Sanatçı Demir Demirkan: Ütopyadan gerçeğe içsel yolculuk
Türkçe rock müziğin en önemli temsilcilerinden Demir Demirkan, Işıl Işıl Sahne’nin konuğu oldu. Zamanda Saklı isimli kitabıyla okurla buluşan Demirkan, “Yaratmaya çalıştığım ütopyada, ‘Şöyle olsa daha iyi olurdu’ dediğimiz şeylerin var olduğu bir dünya yaratmaya çalıştım” dedi.

Işıl ÇALIŞKAN
Türkiye’nin rock sahnesinde çeyrek asırı aşkın süredir sözü ve notasıyla kültleşen Demir Demirkan, sanatın pusulasını asla şaşırmayan bir yolcu. ’90’ların elektrik yüklü sahnelerinden dijital çağın sinir uçlarına uzanan yolculuğunda, gitarın tellerinde felsefeyi, kelimelerin arasında ise notaları saklıyor. Pentagram’la ördüğü unutulmaz riff'lerden Eurovision’a kazıdığı izlere, oradan edebiyatın labirentlerine… Her adımı, bir manifesto.
Zamanda Saklı isimli yeni kitabı ile kalemi mürekkebe değil, zamana batırıyor. Ütopyanın sınırlarında gezinen ama insanın içindeki kaosu kucaklayan bu roman, okuru sarsıyor, sonra bir melodi gibi sarıyor. Öyle ki; "Yüreğime Vur Kadehi” şarkısının hikâyesi de bu kitabın ilk perdesinde filizleniyor. Demirkan müziğini edebiyatla kanatlandırırken, sanatını iki uçurum arasında bir köprüye dönüştürüyor. Müzisyenle sanat serüveninde bir yolculuğa çıktık.
Zamanda Saklı isimli bir kitapla bu kez sanatseverlerle buluştun. Yazma süreci sana neler hissettirdi?
Aslında daha önce de yazıyordum ama yazdıklarımı hiç yayımlamamıştım. Haliyle roman taslaklarım da vardı, fakat ilk kez bir romana oturup çalışmaya başlamak iki yıl önce oldu. Şimdiye kadar yazdıklarım hep kısa hikâyelerdi, onlar hâlâ duruyor. Yazma fikri hep vardı, çevremdeki arkadaşlarım sürekli "Yazman lazım" diye motive etmeye çalışıyordu. Ama aslında bu beni tedirgin ediyordu, çünkü hayatım boyunca hiç girmediğim bir alan. En fazla şarkı sözü yazmıştım, o kadar. Sonra bu kitabın fikri doğdu ve yazmadan edemedim, yazmaya başladım. Kitap dört kitaptan oluşan bir seri olacak, bu da sürekliliği sağlıyor. Eğer tek bir kitap yazmış olsaydım, belki ikinciyi yazmak için bir daha düşünürdüm. Ama şimdi dört kitaptan oluşan bir hikâye olduğu için, ikinciyi yazmam şart; hatta üçüncüyü de yazmak zorundayım.
Evet, gerçekten güzel bir motivasyon yöntemi olmuş. Kitapta ütopik bir dünya var. Bu kitabı, dünyanın karanlık yönleriyle bir yüzleşme olarak değerlendirebilir miyiz?
Bu dünyanın karanlık yüzüyle yüzleşmek için aslında çok fazla çaba harcamanıza gerek yok. Maalesef, karanlık yönleri görmek çok kolay. Çok daha belirginler, aşikârlar. Oysa burada yaratmaya çalıştığım ütopyada, belki de aramızda bir araya geldiğimizde, "Şöyle olsa daha iyi olurdu" dediğimiz şeylerin var olduğu bir dünya yaratmaya çalıştım. Ama sonuçta baktığımda şunu söyleyebilirim; hiçbir şey mükemmel değil.
Kitabın ilk bölümünde, Berk’in en dip yolculuğunu anlatıyorsun. Ve bu bölümün bir de şarkısı çıktı. Kendi yazdığın satırlara dışarıdan bakabiliyor musun?
