Şampiyon ve Prenses
Öğrenciyken 90’larda Beyoğlu’nda Sadri Alışık sokaktaki bir çatı katında kalıyordum. Sokaktaki her köpeğin, her kedinin sokak sakinlerince verilen bir ismi vardı. Çoğunun adını bugün unutmuşum, aklımda iri yarı bir sokak köpeği olan Şampiyon’un adı kalmış. Sokağın gerçek sahibi oydu. O iri yarı korkutucu görüntüsünün altında yumuşacık dost canlısı bir kalbi vardı. Sabahları bazen benimle birlikte İstiklal Caddesi’ni geçerek otobüs durağına kadar geliyordu Şampiyon. Beraber kahvaltı yaptığımız oluyordu. Her sokak köpeği gibi iyi bir dinleyiciydi.
PRENSES
Daha sonra Kadıköy’ün eski sokaklarından birinde yaşamıştım. O sokakta da her kedi ve köpeğin bir adı, bir hikâyesi vardı. Sokağın en ünlü kedisi Prenses’ti. Prenses denmesinin nedeni, yüzündeki yaralardı. Ama sokaktaki kedilerin çoğunun annesiydi. Ne zaman ortadan kaybolsa, kesin doğum yapmıştır diye dedikodusu yapılırdı. Herkes Prenses’e saygı duyardı. Kimse Prenses’e dokunamamıştı, inanılmaz ürkek ve temkinliydi. Bunca yıl hayatta kalmasını sağlayacak stratejiler geliştirmişti, yavrularına iyi bakardı. Sanırım İstanbul’un eski semtlerinin çoğu böyleydi, sokak hayvanlarının gündelik hayatta bir yeri, önemi ve hepsinin bir hikâyesi vardı.
İNSAN DOKUSU
Yıllar sonra Ataşehir’de beni bir sokak köpeği ısırdı. Köpek için üzüldüm, kim bilir neler yaşamıştı, nasıl bir stres ve baskı altındaydı. Adını ve hikâyesini bilmiyordum. İlk defa başıma gelmişti. Onlara kucak açan bir şehir ya da sokak hayatı azaldığı için sokak hayvanlarının da ruh sağlığı bozulmuş olmalıydı. Bütün o eski sokakların insan dokusu da değişmişti zamanla. İnsan dokusu da kendi içinde bir değişim yaşıyordu. Bauman’ın ‘Iskarta Hayatlar’da yazdığı gibi, "daha az vicdanlı olanlar"ın egemenliğindeki bir dönemin içindeydik artık. Bir yandan da bu kişiler vicdanlarını rahatlatmak için uyduruk yardım kuruluşlarıyla çalışıyor, politikacılar kürsüye çıktıklarında gerçeği çarpıtan yalanlarla kitleleri oyalıyorlardı; imar aflarına da, orman yangınlarına da, iş cinayetlerine de sorumluluk almayan bir açıklamaları mutlaka vardı.
VİCDAN
Salman Akhtar ‘Acının Kaynakları’ kitabında, suçluluk ve vicdan azabı arasındaki ayrımı şöyle açıklar: "Suçluluk kuralları ihlal etmekle, vicdan azabı ise başkalarına zarar vermekle alakalıdır. Suçluluk, itirafla hafifler; vicdan azabının hafiflemesi için ise onarım gerekir. Suçluluk, geçmişle, şimdi ile veya gelecekle ilgili olabilir; insan kuralları çiğnediği için, çiğnemekte olduğu için veya bunu istediği için kendini kabahatli hissedebilir. Vicdan azabı ise her zaman geçmişle ilişkilidir. Masum birini veya daha fenası, sevilen birini incittiğini fark edince (veya bunu gerçekten kabullenince) ortaya çıkan bir huzursuzluk halidir. Suçluluk, kaygının kız kardeşidir; vicdan azabı, pişmanlığın kuzenidir."
KORKU
Çıkarlara göre yaratılmış kurallar, ötekine zarar verme düşüncesini önemsizleştiriyor. Ama daha fenası, dünyanın pek çok yerinde, büyük gruplarda korkular uyandırarak ve bu korkuları alevlendirerek siyasilerin kitleleri kendi çıkarlarına göre yönlendirmesi yaygın bir durum. Korkunun olduğu yerde vicdanın sesi kısılır. Vicdanın sesini açacak tek şey birliktelik ve cesaret. Şampiyonlar ve Prensesler için...