Google Play Store
App Store

Saraçhane’deki kalabalık ana akım medyada görünmeyen, bastırılan gerçekliğin izini sürmektedir. Boykot çağrısı ise, kapitalizmin temel dayanağı tüketimden bilinçli olarak geri çekilmeyi, sistemin çarklarına müdahaleyi amaçlamaktadır.

Saraçhane’den They Live’e: Yüzeyin altındaki gerçeği görmek

Emine Uçar İlbuğa - Prof. Dr. 

Özellikle korku, bilimkurgu ve aksiyon türünde filmleriyle bilinen yönetmen John Carpenter, bilim kurgu türündeki ilk uzun filmi Dark Star’ı (1974) düşük bir bütçeyle çekti. Ardından 1978 yapımı Halloween ile dünya çapında tanındı ve başrolünde Kurt Russell’ın yer aldığı Escape from New York (1981) filminden sonra, The Thing (1982), Big Trouble in Little China (1986), In the Mouth of Madness (1994) ve Escape from L.A. (1996) filmleriyle psikolojik korku ve gerilim yaratmadaki becerisi ile kendine özgü bir sinema anlayışını ortaya koydu. Carpenter’in toplumsal mesajlar barındıran ve kapitalizm üzerine düşündüren 1988 yapımı They Live (Yaşıyorlar, 1988) ise yönetmenin diğer filmlerinden içerik itibarıyla ayrılıyor. Film gösterime girdiği yıllarda kitch ve B sınıfı film olarak nitelendirilerek eleştirilerin hedefine konsa da 2000’li yıllarda tüm eksikliklerine karşın birçok eleştirmence içeriği, eleştirel dili ile kült bir film olarak değerlendirilmeye başladı.

KAPİTALİZM, SİYASAL İKTİDAR VE ELEŞTİRİ

They Live (1988) filminde Carpenter kapitalizme ve toplumsal düzenin baskıcı yapısına karşı güçlü bir eleştiri ortaya koyuyor. They Live 1980’li yılların neoliberal politikalar ve bu politikaların getirdiği ekonomik, kültürel, toplumsal bağlamdaki kökten değişimleri yakın geçmiş ve bugün üzerinden ideolojik temelde tartışmaya açıyor. Hayatını sürdürebilmek için yolu büyük şehre düşen John Nada (ünlü bir güreşçi olan Roddy Piper canlandırdı) bir inşaatta çalışmaya başlar. Çevresindeki herkes işsizlikten, geçim sıkıntısından ve yaşamın tek düzeliğinden şikâyetçidir. Eski bir kiliseye düzenlenen polis baskınından sonra içinde güneş gözlükleri olan bir kutu bulur. Gözlük sayesinde, sıradan reklam panolarının aslında “Tüket”, “İtaat et” gibi subliminal mesajlar içerdiğini deneyimler. John gözlüğü taktığında dünya değişir ve çevresindeki her şeyin satır araları okunabilir hale gelir. Filmde, aslında Dünya uzaylıların işgali altındadır, tüm önemli kurumsal yapılar ele geçirilmiştir ve dünyanın kaynakları sömürülmektedir. Ancak popüler kültür araçları, medya, tüketim alışkanlıkları, reklamlar aracılığı ile gözleri boyanan insanlar bunun farkında değildir. Tüm reklam tabelalarında “itaat et, tüket, televizyon izle, düzeni eleştirme” gibi mesajlar yer almakta, paranın üzerinde “bu senin Tanrındır” yazmaktadır. Nada’nın taktığı gözlük sayesinde bu gizli mesajları görmeye başlar ve gözlüğü üretenlerle bağlantıya geçerek, direnişe katılır.

