Sanatçı Erdal Erzincan: Bağlama küsleri barıştırır
Türk halk müziği sanatçısı bağlama virtüözü Erdal Erzincan, Işıl Işıl Sahne’nin konuğu oldu. Erzincan, “Bağlama çalındığı zaman bir yanda herkes yumuşar herkes bağlama çalan kişiye itikatla bağlanır. Bir aydır küs olan varsa küsler barışır” dedi.

Işıl Çalışkan
Elektriğin olmadığı bir köyde başlayan hayatı, türkülerin ışığında bir sanat yolculuğuna dönüştü. Soyadı Erzincan olsa da kökleri Erzurum’un toprağına sıkı sıkıya tutunmuş bir sanatçı Türk Halk Müziği sanatçısı Erdal Erzincan.
Türkülerin yansımaları, âşıkların dizelerindeki bilgelik, köyün samimiyeti ile şehrin karmaşası arasındaki denge, kadim öğretilerin izinde bir yaşam… Dervişlerin nefesinden, çocukların umuduna; Anadolu’nun hafızasından, tellerin titreşimine uzanan bir yolculuk bu.
Yıllardır köy köy gezerek çocuklara ücretsiz bağlama eğitimi veren ve kaybolan hafızayı kayıt altına alan Erdal Erzincan’ın, Gezici Bağlama Atölyesi ile yaktığı bu kıvılcım, yalnızca müziğin değil, bir kültürün yaşama tutunma çabasının da simgesi oldu. Erzincan’la konuştukça, söz bir yandan mazlumun sesine, bir yandan tezenenin ucundaki dirence dokundu.
Erzurum’da elektriğin olmadığı bir köyde büyüdünüz. Teknolojinin bu kadar hayatımızı sardığı bir dönemde o günleri nasıl anımsıyorsunuz?
Önceleri o günleri çok şanssızlık, yoksulluk gibi algılıyordum. Şimdi geriye doğru baktığımda en verimli, en zengin olduğum dönemmiş o dönem. Çünkü doğayla iç içesiniz; en sağlıklı bir biçimde besleniyorsunuz, en yalın, en sakin… Bu enleri çoğaltabiliriz. Doğanın içindesiniz ve yaptığım iş zaten doğaya ait bir müzik. Doğadan gelen ses bizim müziğimizin içinde. Geleneksel enstrümanların, geleneksel müziğin özelliği bu. Dolayısıyla o yılda biriktirdiklerime bakıyorum, parmaklarıma sirayet etmiş. Doğasıyla sazıma yansıyan özgünlüklerin hepsi o 10 yıldan kalanlar.
İlişkilerin de derinliği daha yoğundur mutlaka. Şu anda telefondan başımızı kaldıramıyoruz mesela, orada daha sohbet havası var. Tam sizin müziğinizin felsefesine de uygun.
Tabii. Yan yana geliyoruz herkesin elinde telefon yarım dinliyoruz birbirimizi. Bazen hiç dinlemiyoruz. Bir gözümüz telefonda, bir gözümüz karşımızdakinde. Her şey –mış gibi oluyor. Misafirliğe gidiyoruz eskiden misafirlik kültüründe dolu dolu orada o ânı yaşıyorduk. Şimdi gittik mi gittik, gördük mü gördük. Eskiden her şey derinken şimdi giderek yüzeysel yaşanıyor. Misafirlik dedim ama misafir kültürü de bitti. Birine bir şey danışacaksınız kapıyı vuruyorsunuz onun için vakit ayırıyorsunuz. O eve giderken ya da o mekâna giderken geçirdiğiniz zamanda öğrendiğiniz şeyler var. Kapıyı çalıp o insanın enerji alanına girip öğrenmek istediğinizi öğrenirken bir yandan bir sürü detay öğreniyorsun. Şimdi kapı çalma bitti. Telefondan her şeyi öğrenebiliyorsun. Gerekirse telefondan arayıp öğreniyoruz. Bunların farkında olmalıyız. Teknolojiyi reddetmiyorum ama teknoloji belki her şeyi büyütüyor. Tabii bunların farkında olursak. Bilinçli yaşamak lazım. Yürüyoruz ama koşuyoruz arkamıza bakmıyoruz. Nereye gidiyoruz, ters yöne gidiyoruz işte. O yüzden arada bir dönüp arkamıza bakmamız lazım. Nereden geldim, nereye gidiyorum, doğru yere mi gidiyorum? İleriye bakmak olmuyor.
TEHLİKEYİ MÜZİKLE SAVUŞTURMUŞUZ
Misafirlik kültürü dediniz… Anadolu’nun her köyünde bir bağlama varmış gelen misafirler çalsın diye ne kadar güzel bir kültür.
Bağlamanın birleştirici bir tarafı var. Bağlama çalındığı zaman bir yanda herkes yumuşar herkes bağlama çalan kişiye itikatla bağlanır. Onun ağzından çıkan her şeye “Eyvallah” denir. Bir aydır küs olan varsa küsler barışır. Sorun varsa sorun çözülür. Böyle saygın bir yanı var. Bağlama evin en güzel köşesine asılır. Çalan olsa da olmasa da o evde saz asılıdır bir gün birisi gelir de çalacak kişi varsa eğer o fırsatı kaçırmamak için o evde silah gibi evde hazır olur. Her tehlikeye karşı. Tehlikeyi müzikle savuşturmuşuz biz.
