Sanatçı İlkay Akkaya: Sanat durmaz, direnişi besler
Saraçhane’deki protestolarda tutuklanan öğrencilerle dayanışmayı büyütmek amacıyla düzenlenen “Gençlik Dayanışma Sahnesi”nde yer alan İlkay Akkaya, hep bir ağızdan söylenen “Kurtuluş yok tek başına” şarkısıyla direnişin ortak sesine güç kattı. BirGün Pazar’a konuşan Akkaya, “Dünya üzerinde yaşayan her canlının hakkını yüksek sesle savunmamız gereken günlerdeyiz” dedi.

Işıl Çalışkan
Türkiye’nin çalkantılı siyasi atmosferinde sanat, her zaman bir direniş ve dayanışma alanı olageldi. Bugün ise bu alan, belki de hiç olmadığı kadar önemli. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) yönelik soruşturmalarda Ekrem İmamoğlu’nun ve çalışma arkadaşlarının tutuklanmasıyla başlayan protestoların ardından yaşanan gelişmeler, sadece bir siyasi krizi değil, aynı zamanda toplumsal belleğimizin, ortak vicdanımızın ve demokrasi anlayışımızın da sınandığı bir döneme işaret ediyor. İlkay Akkaya da bu kritik eşikte, sesini her zaman halkın yanında duyduğumuz bir sanatçı.
Müziğiyle yıllardır ezilenlerin, dışlananların, hakkı yenenlerin sesi olan Akkaya’nın şarkılarında mücadeleler, direnişler ve umutlar da yankılanıyor. Alman şair Bertolt Brecht’in “Kurtuluş yok tek başına / Ya hep beraber ya hiçbirimiz” dizelerini müziğiyle buluşturan Akkaya, bugün de aynı kararlılıkla adaletin, eşitliğin ve özgürlüğün savunuculuğunu sürdürüyor. Siyasi baskıların, sanat üzerindeki sansürün ve toplumsal sessizliğin ortasında; sanatıyla ve sözleriyle bize yol göstermeye devam ediyor. Öyle ki, Saraçhane’deki protestolar sırasında tutuklanan öğrencilerle dayanışmayı büyütmek amacıyla 8 Nisan Salı günü Kadıköy Festivalpark’ta düzenlenen "Gençlik Dayanışma Sahnesi" etkinliğinde de sahne aldı. Akkaya, Türkiye’nin demokrasi kültüründen sanatçının sorumluluğuna, bireysel duruştan örgütlü dayanışmaya uzanan bir perspektifle sorularımızı cevapladı. Sözü ustasına bırakalım.
Ekrem İmamoğlu ve çalışma arkadaşlarının tutuklanmasının ardından yaşanan siyasi ve toplumsal gelişmeleri sanatçı kimliğinizle nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu sürecin Türkiye’nin demokrasi kültürüne etkilerine dair neler söylemek istersiniz?
Karşılaştığımız her yeni olayda oluşan tepki, aslında bir akışın içinde biçimlenen ve yaşadıklarımızın tümünü içeren bir karşı koyuş. Uzun yıllardır yaşadığımız bir olgu kayyım. Kürt illerinde epey uzun bir süredir yaşanılan bu antidemokratik uygulama, sonunda İstanbul’a kadar uzandı ve ilçe belediyelerinden sonra Büyükşehir’in kapısına dayandı. Şehrinde nasıl yaşayacağına dair yaptığı seçim çiğnenince toplum bir karşı duruş sergiledi ve devam ediyor bu süreç. Egemenler, halkın taleplerine aldırış etmediği için oluşmuşlan bir durum ve gerçeklik aynı şekilde devam ettiği için geri adım atılacağını sanmıyorum. Ancak kırılgan bir noktanın varlığından söz etmemek de hiç gerçekçi olmaz. Baskıcı iktidarın her zaman körüklediği etnik ve inançsal temelli farklılıklar yine çok kullanışlı bir aparat. Toplumumuz bunu aştığı zaman gerçek bir demokratik kültürden bahsedebileceğiz ve hatta o zaman gerçek bir toplum olabileceğiz. Son yaşadığımız direnişin buna vesile olması çok güzel ve büyük bir adım olur.
Yaşananlar karşısında bazı sanatçıların tepkisizliğini nasıl yorumluyorsunuz? Birçok sanatçının yaşananlara dair açıklama yapmamasını neye bağlıyorsunuz?
Aslında pek çok sanatçı yaşanan bu haksızlığa tepki gösterdi. Bu cepheden bakmak daha büyüten ve geliştiren bir yaklaşım olur bence. Ses çıkarmayan arkadaşların da var oldukları zeminle ilgili kaygıları olabilir. Bu zemini, bu koşullarda sürdürülebilir kılmanın mümkün olmadığını hayat gösterecek zaten halen kavramamış olanlara. Pek çok arkadaşın üretim ilişkilerinden, üretilenlerin içeriğinden, gerçekle bağı kopmuş varoluşlarından rahatsız olduğunu düşünüyorum. Özgürlük isteyen tarafta; bedel ödenecek olan o filizlenme döneminde var olmanın mutluluğunu yaşamalarını isterim.
