsamında olay yerinde bulunduklarını beyan ettikleri ancak yapılan dosya tetkikinde şüphelilerin beyanlarını doğrulayacak nitelikte olay yerinde gazetecilik faaliyetini ifa ettiklerine dair kollukça herhangi bir tespit yapılmadığı, bu kapsamda şüphelilerin beyanlarını doğrulayacak nitelikte delil veya emare elde edilememesi karşında Cumhuriyet Başsavcılığımızca beyanlarına itibar edilmediği…”
Kolluğun, yani polislerin bu konudaki yetkinliklerini - moda deyimle liyakatlerini - geçtim, burada daha önemli bir sorun var. Gazeteci olduklarına ikna olmadınız da gazeteci olmadıklarına karşın ne gibi bir deliliniz var? İddia makamısınız ya hani…
Bülent Kılıç, davanın açılmasının ardından X’te şöyle bir paylaşım yaptı: “Sevgili dostlar, kişisel bir mesele için yardımınıza ihtiyacım var, 18 Nisan’da davam var, komik ve absürt biliyorum ancak gazeteci, foto muhabiri olduğumu kanıtlamamı istiyorlar. Elinde Saraçhane’de çekilmiş görüntüm olan varsa lütfen paylaşsın, teşekkür ederim.”
Ben de bunun üzerine, “Hukukta kaybolan değerlerimizden: Müddei iddiasını ispatla mükelleftir... Gazeteci arkadaşlarımızdan, gazeteci olmadıklarına dair iddialarının aksini kanıtlamalarını istiyorlar.”
Arkadaşlarımızın çoğu kamera veya fotoğraf makinesiyle alanda bulunuyordu. Ama gazetecilik faaliyeti sadece fotoğraf çekerek icra edilmez, sadece orada bulunup ortamı gözlemlemek, katılımcılarla konuşmak veya pankartları okumakla bile yapılabilir. Ayrıca orada mesleğinin ilk gününde haber yapmak için bulunan bir gazeteci arkadaşımız da olabilirdi, yani mevzubahis kişileri tanıyıp tanımadığımız da önemsiz.
Zaten konu bu da değil.
Konu (ya da şakanın büyüğü) şu: İddia makamı, suçlamasına delil olarak, sanıkların o suçu işlediğine dair mahkemeye delil sunmak zorunda. Ceza yargılaması 101… Ancak bu davada sanıklara, kendilerine yöneltilen suçu işlemediklerine dair delil sunması isteniyor.
Evet, ortada bir şaka var ama komik değil. Ha, “Bu hale de zaten hukuku fetişleştirerek geldik ve şimdi çıkışı da aynı hukukla arıyoruz, bizim büyük çelişkimiz” derseniz, sonuna kadar haklısınız. Ama toplumsal ilişkileri ve hayatı mevcut kanunlara göre düzenliyorsak, 21. Yüzyıl’da Engizisyon hukukuna bu hızla adapte olunmasının bizi biraz şaşırtması, en azından ciddiyetsiz gelmesi normal. Malum, 80 yıllık “demokrasi” arasında sona geldik, bildiğimiz hayat değişiyor, Yeni Ortaçağ’a uyum sürecimiz sancılı geçecek.
Neyse konumuza dönersek, iddia sahibi (burada savcılık makamı oluyor), iddiasını kanıtlamak zorundadır. Tersi değil. Yani mesnetsiz bir suçlamayı yöneltip suçsuz olduğunu kanıtla, demek, bizi (insanlığı) 5-6 yüzyıl geriye, bambaşka bir hukukun hüküm sürdüğü bir geçmişe götürür. Bakın, hukuksuzluk demiyorum, başka bir hukuk… Dolayısıyla bugün yaşadığımızın hukuksuzluk olduğunu savunup, gerçekte varolmayan bir kurtarıcıyı çağırır gibi ‘hukuka uygunluk’ çağrısı yapmak yerine, hem insanlığın yüzlerce yıllık ortak mücadelesi sonucu elde ettiği haklarımızı savunmak hem de kanun veya hukuk yerine adaleti talep etmek daha mantıklı görünüyor.
Çünkü komik olmayan şakalardan bıktık, artık gülmek istiyoruz.