Sansüre karşı örgütlü zeminde mücadele şart

Su Yayınevi Genel Yayın Yönetmeni Recep Tatar: Her türlü hukuksuzluğa örgütlü tepki vermeliyiz

2008’de ‘Mahir Çayan Toplu Yazılar’ ve ‘Devrimci Marşlar Türküler Ağıtlar Şiirler’ adlı kitapları yayımladığımda 13. Ağır Ceza’dan, dönemin ünlü savcılarından Celal Kara’nın karşısına çıkmıştım. Kitaplar beraat etti ama ben 1,5 yıl hapis cezası aldım. Yargıtay aleyhime bozarak 3 yıla çıkardı. 4. yargı paketiyle cezam 5 yıl erteledi. Bu sürede, istesen de istemesen de bilinçaltın sana cezayı hatırlatıyor ve bir editör olarak, sansür yapmamak için başına dert açacak dosyalardan kaçınıyorsun. Yayınevi olarak sosyal medyadan linç yemedim ama yeseydim bir editör olarak, bu beni kırbaçlardı, doğru şeyler yaptığımın göstergesi olarak görür yoluma devam ederdim.


Her türlü haksızlığın, hukuksuzluğun karşısında mücadele biçimi tektir ve bellidir; örgütlenip örgütlü mücadele etmek, topyekûn karşı durmaktır. Bu konuda, yayıncıların meslek örgütleri daha aktif rol almalı. Ama maalesef, kâğıt zammına, SEKA’ların kapatılmasına karşı, bir basın açıklaması bile yapamadık.

Sansür ve linçle mücadele yöntemi, demokrasi mücadelesinden ayrı düşünülemez. Bildiğim kadarıyla bu konuda 180 ülke arasında 155.’yiz. Kültür, sanat, medya alanında faaliyet gösteren; yazar, gazeteci, sinemacı, ressam, sanatçı camia bireylerinin ve onları temsil eden, meslek örgütlerinin, ortak örgütlü mücadelesinin sonucunda ancak bu sorunun aşılacağına, çözüleceğine inanıyorum. Yoksa tek tek kişilerin, kurumların bireysel mücadelesiyle bu sorun çözülmez.

***

Ceylan Yayıncılık Editörü Fuat Uygur: Sansüre karşı birlikte bir yol bulabiliriz

Sansür, yayınevimizin sürekli karşılaştığı bir baskı aracı. Son birkaç yıl içerisinde “Dağın Kadın Hali”, “Devrimin Rojava Hali”, “İçimizdeki Bahar”, “Heval Marcello”, “Dağ Kokusu” kitapları sansür ve toplatma saldırısına uğradı. Son bir hafta içerisinde de Suruç katliamında katledilen gençlerin anlatıldığı “Kobane’ye Gitmek” ve “Kadın Devrimi” kitapları da aynı akıbete uğradı. Özellikle 2016›da toplatma gelen kitaplarımıza yönelik sosyal medya linci de etkin bir şekilde kullanıldı.

Kesin ve net olarak şunu söyleyebiliriz: Hiç. Yayın ilkelerimize ve temel doğrularımıza aykırılık teşkil etmediği sürece, elimize ulaşan hiçbir eseri, “sansür” veya “toplatma” baskısını dikkate alarak değerlendirmiyoruz. Bu bir ilkesel meseledir. Devletin veya herhangi bir kurumunun “sansür” veya “toplatma” baskısını üzerimizde bir etki gücüne dönüştürürsek, kendi varlık hakkımıza gölge düşürmüş, sorumluluklarımıza ihanet etmiş oluruz.
Bir dönem karikatürün gücüyle sansür aşılmaya çalışıldı. Bir dönem Markopaşa’nın Merhumpaşa, Malumpaşa şeklindeki devamlılığıyla sansüre meydan okundu. Yetmedi, kitapların yakıldığı dönemlere de tanıklık ettik. Şimdi ise çok daha sistematik bir baskıyla karşı karşıyayız. Özellikle son olarak çıkarılmak istenen internet haberciliğiyle ilgili yasa, sansürün katmerleştirilerek sürdürülmek istenmesinin bir sonucu. Tek çıkışımız var: Yayın kuruluşları, basın yayın organları, sanatçılar, iletişimin farklı mecralarında üretme kaygısı taşıyanların birlik olup topyekûn karşı çıkması. Birlikte bir yol bulabiliriz.

