Sanatçı Demet Sağıroğlu: Sektörün duvarını itirazlarımla yıktım
Türkçe pop müziğin en önemli temsilcilerinden Demet Sağıroğlu, Işıl Işıl Sahne’ye konuk oldu. Sağıroğlu, kadın müzisyen olarak sektörde tutunmaya dair, “Önümü kesmeye çalışanlar oldu ama kendi çabamla bir yerlere geldim. Sektörde çıkıntı ve itirazcı olarak anılmaya başlandım. İsmimin hâlâ anılıyor olması çok güzel” ifadelerini kullandı.

Işıl Çalışkan
Bir yanda grafik tasarım, diğer yanda müzik… Demet Sağıroğlu’’nun hikâyesi tam da bu yol ayrımında şekilleniyor. Bilkent Üniversitesi’nde grafik tasarım eğitimi alırken, girdiği Şan Bölümü sınavını birincilikle kazanıyor. Tam burslu olarak başladığı müzik eğitimi, onu önce opera sahnelerine, ardından Türk müziğiyle birlikte Kayahan’ın vokalisti olarak geniş kitlelerin karşısına taşıyor. Ama Demet Sağıroğlu, hiçbir kalıba sığmayan bir sanatçı: Sahnedeki ışıltısını müzikallerdeki performanslarına, beyazperdenin notalarına ve Türkçe popun unutulmaz şarkılarına taşıyor. Üstelik hem besteci hem de söz yazarı olarak…
“Arnavut Kaldırımı”, “Kınalı Bebek” ve “Papatya Falları” ’90’lardan bu yana unutulmaz eserlerde imzası olan Sağıroğlu’nun bıraktığı izlerden sadece birkaçı. Onun sanat yolculuğu yalnızca şarkılarla sınırlı değil. Sahne tecrübesine tiyatroyu da ekliyor; Zeki Müren Bir Demet Yasemen müzikali ve Nilgün dizisiyle oyunculuğunu sergiliyor. Büyük ustalarla yürüdüğü müzik projelerinde Atilla Özdemiroğlu’ndan Fazıl Say’a uzanan isimlerle çalıştı. 2009’da Melih Kibar’ın müzikleriyle hayat bulan Adını Sen Koy filmi ise bu çok yönlülüğün bir başka nişanesi. Şimdilerdeyse Sağıroğlu, sözü ve müziği Murat Güneş’e ait yeni single çalışması “Aşktan Bir Fazla” ile dinleyicisinin karşısına çıktı. Demet Sağıroğlu’yla müziğe adanmış bu çok yönlü yolculuğu konuştuk.
En baştan başlamak istiyorum… Bilkent Üniversitesi’nde Grafik Tasarım Bölümünü okurken tesadüf eseri Şan Bölümünün sınavına girmişsiniz ve birincilikle kazanmışsınız.
Şans değil aslında. Ben bir sene önce de Hacettepe Devlet Konservatuarı’nın sınavına girmiştim. Orada da yedeğe kalmıştım. Demişlerdi ki “Git ailenden izin al.” 18 değildim o zaman. “Birkaç ay sonra 18 olacağım” dedim çünkü babam, ailem müzik okumamı değil; öncelikle ya hukuk ya tıp okumamı istiyorlardı.
Öğretmen çocuğusunuz değil mi?
Öğretmen çocuğuyum. Babam da mühendis. Gidip ailemden izin istedim, ailem de izin vermedi. Ertesi sene annem de grafik mezunu olduğu için ben grafiği çok istiyordum ve Marmara ve Hacettepe’de Resim Bölümünü kazandım ama “Grafik de grafik!” diye tutturmuştum. Bilkent’te grafiği kazandım. Onun üzerine dedim ki, “Ben grafik istiyorum ve gideceğim, yazılacağım.” Babam da “Olmaz” dedi. Memur çocuğu olarak paralı üniversiteyi kabul etmedi. Sonrasında “İlk taksidi veririm” dedi. Grafik Bölümüne başladım. O sırada da konservatuvar sınavlarına da girmiştim babamdan gizli. Müzik Fakültesi’nin bölüm başkanı Ahmet Kanneci’ydi. Dediler ki “Sizi Ahmet Kanneci çağırıyor, 10 gün sonra gittim ve “Sen Şan Bölümü sınavlarında birinci oldun” dediler. “Ne güzel ama ben grafiğe yazıldım” dedim. “Sen burs kazandın” dediler. Sonrasında “Biz para yatırdık grafik için” dedim. “Çekebilirsiniz” dendikten sonra babamı düşünerek hemen Şan Bölümüne geçiş yaptım.
Peki, öncesinde müzik hayatınızın neresindeydi? Müzisyen olmak istiyor muydunuz?