Bu gerçekten enteresan bir şey, çünkü kitabı sonradan okuduğumda, yazım sürecinde girdiğim alanları gözlemlemediğim için, sanki farklı birinin yazdığı bir şey gibi geliyor. Çok ilginç bir duygu bu. Bazı eski albümlerime de baktığımda aynı hissi yaşıyorum; "Bunu nasıl yapmışım?" diyorum. Özellikle film müziklerinden sonra, mesela Gelibolu ya da Devrim Arabaları filmlerinin müziklerine bakınca… O zamanlar oturup yazmıştım, aranjmanları ve kayıtlarıyla her şeyi ben yapmıştım ama bir süre sonra, onlara tekrar dönüp baktığımda, sanki başka biri yapmış gibi hissediyorum. O eserlerde hem eksiklikleri hem de güzel şeyleri fark ediyorsun. Hepsinden esinlenip başka şeyler yazmak mümkün. Çünkü bence sanat dalları arasında bir alışveriş var. Mesela resme, heykele ya da mimariye baktığımda, o eserlerden bir müzik çıkarabiliyorum ya da bir söz ya da bir his doğuyor ve o his üzerinden bir müzik yazabiliyorum. Bir ressam da müzik dinleyerek çalışabiliyor, aynı şekilde farklı dallarda çalışan insanlar, diğer sanat dallarından esinlenerek üretim yapabiliyorlar. Sanat aslında bir bütün olarak değerlendirilmeli. Yani her alanda işlevsellik varsa, bir sanatçı diğer alanlardan esinlenerek yeni şeyler üretebilir. Yani illa hayattan, gerçek olaylardan veya insanlardan esinlenmek zorunda değilsin. Sanat eserlerinden esinlenerek de yeni sanatlar üretebilirsin demek istiyorum.
MÜZİK SEKTÖRÜ KENDİSİNİ ARIYOR
Yıllar önce verdiğin bir röportajda, müzik sektörünün rock müzisyenlerini manipüle ettiğini söylemişsin.
Eskiden öyleydi.
Şu an durum nasıl peki?
Şu an kimse kimseye karışmıyor, müzik sektörü de kendini bulmaya çalışıyor, bence o da bir arayış içerisinde. Eskiden müzik sektörünün içinde yer alamayacak insanlar bile şu anda sahnelerde. Yani, sektörün ürettiği müzik üzerinde fazla bir yaptırım kalmadı. O eski manipülasyonlar geçmişteki bir yara olarak kaldı. Müzik sektöründen önce, sadece plak şirketlerinden bahsetmiyorum, menajerler, radyolar… her şey devredeydi.
"Olmayacak insanlar sahnede" dedin. Peki bunlar ne kadar kalıcı sence?
Aslında odaklanmamız gereken gerçek sanatçılar. Diğerleri her zaman olacak. Yani, o zamanlar da yoktu demiyorum. Çok anlamsız sebeplerle bir anda ortaya çıkan bir sürü sanatçı vardı o dönemde, sektörü gerçekten domine ettiği zamanlarda… ama şu an o durum çok farklı. Şu an herkesin elinde bir laptop var ve herkes müzik yapabiliyor. O zamanlar kayıt yapmak, piyasaya çıkarmak çok zordu, yani CD basmak, falan ciddi emek istiyordu ve birilerinin yapması gerekiyordu. Şimdi öyle bir şeye gerek yok. Gerçekten bir laptopla oturup bir albüm yapıp, o gece piyasaya sürebilirsin.
Evet, hatta şimdi bir de yapay zekâ var.
Müzisyen olmayan herkes şu anda haftada 200 şarkı falan yayınlayabilir durumda. Müzisyenlerden bile daha fazla şarkıları var. Spotify gibi platformlarda bunlar yer alıyor. İnsanlar bunu önlemeye çalışıyor, ama bence önlenemeyecek. Çok zor. Nasıl önleyeceksin ki? Bilemiyorsun.
Duyguyla yapılan işler öne çıkmayacak mı? Onun bir ayrımı olmayacak mı sence?
Onu sahnede yani performansta göreceğiz. Mesela benim çok ilgimi çeken bir şey değil, çünkü zaten daha önce yaptığım gerçek işlerdi. Sesimi duyan, gitarı duyan birisi bunun yapay zekâ ile yapılmadığını fark eder. Yani benim bir dilim var, hem müzikal olarak hem de sözel olarak bir dilim var, bir eşkâlim var. Bunun için sahneye çıktığında ya da bir tanıtım yaptığında, gerçek bir iletişim söz konusu olabilir. Ama yapay zekâ ile üretilmiş bir karakter, hatta görselleriyle bile olsa, o şarkıyı gelip bizimle oturup çalıp da duygusal ya da fikirsel bir sohbet yapmadan, bu bizi canevimizden vuracak gibi durmuyor.