***

Tekin Yayınevi Genel Yayın Yönetmeni Elif Akkaya: Sansüre karşı örgütlü zeminde mücadele şart

Türkiye’de yayıncılık yapmaya çalışıyorsanız sansür, yasaklama veya mahkemelerin kapısında olmak olağan hatta rutin diyebiliriz. Düşünce ve İfade Özgürlüğünü temelinde düşünceyi yaymak üzere yapılan tüm eylemleri meşru saymayan bir mekanizma varsa sansür, yasaklama vb ile karşılaşmamak mümkün değil. Yayınevimiz 60 yaşında. Darbeleri görmüş, antidemokratik uygulamalara maruz kalmış, yazarları tutuklanmış hatta öldürülmüş. Uğur Mumcu’yu saygıyla anıyorum buradan bir kez daha.

Eleştirel bir bakış açısıyla olumsuz uygulamaları teşhir etmek, bununla ilgili yayınları yaymak çok basit olarak karşı çıkmak, sessiz kalmamak bile sansürlenmeniz, susturulmaya çalışmanız anlamına geliyor.

Evet çok fazla bunları yaşamış hâlâ da yaşayan bir yayıneviyiz. Üzgünüm.

Sosyal Medya ise çok farklı anlık bir mecra... Anlık olarak akışta birilerinin hoşuna gitmeyen ya da kendisinin benimsemediği bir düşünce, fikir ifade edildiğinde ‘linç kültürü’ devreye giriyor. Görüyoruz ki bu bir kitap, içerik ya da yazarın fikri, düşüncesi olabiliyor. Ya da daha çok kişiselleşmiş refleksleri, özel hayatın teşhiri vb’ne tanık oluyoruz. Yayınevimiz böyle bir durumla karşı karşıya kalmadı ama yazarlarımızın düşüncelerini ifade ettiğinde yaşadıklarına tanık olduk.

Mesele tam da burası, kararlarımızı veya eylemimizi ne derece etkilediğidir. Bununla mücadele etmek için çok uzun tartışmalar yürütüyoruz editörlerimizle. Etkilenmemesi için elimizden geleni yapıyoruz. Ama kimi zaman ‘yasaklanmak’ veya ‘lince’ maruz kalmamak için daha dikkatli davranmaya çalıştığımız da bir gerçek. Bir de yeni kültürel bir çıkış veya temel bilgi olarak da bakıyoruz, bazı yeni çalışmalara. Bilimsel, akademik veya politik veya edebi yeni bir tartışmaya zemin yaratacaksa ki genel olarak düşüncemiz bu yönde oluyor, geri durmuyoruz.

Öncelikle karar alıcıların, bizim adımıza oylarımızı alarak meclise taşınan politik unsurların yasa ve anayasa ile bağlayıcı temel insan hakları ve düşünce ifade özgürlüğünü koruyan maddelerine sadık kalmasını sağlamakla, aksi durumlarda buna muhalefet ederek ve ses çıkararak uymasını sağlayarak mücadele edileceğini düşünüyorum.

Yine örgütlü bir zemin oluşturarak, bu oda, birlik, dernek ne olursa... Ya da parti kimilerine göre... O zemin üzerinde sistemli olarak mücadele hattı örülmeli mutlaka.

Eğitim ve öğrenme hayatımız bitene dek süren bir edim. Bu açıdan insanın kendini geliştirmesine de bağlı bir süreç misal teknoloji devrimi dediğimiz bu çağda ne kadar doğru ve iyi veya faydalı kullanıyoruz bu mecraları, sosyal medyayı. O açıdan asıl meselenin de eğitimle düzeltilebileceğine inanıyorum. İlk öğretim hatta anaokulundan itibaren çocuklara bu eğitimlerin pratik olarak verilmesi taraftarıyım. O bilinci yaratma sürecinin ilk eğitimle birlikte başlaması gerektiğine inanıyorum. Çocuklar insan hakları ve felsefe konularını eğitim süreçleri boyunca almalıdır. Ancak bizim gibi ülkelerde yıl olmuş 2022 yani 21. yüzyıl ve hâlâ demokrasi, temel insan hakları, adalet diyorsak bunun köklü çözümünün de eğitim olduğunu unutmamak gerekiyor.

***

Dipnot Yayınları Genel Yayın Yönetmeni Emirali Türkmen: Meslek örgütlerinin dayanışması ve mücadelesi önemli

Dipnot Yayınları tahakküm ve eşitsizlik üreten bütün toplumsal ilişkileri eleştiren bir yayın çizgisine sahip. Toplumsal cinsiyet asimetrisinden kimlik sorunlarına, emek sömürüsünden ulusal soruna kadar siyasal ve toplumsal meseleleri ampirik, kuramsal ya da edebî bakışla ele alan kitaplar basıyoruz. Muktedir olanın seferber edebildiği insan tipiyle kitap fuarlarında ve sanal ortamlarda karşılaştığımızda tacize uğradık çokça. Ancak akil okur kitlelerinin egemen olduğu fuarlarda bu tacizler bir linç düzeyine hiç ulaşamadı. Sosyal medyada da bu nevi saldırılarla karşılaştık ama münferit oldu; bunun bir linç düzeyinde bir katılıma vardığını söyleyemeyiz.