Müzisyenlik değildi ama ben sürekli şarkı söylerdim. Eurovision bizim için çok önemliydi o zamanlar. Ben hemen ezberlerdim, izleyip ertesi gün okulda, mahallede herkese söylerdim. 8-9 yaşlarındayken kendi sazımı yapmıştım. Tellerle, kanuna benzeyen bir müzik aleti idi. İlk bestemi 11 yaşında yaptım. Ama Türk sanat müziği idi, ilginçtir. Sonrasında beni bir sanatçıya götürdüler ve besteme bakmıştı: “Üç makam bir arada. Ama çok enteresan geçişleri var” demişti o müzisyen. Ortaokul yıllarında da yazı dilim gelişti. Şiir, roman, hikâyeler yazmaya başladım. Gazetelerde yayınlanan şiirim ödül almıştı. Sonrasında da yabancı şarkılara Türkçe söz yazmaya başladım. Onlar hep vardı ama “İleride bir şarkıcı olurum” fikri düşüncemde yoktu. Hayat beni yönlendirdi. Annemle babam ayrıydı. Babam beni aldığında 4 buçuk yaşındaydım. Ankaralılar bilirler; Tunus Caddesi’nde 8 daireli bir Melodi Apartmanı vardı. Oturanların 7’si müzisyendi. Sonrasında da ben müzisyen çıktım 8’de 8 oldu.
EUROVİSİON MOTİVASYONDU
Kariyerinizin en başında aslında Eurovision’u deneyimleme şansınız oldu. Bu sizin sanatsal motivasyonunuzu nasıl etkiledi?
Eurovisionları seyredip de 3-4 yıl sonra İstanbul’a gelince Kayahan ağabeyle tanışmam, Eurovision’a direkt katılmam çok ilginçti. Bir anda her şey çok farklı oldu. Daha profesyonel bakmaya başladım ve “Artık hayatıma ve müziğe daha fazla ne katabilirim?” diye düşünüyordum. Çünkü sonra Bilkent’ten İTÜ’ye geçtim, Türk Sanat Müziği Konservatuvarı’ydı. Oradan da pop’a geçtim. Benim için çok önemli bir tecrübeydi. Bir sanatçının kariyerinin başında Eurovision’a katılması çok önemli bir motivasyon.
Türk pop müziğini aslında dünya arenasından gözlemleme şansınız da oldu. Bu sizin üretimlerinize de yansımıştır.
Ben Türkiye Sony Müzik’in ilk sanatçısıyım. Onların vasıtasıyla yabancı müzisyenlerle de iletişime geçtik. Beste alışverişlerinde bulunduk. Üçüncü albümümü Yunanistan Atina’da yaptık. “Bir soluk olsun, bir renk olsun aranjelerimizde” diye. Hatta Yunanistan Sony, “Bu albümü Yunanca söyle” dedi. “Söylemem. Ben Yunanca bilmiyorum ve bir şarkıyı söylerken ne söylediğimi bilmek isterim” dedim. O yüzden kabul etmemiştim. Bir şeyi yapıyorsam becerebildiğimce en iyisi olması lazım.
Az önce söylediğiniz şey çok önemliydi: “Anlayarak söylemek isterim” dediniz. Ben sizin şarkılarınızı dinlerken bir tiyatro izliyor gibi hissediyorum. Gerçekten yaşıyorsunuz, yaşayarak söylüyorsunuz.
Çünkü öbür türlü ezbere olacak. Ezberde de konuyu bilirsin ama ben şarkıları ve sözleri daha vurgulamaktan yana bir müzisyenim.
Türk sanat müziğine ilgi duymanız da belki bundan geliyor olabilir değil mi?
Olabilir tabii. Türk sanat müziğini de çok severim. Eski güzel eserleri çok severim. Herhalde onların şarkılarında da bir edebî yön olduğu için de yaşayarak söylüyorum aslında. Hissederek sevdiğim şeyleri söylemekten hoşlanıyorum.
İlk albümünüzü ’94’te, Kayahan’ın aslında “Henüz erken” demesine rağmen çıkardınız.
Yani Kayahan ağabey bunu ’90’lı yıllarda söylüyordu tabii. 1990’da Eurovision’a katıldık. Sonra yapımcıların gözleri bana çevrildi. Vokalist olarak en ünlü vokalist bendim. En sonunda Şehrazat ve Uzay Heparı ile anlaştım. Kınalı Bebek çıktı. Arnavut Kaldırımı da 1995’te çıktı.
Peki, bir kadın olarak sektörde tutunmak nasıldı?