Evet, zaten müziğin güzel yanı konserler değil mi?
Kesinlikle. Kayıt müziği yarım kalmış gibi yapıyor aslında. Çünkü önceden, kayıt yokken müzik sadece performans üzerinden paylaşılan bir şeydi. Kayıt olmadığı zaman, sadece notalar vardı ve müzisyenler bir araya gelip çaldıklarında müzik ortaya çıkıyordu. Notaları çalmadığın sürece müzik çıkmıyordu. Ama şimdi, mesela şu telefonu alıp basınca müzik çıkıyor; bu çok daha kolay ve farklı bir şey. İlk kayıt yapılmaya başlandığında, müzisyenler buna anlam verememişti. O yıllarda, kayıt yapılmasını isteyen bazı müzisyenler "Bunu niye yapalım?" demişti. Kendi dahil oldukları bir alan gibi görmemişlerdi. Ama zamanla, o kadar ilginç bir noktaya geldik ki, sektörün içinde yer almazsan, kimse seni tanımayacak bir hale geldi. Tam tersine bir durum oluştu.
1990’ların başlarında albüm yapmak için aşmamız gereken bir sürü zorluk vardı. Mesela, bir kayıt ortamı yoktu. Nasıl kayıt yapılacağına dair hiçbir şey yoktu. Şartlar çok zordu, stüdyoya girmemiz gerekiyordu ve bunu yapmak için önceden provalar yapmamız, bir bütçe ayırmamız gerekiyordu. Aylarca süren bir süreçti. Şimdi ise, her şey çok daha hızlı ve erişilebilir.
Nereye gittiğimiz de çok düşündürücü ve ilginç değil mi?
Dijital platformlar yoktu, ne zaman çıktı bilmiyorum aslında. Spotify falan 15 sene falan oldu mu, belki de olmamıştır bile, ama ondan önce başka şeyler yapılıyordu. Biz daha bu platformlar çıkmadan önce, iPod diye bir şey icat edilmişti, o zamanlar telefon hatları üzerinden film izleyip izleyemeyeceğimiz konuşuluyordu. Biz de nasıl olacak, büyük bir şey mi olacak falan diye düşünüyorduk. Yavaş yavaş olmaya başladı, gerçekten iTunes'la birlikte dizileri falan izlemeye başladık. Ardından YouTube, Netflix derken bir anda her şey dijitalleşti ve bu platformlar üretilmeye başlandı. Artık Spotify'a, YouTube'a ya da Netflix’e, yani bunların türevlerine her an her şey ulaşılabiliyor. Ama sonrası için ne olacağını kestirmek çok zor şu an. Belki de bu platformlara bile ihtiyaç kalmayacak. Mesela şimdi Elon Musk bir çip yerleştirip doğrudan beyninden müzik dinleyebileceğinden falan bahsediyor. Her şey mümkün gibi, evet. Geçmişte de öyle olmuştu ya, mesela lazer disk vardı, şimdi onlar da kayboldu. Bunlar da zamanla yok olacak, başka şeyler gelecek.
***
PENTAGRAM ZAMANSIZ
Geçen akşam Pentagram konseri izledim. Efsanelerin bir arada olduğu bir grubu dinlemek çok şanslı hissettirdi. İlgimi çeken şeyse Z kuşağından bile dinleyicilerinizin olması…
Evet, bizim eskiden gelen seyircilerimiz var, onların çocukları var, onlar da geliyor. Bir de hakikaten dediğin gibi Z kuşağı gelmeye başladı. Bu büyük bir mutluluk. Çünkü bizim açımızdan ayrı bir şey, ama bütün dinleyiciye baktığında, demek ki hâlâ yeni izleyiciyi, yeni dinleyiciyi içine alabilen bir topluluk var. Bunu yapabiliyor olmak, buna katkıda bulunmak, buna üye olmak gerçekten büyük bir mutluluk.
Bence zamansız bir şey bu.
Evet, zamansız, güzel bir analiz bence. Ama hani, "Bu nasıl yapılır?" diye sormak biraz saçma olur. Çünkü gerçekten, ben şimdi zamansız bir şey yapacağım, işe koyulmak biraz garip olur, bilemiyorum. Nasıl yapıldığını açıklayamam.
Not: Söyleşinin tamamı bu akşam saat 20.00 itibarıyla BirGün TV’de.