Sakil
Sakil, Arapça kökenli, öz Türkçe değil; ama, öz Türkçe'yi Öztürkler konuşsun; ben Türküm, Türkçe bana yetiyor. Hâlâ öz Türkçe takıntısı olanlara tavsiyem ise, önce öz Fransızca/öz Norveççe diye bir şey olabilir mi; bunun üzerinde bir düşünsünler; bir de 'anne/ana'nın öz-türkçe'si *ög/ök(süz)' olduğuna göre annelerine 'sevgili ökcüğüm' diye bir hitap ediversinler...
'Sakil'i, ne yazık ki gençlerin çoğu bilmiyor, tabii kelime olarak. Yoksa gerçeklik düzeyinde 'sakil', hiç kimsenin görmeme imkânı olmayacak şekilde gözlerimizin önünde: Kaba, ama sadece kaba değil aynı zamanda tiksinti uyandıracak kadar da çirkin.
'Ulan'lı, 'anan'lı küfürler, 'üç noktalı hakare-tamiz imalar, bomba Cumhuriyet'eyse "ne olmuş yani"nin yanısıra hukuku dine/diyanete, sağlığı da piyasaya bağlamaya yönelik açık bir insanlık düşmanlığı, 'haremlik-selamlık'a en üst düzeyden, halkın parasıyla harem besleyip dokunulmazlık zırhı altında kadın dövme şerefsizliğine zımni destek, vekaleten atamalar veya 'temel yasa' yoluyla pervasız bir hilekârlık, yüksek görevlere getirilen 'sıkmabaş karılılık* kriteri, gazetecisinden büyükelçisine kadar haşla-ma-azarlama-hakaret: Sakil bir tablo ve bu tablonun baş sorumlusu/aktörü Çankaya'ya çıkmak istiyor.
Kanunen tabii ki çıkabilir ama, hiç de meşru olmaz; toplam seçmenin sadece yüzde 26'sının oyunu almış, yani yüzde 74'ü kendisini istememiş iken: Böyle bir durumu yasal kılan bir seçim sistemi meşru değildir ve bu sistemi değiştirmenin peşine düşmeksizin onun oraya çıkmasına karşı çıkmak da hem gayri-meşru, hem de ahlaksızcadır.
Kendi başına belki hiçbir şeyi halletmez ama, bugün talep edilmesi gereken, sıfır ba-rajlı bir seçim sistemidir. Zira mevcut yüzde 10 barajı, belki bidayette 'sol'a karşı bir engel olarak tasarlanmışsa da, son 15 yıldır Kürtleri parlamento dışında tutmaya yönelik bir apartheid enstrümanı olarak muhafaza edilmekte; güç, önem ve egemenliklerini bizlerin eme-ği/vergisi/kanı üzerinden kazanan savaş lord-larının o pek sevdikleri savaşı ilanihaye bitiril-mez kılmaktadır.
Bu bağlamda 'temsilde adalet, ama yönetimde de istikrar' diyerek yüksek seçim barajından yana laf edeceklere söylememiz gereken ise, çeyrek yüzyıldır kendi halkının bir bölümüne karşı savaşan ve kendi vatandaşlarından otuz binini yok edip, on bin kadarını da öldürdüklerine öldürttüren bir ülkede 'istikrar'dan söz etmenin ya tümden beyinsizliğe ya da mutlak bir ahlaksızlığa tekabül edeceğidir.
Ama şu da bir gerçektir ki, Türkiye insanın yaşadığını sanmak için beyinsiz, yaşayabilmek için de ahlaksız olmak zorunda olduğu bir ülke haline getirilmiştir. Bunun ötesine geçmenin ön koşulu ise Amerikan/NATO emperyalizmi desteğinde komprador burjuvaziyle eklemlenip solu ve emek güçlerini yok etmek üzere ülkeyi önce kanlı bir iç çatışmaya sürükleyen, sonra da bunu bahane ederek darbe yapan güçlerin, aslında buzdağının su üzerindeki bölümünden başka da bir şey olmayan 12 Eylül cuntacılarının yargılanmasıdır.
Kenan Evren ve şürekâsı sadece buzdağının görünen bölümüdür ama, bunların yargılanması insanlardaki hak duygusunun tatmini ve hukukun yeniden tesisi açısından hayati öneme sahiptir; zira, insanı diğer canlılardan ayıran yegâne şey hak ve adalet kavramlarına sahip olması ve eğer bunların gerçek yaşamda hiç bir kıymet-i harbiyeye sahip olmadığını görür/düşünür hale gelirse hiçbir hayvanın olamayacağı kadar alçak ve insafsız bir yaratık haline gelecek olmasıdır ki, insanlarımızın hızla böyle bir noktaya doğru kaymakta olduklarını görüp anlamak için de, Hırant Dink'in yazdıklarından Türklüğe hakaret çıkarabilenlerden sadece bir milim daha zeki/namuslu olmak yeter.