O zamanlar onu anlamıyorsun. Çünkü ben zaten bir anda bir popüleritenin içine girdim. Kayahan ağabey popülerdi ve Eurovision’u kazanmamız da zaten o etkili olmuştu. “Yemin Ettim”, “Geceler”, “Elmanın Yarısı”, “Mor Menekşe”, “Seni Seviyorum”, “Esmer Günler” vardı. Ben bu dünyanın içine daldım bir anda. Okuldan çıktım, ünlü sektörüne girdim. Çok güzeldi, bana normal geliyordu her şey ama öyle olmadığını şimdi görüyorum. Aslında ben çok şanslıyım açıkçası. Tabii benim de çabamla ve yeteneğimle bunu pekiştirdim. 4 buçuk sene vokal yaptım. Sektörü çok iyi tanımıyordum. İnsanların nasıl bir karaktere sahip olabileceklerini bilmiyordum. Zor biraz tabii kadın olarak müzik yapmak. Çünkü yanında başka şeyler de aranıyor. Bazen işte “Şuraya gel, bunu yaparsan şöyle sana imkânlar tanıyacağız, ödüller vereceğiz” gibi. Ben bunların içine hiç girmedim ve hep karşı çıktım. O yüzden de sektörde biraz çıkıntı ve itirazcı olarak anılmaya başlandım. Kendi çabamla bir yerlere geldim. İsmimin hâlâ bu baskıcı sistem içerisinde anılıyor olması çok güzel tabii benim için. Yoksa onu da kapatmaya çalışanlar oldu. Örneğin başarı sıralamalarının noter ve halk seçmesi huzurunda yapılmadığına şahit oldum. Ve bu sebeple hakkı yenen diğer müzisyenler adına birçok ödülümü almayı reddettim.
Son şarkınız “Aşktan Bir Fazla”nın hikâyesi nedir ve aşk sizin için ne ifade ediyor?
Benim için aslında aşk çok güzel bir şey. O ilk duygu... Ama aşk gelip geçici; sonuçta geriye sevgi ya da saygı kalıyor. Gençlik çağımızda yaşadığımız her aşk için âşık olduğumu zannediyordum. Ama öyle olmuyormuş. Yani bence aşkın süresi geçicidir ama yine de çok önemli bir duygu. O ilk hissin içindeki yaşattığı şeyler... İştahın kesilmesi... Her şey birden farklı bir dünyaya, farklı bir yere dönüşüyor. Sıradışı... Ve tabii çok da yazdırıyor bu süreç. Evet, bir tek bu yüzden daha da çok seviyorum aşkı. Ayrılıklar da yine yazdırıyor. Acısıyla, tatlısıyla aşk güzel.
***
2000’LER MÜZİĞİ TÜKETTİ
30 yılı aşkın süredir Türkçe pop müziğin dönüşümüne, gelişimine tanıklık ettiniz. Bugün geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tabii ki çok güzel işler yapılıyor ama yapılmayanlar da var. Özellikle 2000'lerden sonra halka sunulan müziklerde, televizyonlarda, medyada her şey biraz üstünkörü olmaya başladı. O özen, o yatırım, 2000’lerin ortalarından itibaren yavaş yavaş azaldı; sonlarına doğruysa tamamen patladı. Bana göre öyle. O özeni yakalayan birileri çıkar mı? Evet var yine de var; yeni nesilde çok takdir ettiğim gençler de var. Bizim kuşaktan arkadaşlarımdan da hâlâ üretmeye devam edenler var.
Ama bizim dönemimiz, yani 1980’lerin sonu, 1990’larda yetiştiğimiz zamanlar... Bir Sezen Aksu, bir Ajda Pekkan, bir Nilüfer... Albümlerini aldığımızda heyecanla açardık. İçinde ne var, kim yazmış, kim bestelemiş, hangi stüdyoda kaydedilmiş hepsini bilirdik. Detaylı, özenliydi. Şimdi ise biraz üstünkörü geliyor her şey. Kim ne yapmış, nerede yazmış, yapay zekâ ile mi hazırlanmış?
Aradan sıyrılanlar yine olacak ve oluyor. Şu anda belki çok dinleniyor gibi görünen bazı isimler var ama birkaç yıl sonra adları bile anılmayabilir. Kalıcılık, samimiyet ve direnmek önemli.
Ben 34 yaşında olmama rağmen benim için Türkçe pop ’90’lardır. Zamanın ruhuyla mı ilgili bu?
Evet, şimdi bir de tüketim toplumu olduk. Artık albüm çıkaran sanatçı parmakla gösteriliyor. Şimdi sadece single’lar var. Bizim zamanımızda da "Yazık olur" derlerdi ilk üç şarkıya klip çekilince. Ben de “Olur mu hiç öyle şey? Bütün şarkılar dinleniyor” derdim. Ama şimdi klip çekmezsen tüm albüm güme gidiyor. Müzik kanalları kapatıldı. Artık her şey biraz zevksizleşti. Heyecanını kaybetti. O heyecanı hisseden gençlerin olduğunu biliyorum ve onlara umutla bakıyorum. Onlardan ufkumuzu açacak, bizi engin dünyalara ulaştıracak yeni eserler bekliyorum.