Nasıl bir ülkede yaşayacağımıza karar vereceğimiz seçime bir gün kaldı. Bu aşamada seçime ve seçmene dair yazılanları boş bir gevezelik gibi düşünebilirsiniz. Kemikleşmiş seçmenin tercihini değiştirmesini bu aşamada beklemek de gerçekçi değil. Ancak kamuoyu yoklamalarına yansıyan kararsız seçmen oranını aşan bir miktarda seçmenin kararını son anda vereceğini düşünüyorum. AKP tercihini “Artık doktor dövebiliyoruz, bunlar gelirse ülkeyi bölecekler, İHA/SİHA, Seccadeye bastılar, bunlar LGBTİ” üzerinden kuran seçmenle artık “gerçeğin ne olduğuna dair” bir tartışma da sonuç vermeyecektir. En acil tetkikler için bile aylar sonrasına randevu verildiğini, muhalefet blokunun önemli bir kısmının militarist/milliyetçi/cinsiyetçi söylem konusunda Cumhur İttifakı’ndan geri kalmadığını/kalmayacağını anlatmak da beyhude olacaktır. Tam burada siyaset alanının Fetullahçı çete yöntemleri ile sahte belge ve delillerle dizayn edilmesi çabalarına, muhalefete yarasa bile prim verilmesinin, halkın değişim talebine gölge düşüreceği ve sonrası için de kirli bir yol açacağını vurgulamak istiyorum.  

Ben, olurda bu yazı önlerine düşer de okuyacak kararsız -özellikle genç- seçmenlere tercihlerini oluştururken üzerinde pek durulmayan referanslar vermeyi deneyeceğim.

İlki; iktidar ve muhalefetin bu aşamada seçmenle, ikinci aşamada tüm yurttaşlarla kuracakları ilişki. AKP/MHP bloğunun seçmenle kurduğu/kuracağı ilişkiyi Prusya Kralı Friedrich’e atfedilen sözle açıklayabiliriz: “İnsan için baş neyse, ulus için de prens odur; görevi bütün toplum için görmek düşünmek ve hareket etmektir.” sözündeki “Prens’in” yerine “Reis” diyelim! 21. Yüzyılda böyle bir görevin “imkânsız” ve anti-demokratik olduğu çok açık. Bu anlayışın iyi kötü bir demokraside yeri olmaması bir yana toplumun yarısını düşman olarak kodlayan bir anlayış bütün toplum için ortak iyiyi bulamaz. Toplumsal barışı kuramaz. Yani “mission impossible!”. 

Özetle iktidarın yurttaşla kurduğu/kurmayı taahhüt ettiği ilişki çokça dillerinden duyduğumuz gibi “siz kimsiniz?” şeklinde yukarıdan aşağıya doğru. Geçmişlerinde de hep böyle oldu. Bir talebin isteğin siyasi karara dönüşmesinde “aşağıdan yukarıya doğru” etki yapma olanağı nerede ise hiç yok. Ancak iktidarın ajandası ile uyumlu olursa o da seçim öncesi mümkün olabiliyor. Aksi durumda hainsiniz, nankörsünüz, sürtüksünüz, bozguncusunuz ya da sıranızı bekliyorsunuz. Bir dönem ittifak yaptıklarına karşı bile ne kadar gaddar olabildiklerini deneyimledik. Zaten geleceğe dair “kayyuma devam, mermi ile doldurma, işgalle korkutma, yasaklar” dışında bir perspektif sunamıyorlar. Artık kendi seçmenini bile “ne uydursam inanırlar” derecesinde ciddiye almayan bir iktidar bloğu var. Sadece bu bile değişimden yana pozisyon almayı gerektirmez mi?  

Oysa değişimi isteyenler somutlaştırılmış birtakım taahhütlerle bir araya geldiler. O taahhütlerin olası iktidarlarında yerine getirilmemesi halinde aşağıdan gelecek tepkilere daha duyarlı olacaklardır. Özellikle Cumhurbaşkanlığı seçiminde destek veren çok renkli muhalefet yürütmeyi ve yasamayı etkileyebilecektir. Bunların örgütlü yapıları sorgulamaya daha açık ve yöneticileri ile kurdukları ilişki prens/reis ilişkisi değil. Ayrıca birbirlerine karşı denge/denetleme işlevi göreceklerdir. Yani yurttaşın “özneleşme, kaderini ele alma” olanağı artacaktır. Bu sadece muhalefete destek verecek yurttaşlar için değil “Reis giderse kazanımlarımızı kaybederiz” kaygısı ile iktidara destek olacak yurttaşlar için de geçerli olacaktır. Hukuk ve adalet içerisindeki taleplerinde şimdinin muhalif yurttaşlarını yanlarında bulacaklardır.

İkincisi ise yukarıda temellendirmeye çalıştığım seçmene verilen söze bağlı kalma dinamikleri çerçevesinde başta ifade özgürlüğü olmak üzere siyasal özgürlüklere açılacak alan. Muhalefetin kendisini bağladığı ve geri adım atamayacağı, atarsa en büyük tepkiyi göreceği konu özgürlükler alanına dair verdiği sözler olacaktır. Bu çerçevede eşit, özgür ve barış içerisinde bir ülke mücadelesi daha elverişli şartlarda yürütülecektir.

Doğrudur, muhalefetin içerisinde bugünkü yıkımın sorumluları da var. (Bu çerçevede yapılan eleştirileri gelecek açısından kıymetli buluyorum.) Doğrudur “cennetin kapıları açılmayacak”, belki de asıl mücadele sonra başlayacak. 

Ancak bunun için değişimden yana ilk adımın atılması gerek.