Şalamov’dan yeni öyküler
Varlam Şalamov, Karaçam’ın Dirilişi’ndeki öykülerinde zor koşulları belgelemenin ötesinde, insanların açlık, soğuk, hastalık ve tehdit altındaki hayatlarına rağmen direnişlerini de göstermenin peşinde.

İlke KAMAR
Edebiyat tarihi en zor koşullarda bile insanın var olma mücadelesini aktarırken, hem tarihsel bir tanıklık sunar hem de yaşananları anlamlandırmaya çalışır. İşte bu çaba insanlık hafızasını da oluşturur. Varlam Şalamov’un Karaçam’ın Dirilişi, bu mücadelenin acımasız koşullardaki yansımasına güçlü bir örnek oluşturuyor. Gamze Öksüz’ün Rusça aslından çevirdiği Karaçamın Dirilişi, Kolima öykülerinin devamı niteliğinde. Şalamov, Gulag olarak bilinen Sovyet çalışma kamplarındaki deneyimlerini anlatırken insanlık tarihinin karanlık bir dönemine de ışık tutuyor öyküleri aracılığıyla. Yirmi sekiz öyküden oluşan Karaçamın Dirilişi, tematik olarak birbirine bağlı ve Şalamov’un çalışma kampında yaşadığı, gözlemlediği trajediyi görmemizi sağlıyor. Stalin döneminde 18 yıla yakın süre çalışma kamplarında hayatta kalabilen az sayıdaki insandan biri olan Şalamov, öykülerinde zor koşulları belgelemenin ötesinde, insanların açlık, soğuk, hastalık ve tehdit altındaki hayatlarına rağmen direnişlerini de göstermenin peşinde. Bununla birlikte öykülerinde doğa - insan arasındaki etkileşimi ve ahlaki çöküşünü de ortaya koyuyor demek mümkün:
“1930 yılının yazında, Berezniki’deki kampta 458. Madde kapsamına göre salgın hastalık nedeniyle serbest bırakılmak üzere yaklaşık üç yüz kadar mahkûm toplandı. Bunlar siyaha çalan mavi lekeleriyle, iskorbütten çekilmiş diş etleriyle, donma sonucu ampute edilmiş güdük uzuvlarıyla Kuzey’in insanlarıydı. Çalışmamak için kendi uzuvlarını kesenleri 458. Maddeye dâhil etmedikleri için serbest bırakmadılar ve ceza sürelerinin sonuna kadar veya kazara ölünceye kadar bu mahkûmlar yaşamaya devam ettiler. ”
SİYASİ ELEŞTİRİ ÖTESİNE GEÇEN ÖYKÜLER
Şalamov’un öykülerinde öne çıkan temalar; hayatta kalma mücadelesi ve direnç. İnsanın doğayla savaşı, umut ve umutsuzluk, doğada yeniden var olabilme mücadelesi de en çok işlenenler. Ve belki de en önemlisi insan ruhunun en kritik anlarının izini sürdüğü deneyimler…
Şalamov, kampta yaşananları yalnızca politik bir eleştiri aracı olarak ele almıyor, insanın kendi varlığının tehlike altına girince nasıl dönüştüğünü de gösteriyor bize. An gelir, hayatta kalmak için tüm değerler unutuluyor. Dayanışma, birlikte mücadele yerini mahkûmlar arasındaki çıkar ilişkilerine bırakır. Peki, Karaçamın Dirilişin’de umut yok mu? Şalamov, Gulag’da umuda dair kırıntıları gösterir bize küçük, insani davranışların getirdiği kısa süreli umutların ötesine geçmez bu:
“Atkım için esaslı bir av başladı, ama onu daha iyi muhafaza ettim, banyo yaparken üzerime sardım ve hiç çıkartmadım. Atkımı çok geçmeden bitler sardı ama sırf kaybetmemek için bu eziyete de katlanmaya hazırdım. Bazı geceler bit ısırıklarından dinlenmek için atkıyı çıkarıyordum ve ışık altında onun nasıl kımıldadığını görebiliyordum. İçi bit doluydu. Bir gece vakti tahammülüm kalmadı, sobayı fazla yakmışlardı ve alışılmadık derecede sıcaktı, bu yüzden atkıyı çıkardım ve ranzada yanıma koydum. Atkı anında gitti ve bir daha da asla bulunamadı.
