Canlı müzik mekânlarına, köklü sinema salonlarına, meydanlara ve tanımsız sanatsal ifade alanlarına yönelik toplu ve amaçlı yok etme girişimi ve bu girişimin amaçları, muhalif ifadenin terörize edilmesinden pek farklı değil.

“Sanatçı halktır”

Deniz Tekin

Sanatın sosyopolitik işlevini geriye dönük incelemek, özellikle son on yıllık süreçte sanatsal uğraş ve ifade alanlarına yönelik baskıyı anlamak için bir bağlam sağlayacaktır. Canlı müzik mekânlarına, köklü sinema salonlarına, meydanlara ve tanımsız sanatsal ifade alanlarına yönelik toplu ve amaçlı yok etme girişimi ve bu girişimin amaçları, muhalif ifadenin marjinalize ve terörize edilmesinden ya da peş peşe açılan Cumhurbaşkanı’na hakaret davalarının kaynağından pek de farklı değildir, çünkü özünde sanatın kaynağı filtrelenmemiş kolektif tecrübedir.

Sanat, hem bu tecrübenin ortak alanda güçlü ve yoğun ifade bulması adına önemli bir araçtır, hem de çıktısı bakımından toplumsal hafızayı içeren ve koruyan bir nitelik taşır. Bu niteliğiyle hâkim gerçekliği tesis etme yoluyla kendini ve meşruiyetini tesis etme amacı taşıyan yönetim ideolojilerine, onların amaçları ve yollarına ters düşer.

Üniter devletlerin varlığını sürdürme yolu, çoğunluk için geçerli ve özdeşleşilebilecek bir toplumsal anlatı oluşturmaktır; bu yolla devletin etki alanındaki coğrafyada yaşayan bireyler “özneleştirilir”, birer “vatandaş” haline gelirler. Medeniyetin farklı dönemlerinde birleştirici toplumsal anlatılar ve dayanakları olan ideolojik sistemlerin adı, biçimi ve ahlaki temeli değişse de işlevleri benzerdir: kitlesel hareketi düzenlemek, kitleyi oluşturan bireylerin aidiyet hissini istenilen yere konumlandırmak, bir statüko tanımlamak ve sürdürmek ve bu saikler için tutarlı bir fikrî zemin oluşturmak, egemen toplumsal anlatıların işlevlerinden birkaçıdır. Günümüzde iktidarlar, bu anlatıyı hem siyasi propagandaları dahilinde doğrudan, hem de ana akım medya araçları yoluyla dolaylı olarak oluştururlar. Bir olayın, figürün, etnik veya politik grubun medyada ve devlet dilinde tanımı, aktarılış biçimi, bu aktarımda nereye konumlandırıldığı, kitlesel algıyı büyük ölçüde etkiler. 

Bu düzenli ve planlı resmî anlatıya karşın sanatsal ifade nispeten özgürdür, çünkü denetleyici ve düzenleyici bir üst mekanizmadan geçmeksizin oluşturulur. Birtakım edinilmiş hegemonik ideoloji artıkları ve davranış kodları bireyde halihazırda varlığını sürdürürken dahi sanat üretiminin güdüsü saftır, süperegonun baskın varlığına karşı tepkisel biçimde bilinçdışı bir kaynaktan köklenir. Bu bilinçdışı kaynak sadece bireye ait değildir, kolektif insan tecrübesini barındırır ve bilincin denetleyici sesi devre dışı kaldığında sanatsal üretimde tezahür eder. Bir diğer deyişle sanatçı halktır, “halktan” olmaktan öte bizatihi halktır, anonim ve homojen kitlenin, insanlık ideasının temsilidir. Son derece ayrık ve öznel bir tecrübeyi aktarırken dahi işlediği materyal ortak insanlık tecrübesidir, kendi tecrübesini ortak imgelerle yoğurarak sanatsal üretim içinde hem birey olarak kendisini, hem de kendi üslubuyla yeni alt anlamlar kazandırdığı imgeleri dönüştürür. Bu süreç çoğunlukla denetlenmez, hatta denetlenemez: bir şiir yazmak üzere kâğıt-kalem arandığında şairin omzunda bir zabıta yoktur. Bu sebeple sanat ürünü ve anlatısı devrimci bir etki potansiyelini de içinde barındırır: kolektif tecrübenin ve ortak imgelerin yeniden işlenerek ve dönüştürülerek sanatta yer bulması, toplumsal aynalanmanın ve katartik geçirgenliğin sanat yoluyla sağlanması, bu kendini sürdüren devinim ve denetlenemez doğası, statükocu iktidarın saiklerine ve kurmaya çalıştığı statik anlatıya ters düşer.

Böyle bir sorumluluğu hiç olmamasına rağmen sanat, yeri geldiğinde çelik ayna, yeri geldiğinde de kırık ayna işlevi görerek onu üreten toplumun hem ifade aracı, hem de kendini anlama ve aynalama aracıdır. Bu sosyal işlevi görmezden gelinerek yerinden edilen her sanat pratiği kendine yeni bir toprak bularak kök salmaya devam edecektir, çünkü sanat üretimi ayrık bir sosyal yapı ya da dünyayla alakasız sanatçılar tarafından gerçekleşmez, kaynağı günlük tecrübedir, kaynağı halktır. İnsan toplulukları yaşamaya ve kendini yeniden üretmeye devam ettikçe sanat da edecektir, dilin yapısı gereği bir ad kazansa da sanat insan varlığıyla iç içe geçkindir. Amaçsızlığı, rastgeleliği ve kendiliğindenliğiyle; bilinçli ve dikkatle oluşturulan devlet anlatılarından ayrışır ve çok daha kadim bir ifade kanalına dayanır.