SESSİZ KALMAK ÇÜRÜMEYE KATKI SAĞLIYOR
Sessizliği "tarafsızlık" olarak görenlere ne söylemek istersiniz?
Sessizlik hiçbir zaman tarafsızlık olmadı. Hatta sessizlik her zaman zulmedenlere güç verdi, veriyor. Hukukun ve etiğin ayaklar altına alındığı böylesi dönemlerde sessiz kalmak, bütün topluma yayılan bir çürümeye de katkı sağlıyor. Bu çürüme nihayetinde her şeyi, herkesi kapsar. Cari ahlakın pragmatizmine teslim olmaktır bu ve “teslim olmamaktır bütün mesele”.
Son dönemde bazı müzisyenler konserlerini iptal etti. Sanatı "durdurmanın" siyasi bir mesaj iletmede etkili olduğunu düşünüyor musunuz? Yoksa sanatın tam da bu zamanlarda daha çok üretilmesi mi gerekir?
Bence hayatın akışına pek uygun değil bu. Birçoğumuz gösteri dünyasına ait değiliz ve konserlerimizde oyunlarımızda hizmet ettiğimiz şey tam da çürümeyi durdurmak için bir ortak ruh kazanmak. Sistem zaten yasaklıyor konserlerimizi. Sanat duramaz. Bir genel grev olduğunda, bir direniş olduğunda onu besler ve ondan beslenir de aynı zamanda. Birlikte büyümektir bu.
Sanatçılar, siyasi gerilimlerde bireysel olarak mı yoksa kolektif hareket ederek mi etkili olur? Türkiye’de bu dayanışma kültürü var mı?
Örgütlü olmak her zaman daha büyük bir güçtür. Ancak bireysel varoluşlar da çok etkili ve mesela tüm müzik emekçilerini kapsayan bir örgütümüz yok. Alanımızda teknikten orkestra elemanlarına kadar binlerce emekçi var. Düğün salonlarında çalışan emekçiler var. Hepimizi kapsayan bir örgütlülük maalesef yok bugün. Durum böyle olunca kişisel olarak ya da belli platformlar oluşturarak gösteriyoruz tepkimizi. Toplumumuzda müthiş bir dayanışma kültürü var bence. Bunu pandemide de, depremlerde de gördük. Kalıcı örgütlülükler de oluşunca çok daha başarılı olacağız.
Özgürlük mücadelesinde sanatçılara ve dinleyicilere düşen sorumluluklar neler?
Yalnızca sanatçılara değil, her bireye düşen sorumluluk; evrensel insan haklarını, cari ahlaka karşı etiği savunmak ve haksızlık karşısında susmamaktır. Yalnızca ülkemiz değil tüm dünya büyük bir kaos içinde ve faşizm yükseliyor. Buradan ’68 hareketi gibi bir durum da doğabilir. Yepyeni bir dünyanın ve değişen üretim ilişkilerinin eşiğindeyiz şu an; tarihsel bir dönemeçteyiz. Sokak hayvanlarına yaptıklarını çok yakında insanlara da yapabilirler ve zaten savaşlara, soykırımlara tanık oluyoruz şimdiden. Bilmek sorumluluk getirir. Bunu kavramamız lazım bir an önce.
MAZLUMLAR ÖLÜM KALIM SAVAŞINDA
Sanatçılar, ülkemizde uzun yıllar boyunca ABD emperyalizmine karşı eleştirel bir duruş sergiledi. Siz de bu duruşun önemli isimlerinden biriydiniz. Günümüzde ise mevcut iktidarın, zaman zaman Trump dönemine benzer baskıcı politikalara yöneldiği yorumları yapılıyor. Bu konuda sizin değerlendirmeniz nedir?
Dünya, uzun zamandır birbirinin kopyası baskıcı, kötü kalpli ama aynı zamanda sermaye sahibi ve sermayenin yanındaki karanlık tarafından yönetiliyor. Böyle bir küresellik yaşadığımız. Dünyanın tüm kaynaklarını en acımasız şekilde sömürenler, iklim değişikliğinin faturasını da mazlumlara kesecek ve yeni tekeller yaratacak. Hiçbir ülkenin iktidarı da bunun dışında değil şu an. Her şey buna göre ve organize. Mazlumlar ölüm-kalım sınırında. Dünya üzerinde yaşayan her canlının hakkını yüksek sesle savunmamız gereken günlerdeyiz ve elbette “Kurtuluş yok tek başına / ya hep beraber ya hiç birimiz.”