KARAÇAM GİBİ HAYATA TUTUNMAK
Kitaba ismini veren Karaçamın Dirilişi ise, yazarın insan - doğa arasındaki ilişkiyi ele aldığı öykülerinden biri. Karaçam, doğanın sert kışın ardından yeniden canlanmayı simgeliyor. Ancak bu diriliş, kamptaki insanlar için genellikle erişilmez bir umuttur yazara göre. Şalamov, bu öyküde olduğu gibi diğer öykülerinde de doğayı hem bir teselli kaynağı hem de insanın çaresizliğini hatırlatan bir unsur olarak kullanıyor diyebiliriz. Karaçam, Kolıma'nın sert doğasında hayatta kalmayı başaran bir ağaç türü olarak mahkûmların dayanıklılığının bir sembolüdür. Ağacın ölümden sonra bile hayata döndüğü metaforik bir şekilde işlenir öyküde. Aynı zamanda kamplarda ölen milyonlarca insanın unutulmaması için bu yönüyle öne çıkar:
“Karaçam bu ölüler adına, nefes almaya, konuşmaya ve yaşamaya cesaret ediyordu. Diriliş için güç ve inanç gerekir. Bir dalı suya koymak tek başına yeterli değildir. Ben de bir karaçam ağacının dalını su dolu bir kavanoza koymuştum; dal kurudu, cansızlaştı, kırılganlaştı ve gevredi, hayat onu terk etti. Dal unutulup gitti, kayboldu, dirilmedi. Ama şairin evindeki karaçam, bir kavanoz suyun içinde canlandı. Evet, leylak dalları vardır, kuş kirazları vardır, yürek burkan romanslar vardır; karaçam ise aşkların konusu, teması değildir. Karaçam çok ciddi bir ağaçtır. Bu iyiyi ve kötüyü bilmenin ağacıdır; bir elma ağacı, bir huş ağacı değildir! Âdem ile Havva’nın cennetten kovulmasından önce Cennet Bahçesi’nde duran ağaçtır.”
Karaçam’ın Dirilişi’nde Şalamov’un anlatım tarzı son derece sade ve doğal. Kamptaki hayatı adeta belgeselci gibi anlatırken duygusallıktan uzak bir tavrı var. Öykülerin süssüz anlatımı daha güçlü bir his yaratmış.
Kolıma’da 17 yıl yaşamak zorunda kalan Şalamov kampın sadece insan bedenindeki fiziksel tahribatına odaklanmıyor. Kamp, insanın kişiliğini de dönüştüren bir yer aynı zamanda. Benlik çözülmeleri, zihinsel deformasyonları şiddetli bir şekilde yaşayan Şalamov’un hayata tutunmasında şiir ve düzyazının önemini anlıyoruz. Binlerce ölü ya da diri mahkûmun sesi olmak için yazdığından, insan psikolojisinin tüm katmanlarına sızmaya çalışırken belgesel niteliğinde bir anlatımı seçiyor yazar. Bu yüzden öyküleri kısa da olsa aktardığı gerçeklik okuru kamp ortamına taşıyacak kadar etkiyici.
Şalamov, Aleksandr Soljenitsın, Yevgeniya Ginzburg, Vasili Grossman gibi diğer kamp yazarlarıyla birlikte anılsa da onların aksine öykülerinde daha kişisel ve içsel bir bakış açısı yansıtıyor.
Karaçam’ın Dirlişi’nde hem kurban hem de gözlemci durumunda. Bu yüzden insanın en zor koşullarda bile hayatta kalma mücadelesini anlatırken okuru derin bir şekilde düşündürdüğünü söylemek yanlış olmayacaktır. Ve belki de en önemlisi kitap sadece bir edebi metin değil, aynı zamanda karanlık bir döneme ışık tutan belge niteliğinde.