Film, medya ve tüketim aracılığıyla yönetilen distopik bir sistem içinde, dönemin neoliberal politikalarına, gelir eşitsizliğine yönelik sert bir eleştiri içerir. Filmde gözlük modern ticari yapının dış görünüşünün altındaki gerçekliğin görünmesini sağlayan bir işleve sahiptir. Gözlüğü taktığında sokaklarda, caddelerde günlük yaşamın sıradan eşlikçileri olan reklam panoları, kitapçı reyonlarındaki dergiler ve güncel kişisel gelişim kitaplarının altında saklı olan gerçeklik görünür. Bu gözlük aracılığı ile farklı bir dünyaya kapı aralanır. Nada gözlüğü taktığında şehrin göz kamaştırıcı renkleri kaybolur. Gözlük, kapitalizme hizmet eden televizyon, gazete, dergi, reklam panolarının aslında kitlelere “itaat et!”, “tüket”, “uykuda kal”, “boyun eğ”, “evlen ve çoğal” gibi öğütler veren, yüzeyin altındaki asıl gerçekliği ortaya koyar. Carpenter’ın Ray Nelson’ın kısa öyküsü Eight O’Clock in the Morning’den uyarladığı They Live kapitalizm, tüketim kültürü ve medya manipülasyonu üzerine sert bir eleştiri taşıyan bilimkurgu türünde kült bir filmdir. Bu sistem, insanların sadece çalışıp, kazandıklarını harcayarak ekonomik döngüyü sürdürmeleri için her yolu dener. Bu nedenle medya insanların bilinçaltına sürekli olarak “satın al, tüket, mutlu ol” mesajını pompalar ve insanları bağımsız düşünmekten alıkoyarak, sistemin devamlılığını sağlar. Filmde ise John Nada gözlüğü taktığında tam da bu manipülasyonu görür ve farkındalık kazanır. Bu da sistemin sorgulanmasının ilk adımını oluşturur. Filmde iktidarın ideolojik ve baskı mekanizmalarına referans verilir. Uzaylılar, insanlığı yönetirken sadece ekonomik değil, aynı zamanda politik bir iktidar da kurmuşlardır. Mevcut kapitalist sistemdeki güçlü sermaye sahipleri ve siyasal iktidar sisteme karşı çıkıldığında devletin baskı aygıtları aracılığı ile şiddete başvurmakta, medya başta olmak üzere devletin ideolojik aygıtları aracılığıyla da sermaye sahipleri ve iktidarın söylemlerini yaymaktadırlar. Antonio Gramsci’nin ifadesi ile iktidar, sadece zor yoluyla değil, ideoloji ve kültür aracılığıyla da insanların rızasını alarak varlığını sürdürmeye devam etmektedir.

FARKINDALIK VE MÜCADELENİN KOŞULLARI

Filmde John Nada’nın, gözlük aracılığı ile sistemin gerçek yüzünü görebilmesi kendine bir mücadele alanı yaratması bakımından yol gösterici olur. Boykot da kapitalizme karşı direnişin önemli araçlarından biridir çünkü tüketim boykotu ile kitleler tüketimin birer nesnesi olmaktan çıkabilir ve gücünün farkında olarak sisteme karşı koyabilmenin olanaklarını araştırabilir. Ana akım medyanın manipülatif yönlerini fark eden bireyler, alternatif medya ve bağımsız haberciliğe yönelir ve medyanın yorumlanmış, biçimlendirilmiş gerçekliğinin farkında, asıl gösterilmeyenin peşine düşmenin yollarını arar. Sanat aracılığı ile sinemanın gücüyle, sistemin çarpıklıklarını görmek, eleştirel düşünmek ve kendi gerçekliğinin farkına varmak mümkün olur. Alternatif sinema, edebiyat ve sanat eserleri, hegemonik yapıları sorgulamak için önemli roller üstlenir. Carpenter They Live ile açıkça kapitalizmin, iktidarın ve medya manipülasyonunun insanları nasıl köleleştirdiğini gösteriyor. Film, bu haliyle aynı zamanda bir “uyanış” hikâyesi. Gerçek dünyada sistemin farkında olan bireyler, bilinçli tüketici olarak hareket edip, kapitalizme direnebilir. Medya ve iktidar propagandasına karşı alternatif bilgi kaynakları ve eleştirel düşünme yöntemleri geliştirebilir. Bu çerçevede They Live, yalnızca bir bilimkurgu filmi değil, bilakis insanları “gözlükleri takmaya” ve gerçeği görmeye davet ediyor. Medyanın aslında kapitalizmin ideolojik bir aracı olduğunu gösteriyor. Bu bakımdan gözlük, eleştirel düşünebilme potansiyeli ve bilinçli farkındalığın bir metaforu olarak yorumlanabilir. Ne var ki günümüzde kapitalist sistem, çok daha sofistike yollarla insanları tüketmeye yönlendiriyor ve bu manipülasyonun büyük bir kısmı da çoklu dijital ortamlarda, algoritmalar, influencerler aracılığıyla gerçekleşiyor. Algoritmalar dijital izlerimiz üzerinden bizi tanıyor, ne izlediğimizi, neye tıkladığımızı, neyi beğendiğimizi analiz ediyor ve bizi daha fazla tüketime iten içerikleri sürekli bize yansıtarak, reklamları “görünmez” kılıyor. Buna karşın Carpenter’ın filminde John Nada gözlüğü bir kez taktıktan sonra artık eskiye dönemiyor; gördüğü şeyi unutamıyor. Günümüzde ise farkındalık kazanan birey medya ve kapitalizm arasındaki bu bağlantıyı bir kez gördüğünde artık eskisi gibi olamayacaktır.