Siz misafirliğe gittiğinizde hemen mutlaka çalmanızı istiyorlardır…
Tabii. Çocukluğumda hep öyle. Çocukluğumuzda daha fazla misafirlik vardı. Konserleri de şimdi misafirliklere benzetiyorum. Misafirliklere annemle babamla giderdik bir sazım vardı. Kılıftan sazı çıkarırdık çalardım, söylerdim. 5 kişilik, 10 kişilik mini konserler veriyordum. Şimdi o mini konserler büyüdü. Misafirlerin toptan hepsini çocukluğumda gelen misafirlere benzetiyorum. Hepsinin bir araya geldiğini düşünüyorum ve öyle çalıyorum.
Çok güzelmiş. Bağlamanın birleştirici gücü var dediniz. Bu birleştirici güce günümüzde ne kadar ihtiyaç var değil mi? Bu kadar kutuplaşma yaşadığımız bir dönemde.
Ben Anadolu’da onu görüyorum, birbirinden farklı düşünen birçok grupların bağlama etrafında kümelendikten sonra aralarındaki buzların nasıl eridiğini çok rahat gözlemleyebiliyorum. Bağlamanın böyle, Türkiye’de yaşayan herkesin üzerinde mutlaka bir duygusallığı vardır. Bir anda tüm engelleri kaldırabilir insanlar. Oradan çıkan melodi hepimizin ortak melodisi. Oradan çıkan melodide hepimizin babaannesinin, dedesinin zevki, gözyaşı var. O yüzden Veysel’in sazının tınısı bizi bir araya getirebiliyor. Ben sağcıyım, sen solcusun diye bir şey yok. Herkes o sazın etrafında buluşuyor, bu çok değerli bir şey, buradan hareketlenmek lazım. Bir şeyler değişecekse, bir şeyler güzelleşecekse; güzelleştirmek istiyorsak buradan başlamamız lazım. Biz bir kaosun içinde siyasetle birçok şeyi çözmeye çalışıyoruz. Tabii ki siyaset çözecek en sonunda. Ama en başta çözmesi gereken şeyi yok sayamayız. Biz ikinci, üçüncü kata zıplayarak gidemeyiz. Ya bir asansör lazım ya bir merdiven. İşte o merdiven, o asansör; müzik, kültür, sanatın her kolu bu bizi üst kata çıkarabilir. Ondan sonra siyaset, her şeyin bir sırası var. Bu sırayı biz şu anda bozduk. Tepeden çözmeye çalışıyoruz. Tepeden çözülmez. Zeminden çözülmesi lazım.
Köklerimizi ne kadar koruyoruz bugün? kültürel değerlerimize ne kadar bağlıyız? Gelecek nesillere aktarılacak mı bu değerler?
Bunun mücadelesini vermeye çalışıyoruz. Sadece sanat üzerinden konuşacak olursak kendimizi Batı üzerinden beslenince sorunumuzu çözdüğümüzü düşünüyoruz ama o bizim için bir ışık ama asıl kendi köklerimizi anlamak için Batı’ya ihtiyacımız var. Batı zaten onu yapmış, onu başarmış. Kendi köklerini önemsemiş onu bilimsel veriler ışığında sunmuş yeni kuşaklarla bağ kuracak şekilde şekil yaratmış. Özü aynı zaten, içini ona göre değiştirmiş. Şimdi bütün dünya da bunu sahiplenebiliyor. Ama bizim yapmamız gereken… Ben müziğimden söyleyecek olursam ben Vivaldi’nin 4 Mevsim’ini dinleyip ifade ettiği şeye bakıyorum. Mevsimlerin duygusunu yağmurların hissiyatını notalara yansıtmış. Karı, kışı, yazı… Bende, “Bağlamam var bunu yapabilirim duygusu” oluştu. Yani ben 4 Mevsim’ini oturup bağlamayla çalmaya çalışmadım. Onu dinledim, bağlamamı daha çok önemsedim. Ben böyle bakıyorum. Bunu yaptığımız zaman Batı’yı reddetmek değil Batı’yı örnek almak oluyor. Değerlerin kendi öz kültürü bunu yapabildiğimizde; bunu, birliği, beraberliği… Bunlar böyle sürekli dilimize doladığımız şeyler ama Doğu’da böyle olmuyor.
***
HEYBELERİ DOLDURMAK İÇİN KÖY KÖY GEZİYORUZ
Gönüllülük esasına dayalı bir projeniz var. Gezici Bağlama Atölyesi. Çok kıymetli, bu proje şu an ne aşamada?
2018’de başladım. Nasıl yürüteceğim konusunda bir sınır koydum kendime 3 sene yapayım diye sonra onu ömür boyu yapmaya karar verdim, sağlığım el verdikçe. Erzincan ve Tunceli’de başladım ilk. Orayı yaklaşık 5 buçuk yıldır devam ettirdim. Şimdi başka bir bölgeye geçtim. Erzurum, Kars, Ardahan ve Iğdır bölgesinden seçtiğim öğrencilerle derslerimiz köylerde yapıyoruz. Gezici bağlama adı da oradan geliyor. Bir mekân yok. Gittiğimiz köylerin kültürünü geleneğini öğrenmek için öğrencilerle köylere gidiyoruz. Orada köyün kültürünü öğreniyorlar. O bölgeden seçtiğimiz sabit öğrencilerimiz var, o öğrencileri 5-6 yıl boyunca köy köy gezdirip heybelerine ne doldurabilirsek…
Not: Söyleşinin tamamı bu akşam saat 20.00 itibarıyla Birgün TV’den izlenebilir.