Günışığı Kitaplığı Genel Yayın Yönetmeni Mine Soysal “Edebiyat sıradan, olağan, ‘normal’ olması beklenmeyen bir dünya. İnsan var olduğundan beri öyküler anlatıyor. Bu akışı kesmek, biçimlemek, sınırlamak olanaksız. Sansür ve zorbalığa karşı hep birlikte direneceğiz” diyor.

Sansür ve zorbalıkla edebiyat sınırlandırılamaz

ÖZGE DOĞAR

Günışığı Kitaplığı Genel Yayın Yönetmeni Mine Soysal ile son dönemlerde sayıları artan sansür ve linç dayatmalarını konuştuk. Bunları konuşuyor olmak bizleri çok fazla üzdü ve üzüyor. Kitaplar, özgürlüğe açılan pencereler ve ruhlarımızın nefes alma köşeleriyken yasaklarla, kurallarla ve baskılarla ilerlememiz mümkün mü? Peki sağlıklı bir toplum olabilir miyiz ? Umarım sansür ve dayatmaları konuşmak zorunda olmadığımız yarınlar bizlerle olur.

Sansür ve linç dayatmaları, edebiyat ve kitap çevresinin canını acıtan bir durum haline geldi. Dönemi ve bu dayatmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yayıncılık, düşünce ve ifade özgürlüğü temelinde yükselen bir yapı. Yazılı kültür mirasını kuşaktan kuşağa taşıyan, kültürel çeşitliliği koruyarak okuma kültürünü geliştirense yayımlama özgürlüğüdür. Sansür, siyasi çıkarlar uğruna okuma kültürünün denetim altına alınması çabasıdır. Yasakçı zihniyet, manipüle etmek ve yapılanı meşrulaştırmak için toplumun hassasiyetleriyle oynar; sosyal, dini, ahlaki, ekonomik her vesileyi fırsat sayar. Sansür uygulayıcılar, devletin tüm organlarını bu amaçla etkili kullanma, toplumun tüm katmanlarına yasakları dayatma olanağına sahiptir. Farklı olanı, kendi gibi düşünmeyeni, olayları kendi gibi yorumlamayanı susturmak, sindirmek isterler. Dolayısıyla sansür, bizimki gibi demokrasi, eşitlik, adalet yapısı hasarlı ülkelerde bazen sert bazen yumuşak da olsa hep var ne yazık ki.

Son yıllarda ülkemizin siyasi ikliminin sonucu sansür yeniden hızlı bir yükselişte. Kitaplarda sürekli “suç” unsuru aramak, yazara ve yayınevine güvenmemek, eleştirmek yerine karalamak, hatta ispiyonlamak olağanlaştırılıyor. Birçok bakanlığın internet sitesinde “şikâyet” linkinin baş köşelere yerleşmesi, CİMER’e her gün yüzlerce “kitap şikâyet notu” bırakılması bu acı tablonun göstergesi. Bir grubun onaylamadığı, şikâyet ettiği kitaplar soruşturmaya uğruyor, “muzır” ilan edilip poşete sokulmak isteniyor, toplatma kararı veriliyor. Yayıncılar, yazarlar, çevirmenler yargılanıyor. Çeviri edebiyat eserleri bile “Türk ve İslam sentezine uygun değil” gerekçesiyle yasaklanmak isteniyor; halk kütüphanelerinde sessiz sedasız erişimden kaldırılıyor. Hele çocuk kitapları söz konusu olduğunda kitabın bütünsel, evrensel niteliğini değerlendirmek yerine, sadece ahlaki ve moral değerler belirleyici olabiliyor.

Günışığı Kitaplığı, haksız yere sansüre ve lince maruz kaldı. Öncelikle ne hissettiniz, bu durum yayın politikanızı ve editöryal çalışmalarınızı etkiledi mi?
Gerçeğin çarpıtılması, yalan yanlış haberlerle haksızca suçlanmak elbette çok üzücü. Uzun yıllarda inşa ettiğimiz yayıncılık emeğimize, her yaştan okurlarımıza güvenle sunduğumuz göz bebeğimiz kitaplarımıza yapılmak istenen bizi önce dehşete düşürdü. Ama aynı anda, yayıncı dostlardan, yazarlardan, çevirmen, editör, çizerlerden, kitapçılardan, sayısız okurumuzdan gelen destek mesajlarıyla, paylaşımlarla sarmalandık. Sansürün, lincin karanlığı, dayanışmanın güneşiyle aydınlandı, yok oldu. Yayın politikamızı ya da editöryal ilkelerimizi değil sorgulamak, daha büyük bir kararlılıkla sürdürmek için güçlendik, umut dolduk. “Muzır” ilan edilip poşete sokulmak istenen kitaplarımız için hukuki süreci hemen başlattık.