Sonuç olarak kapitalizmin nasıl işlediğini anlamadan, ona karşı bilinçli bir duruş geliştirmek çok zor. 1980’lerden itibaren özelleştirme, bireyselcilik ve tüketimi körükleyen, sermayeyi merkeze alan neoliberalist politikalar uygulandı. Hakikat Sonrası Çağ’da artık gerçekler yerine algılar öne çıktı. Medya manipülasyonu ve sahte haberlerle insanlar sistemin devamlılığı adına bilinçli olarak yanlış yönlendiriliyor. Bütün bunlara karşı ne yapmalı? Öncelikle enseyi karartmadan bilinçli tüketici olmak, daha az tüketim anlayışını geliştirmek, medyayı siyaseti ve ekonomiyi sorgulayabilmek, bilgi kaynaklarımızı çeşitlendirerek eleştirel düşünebilmek gerekiyor. Bauman’a göre modern dünyada sürekli değişen değerler, belirsizlikler ve tüketim baskısı insanları birbirinden uzaklaştırıyor. Filmde John Nada gerçekleri gördüğünde, en yakın arkadaşına bile bunu anlatmak için onunla dakikalarca kavga etmek zorunda kalıyor. Sistemin içinde olanlar, sistemin dışındakilere düşman hale getiriliyor. Bunun için dayanışmayı büyütmek gerekiyor. Bauman’ın ifadesiyle; “özgürlük, kapitalist toplumda artık tüketimin bir nesnesi haline gelmiştir. İnsanlar özgür oldukları algısına kapılarak, yalnızca kendilerine sunulan seçenekler arasından seçim yaparlar.” Bunu tersine çevirmek ise gücünün farkında olarak, bilinçle ve birlikte mücadele ile mümkündür. Saraçhane mitingi ve ardından gelen boykot çağrıları, bireylerin sistemin dayattığı “normal”e karşı çıkma iradesini ortaya koymaları bakımından, They Live filminde John Nada’nın gözlüğü takarak gerçeği görmeye başlamasıyla kurulan metaforik bağlamda okunabilir. Nasıl ki John gözlüğü taktıktan sonra tüketim, medya ve iktidarın ardındaki gizli yapıyı fark ediyorsa; Saraçhane’de toplanan kalabalık da ana akım medyada görünmeyen, bastırılan gerçekliğin izini sürmektedir. Boykot çağrısı ise, kapitalist sistemin temel dayanağı olan tüketimden bilinçli olarak geri çekilmeyi, yani sistemin çarklarına müdahale etmeyi amaçlamaktadır. Bu anlamda hem sokakta ses veren toplumsal hareketler hem de bireysel farkındalığa dayalı direniş biçimleri, yüzeyin altında gizlenmiş olan yapısal eşitsizlikleri görünür kılmakta ve alternatif bir hakikat üretme çabasına dönüşmektedir. Tıpkı They Live filminde olduğu gibi, gerçekliğin üzerini örten medya, tüketim ve ideolojik aygıtlar ancak bu tür “gözlüklerle” ya da eleştirel düşünme, sınıf bilinci ve dayanışmayla aşılabilir.