Savcılıklardan telefonla aranıp kitaplarımızın ‘kontrol edilmek’ için istenmesi Dipnot için alışıldık şeyler. Bu ‘kontrollerin’ sonucunda bir toplatma kararıyla karşılaştık. Ne ki, geçen haftalarda Dersim’de Yayıncılar Kooperatifi’nin düzenlediği Munzur Kitap Günleri’nde ‘İsyandan İnşaya’ adlı kitabımıza polis tarafından el konuldu ve buna 2017 yılında söz konusu kitap için bir mahkemenin verdiği toplatma kararı gerekçe gösterildi. 2017’den bugüne bizim bu karardan hiç haberimiz yoktu. Bize hiç tebliğ edilmedi ve bu kitap kitabevlerinde ve internet kitapçılarında serbestçe satılıyordu.
Açıkçası, iktidar kipliklerinin ‘kırmızı çizgi’ tabir edilen tutumlarını eleştiren yayınlar üretmekten vazgeçemeyiz. Bu Dipnot için varlık meselesidir. Bunun sonuçlarını göğüslemeyi göze alan bir yayın faaliyeti bizimkisi. Yine de, kimileyin, bilimsel-entelektüel niteliğinin yüksek olması bakımından oldukça kıymetli pek çok eseri basılır basılmaz toplatılacağını düşündüğümüz için yayın programımıza alamıyoruz. Şüphesiz bunlar sansür politikalarının Türkiye kültüründen ve entelektüel hayatından eksilttiği önemli kıymetler. Bu politikaların sürdüğü bir ortamda ömür geçiren kuşaklar için ise telafisi zor mümkün olan kayıplar.

Dipnot Yayınları itibarını ezilen, sömürülen ve ötekileştirilen kesimlerden tahsil ettiği değerlere dayanarak bina eder. Onların bizi nasıl değerlendirdiği, her zaman çizgimizi belirler ve etkiler. Bunun dışında sosyal medyada yayınlarımıza yönelik ırkçı, cinsiyetçi, ötekileştirici taciz söylemleri ve linç teşebbüsleri editoryal çizgimizi etkileyemez. Onlardan gelecek itibara ihtiyacı olan onlar gibi olsun.

Birincisi sansür karşısında meslek örgütlerinin dayanışması ve karşı mücadelesi hayati önemde. İkincisi okurun kamuoyunun sansürün yayıncıdan çok kendi bilgi edinme süreçlerine yönelik bir müdahale olduğunu bilmesi önemli. Yayıncılar, yayımlamak istedikleri eserleri seçerken sansür yüzünden nasıl tedirginse, okur kamuoyunun tepkisi de her zaman sansürcüleri tedirgin eder. Moral üstünlüğü sansürcülere vermemek için her zaman demokratik tepkilerimizi etkin mücadele araçlarını kullanarak göstermemiz gerekir.

***

Say Yayınları’dan yönetİcİ Fırat Uğurlu: Haksız eleştiri ve lince izin vermemeliyiz

Yayınevimiz bugüne kadar sansüre ya da sosyal medya lincine henüz maruz kalmadı. Ülkemizde sansür ve sosyal medya linçleri başta politik olmak üzere ağırlıklı olarak tarihsel ve sosyolojik içeriklerde ortaya çıkıyor. Siyasi nitelikli eserlerin yayınını yapmıyoruz. Tarihsel ve sosyolojik eserlerde ise çeşitli hassasiyetleri gözetmek durumunda kalıyoruz. İçerik seçimimizi etkilemekle beraber, içeriğin üretimini ve sunumunu sansür tehdidi etkilemiyor fakat nadir de olsa otosansür uygulamak zorunda kalabiliyoruz.

Sansür ve linçle mücadele etmenin ilk aşaması ürettiğiniz kitabın veya içeriğin nitelikli olması gerekliliğidir. Akademik bir çalışmaysa iyi araştırılmış, bilimsel etiğe uygun, anlaşılır bir şekilde yazıya dökülmüş ve iyi editöryel çalışmadan geçirilmiş metinler herhangi bir dış müdahale ve çarpıtmaya dayanıklıdır.

Ayrıca içeriğin objektif olması çok önemli olmakla beraber Türkiye’de ne yazık ki içerik üreticilerinin objektifliğinden ziyade hangi tarafta olduğu öne çıkıyor. Tutumu ve görüşü ne olursa olsun haksız eleştirilere ve linçlere maruz kalabiliyor. Bu konunun çözümü toplumun ve onu oluşturan bireylerin kendilerini geliştirmeleri ve bakış açılarını genişletmeleridir. Bireysel gelişim zor bir konudur ve yolu araştırmak, okumak ve öğrenmekten geçer.