Sansür ve linç dayatmalarıyla edebiyat dünyası nasıl mücadele edebilir?
Edebiyat, bir dil evreninde, bilgi ve deneyim, merak ve izlenim, düşünce ve yaratıcı ruhla şekillenen karmaşık bir dünya. Sıradan, olağan, “normal” olması beklenmeyen bir dünya. İnsan var olduğundan beri öyküler anlatıyor. Bu akışı kesmek, biçimlemek, sınırlamak olanaksız. Edebiyatın insandan doğan ve yine insana temas eden bu muhteşem gücünü her yaştan insanın deneyimlemesini sağlamalı. Çocuklara, okudukları kitaplar üzerine özgürce düşünmelerini, sorgulamalarını; onlara bunun keyifli, yaratıcı bir oyun olabildiğini göstermeli. Sansüre ve zorbalığa karşı, ancak özgür ruhlu okurlar sayesinde mücadele edebiliriz. Yayınevleri nitelikli yayıncılıktan ödün vermeyecek ve yaratıcı zihinleri kuşatan otosansür tehlikesine karşı uyanık olacak, meslek örgütleri sansüre karşı dilbirliğiyle dayanışacak. Öğretmen öğrencisinin, kütüphaneci kullanıcısının, kitapçı müşterisinin her kitaba erişme, okuma hakkını savunacak. Okur haklarını, okuma kültürünün zenginliği her koşulda baştacı etmek gerek.

Mevzu çocuk ve çocuk kitapları olunca ebeveynler haklı olarak çok hassas oluyorlar. Bazı ebeveynler kitapların yayın öncesi bir kurul tarafından denetlenmesini istiyorlar. Kitapların piyasaya çıkmadan önce bir kurul tarafından incelenmesi ya da okunması doğru mu?
Yayıncılıkta asıl olan kitabın, alanının uzmanı bir editör tarafından yayına hazırlanması ve yine alanının uzmanı eleştirmenlerce eleştirilmesidir. Pek çok sanat dalındaki işleyiş gibi. Çocuk edebiyatı yayıncılığında uzman editörlüğün sorumluluğu genişler, daha da önem kazanır. Editörden, yaş gruplarının okuma becerilerini, psikolojik, sosyal ihtiyaçlarını iyi bilmesi beklenir. Kitabın yapısının, barındırdığı kurgusal ya da gerçekçi öğelerin ince elenip sık dokunmasında hem yazarla hem de dilbilim, psikoloji, türlü bilim ve sanat dalları gibi farklı disiplinlerden uzmanlarla iş birliği yapar. Edebiyatın hayatın ta kendisi olduğu kabulünden yola çıkarsak çocuk kitaplarında da her konu, her tema, her karakter işlenebilir. Önemli olan anlatımın, yaş gruplarının sözcük dağarcığı, anlama ve anlamlandırma gibi doğal becerilerine uygun ifade bulmasıdır. Bütün bunların iyi işlediği bir yayıncılıkta yayınevleri dışında denetleyici sistemlerin yeri yoktur. Kurullar, denetleme mekanizmaları, bizimki gibi entelektüel donanımın mütevazi kaldığı toplumlarda doğrudan sansür ve otosansüre hizmet eder. Çocuklarla okudukları kitaplar üzerine eleştirel sohbetler yapmak, özgürce sorgulamalarına olanak yaratmak, zihinsel gelişimleri için değerlidir. Yetişkinlere düşen çocuk okuru ciddiye almak, aklına ve algısına saygı göstermektir. Kitapları birer suç unsuru olarak görmek yerine olumlu olumsuz eleştirmektir.

Ebeveynler çocukları için kitap seçmeli mi? Kendi okuyacağı kitabı seçemeyen bir çocuk, dayatma mı yaşıyor? Bu durum ileriki yaşlarda sansür ve linç dayatmalarını normalleştirir mi?
Elbette ebeveynlerin, çocuklarının birer kitap okuru olarak büyümesi sorumluluğu da var, olmalı. Bu tatlı sorumluluk, her çocuğa bireysel ihtiyaçlarına ve isteklerine göre ayrı ayrı davranmayı gerektiriyor. Okumak, kitaplarla kurduğumuz ilişki, kişiden kişiye değişen, kişiye özel gelişen içsel bir yolculuktur. Kitaplar için çocuğun ihtiyaç duyduğu, kendini özgür hissedeceği, kimseyle karşılaştırılmadan, zorunlu tutulmadan, istekle vakit geçireceği yaratıcı bir zihinsel ortamdır. Bunu sağlamak için onlara çok sayıda nitelikli kitap sunmak, merak ettiğini, hoşlandığını okumasına izin vermek, yaşına göre biriktirdiği deneyim ve düşüncelerine saygı göstermek yeterlidir. Bu eşsiz zihinsel özgürlük, çocuğu da çevresindekileri de sansür ve otosansürün akla zarar karanlık etkilerinden koruyabilir. Dayatma, baskı, zorlama insan haklarına da çocuk haklarına da aykırıdır; okuma kültürünün yeşermesine değil, çölleşmesine neden olur.