Google Play Store
App Store

Erdoğan bir kez daha “muhalefeti uyut, seçime yakın ekonomiyi gevşet” politikasına sarıldı. İlginç olan Erdoğan’ın 10 yıldır yürüttüğü taktiğe muhalefetin cevap üretemeyip rejimin karsında konum alamaması.

Saray rejimine herkes ikna mı?

Ankara’da son on gün içinde yaşanan görüşme trafiği ve açıklamalar ortaya uzun bir liste çıkardı. Yoğun trafik, tartışmalar ve atışmalarla geçen on günün ardından tüm taraflar başladıkları yere döndü. Ancak hiçbir tortunun kalmadığını söylemek doğru olmaz. Bahçeli’nin Cumhur İttifakı’na yönelik “İsterseniz çekileyim” resti, öyle ya da böyle hafızalarda kalacaktır. Baş döndürücü trafiği şöyle bir hatırlayıp esas konumuza geçelim:

Geçtiğimiz on güne 5 Haziran tarihiyle başlayalım. Saray’da Erdoğan ve Akşener, daha sonra başta İyi Parti olmak üzere birçok başlıkta tartışılan bir görüşme gerçekleştirdi.

11 Haziran sabahı, MHP grup toplantısında Bahçeli, Erdoğan-Özel, Erdoğan-Akşener görüşme trafiğine dair “Sayın Cumhurbaşkanımız herkesle görüşebilir, bizce hiçbir mahsuru yoktur” dedi. Beklenen görüşme, 11 Haziran tarihinde Özel ve Erdoğan arasında CHP Genel Merkezi’nde gerçekleşti. Görüşme sonrası iki partinin yetkililerinin yaptığı açıklamada pozitif bir görüntü sergilendi. İki liderin 20 Temmuz’da Kıbrıs’ta bir araya gelmesi gündemde.

11 Haziran’da bir başka önemli görüşme de Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Sinan Ateş'in eşi Ayşe Ateş arasında yaşandı. 11 Haziran, uzun bir gün oldu. Bahçeli, sosyal medyada yüzüklü ve dosyalı bir paylaşımda bulundu. Bahçeli'nin taktığı yüzükte "Allah Bana Yeter" yazıyordu. Bahçeli, 13 Haziran günü de şaşırtmaya devam etti. Bahçeli’nin AKP-CHP ittifakının, Türkiye'nin normalleşme ve yumuşama sürecine katkı sağlayacağını ve MHP'nin de bu süreçte gereken fedakarlığı yapmaya hazır olduğunu ifade etmesi, erken seçim tartışmalarını beraberinde getirdi.

14 Haziran tarihinde Özgür Özel, MHP liderinin koalisyon önerisine yanıt verirken “Suç ortağını bize doğru itmesin” dedi. Neyse ki imdadımıza 15 Haziran yetişti ve Erdoğan, CHP genel başkanına “ayar” vererek ülkeyi normaline döndürdü.

TAYYİP ERDOĞAN'IN AĞZINDAKİ BAKLA 

İspanya ve İtalya temaslarının sonrasında dönüş yolunda uçakta konuşan Erdoğan, birden fazla meseleye temas etmeden geçmedi. Kamuoyu daha çok Özgür Özel ve Bahçeli ile ilgili söylediklerine odaklansa da bir başka konu var ki çok yabana atılmamalı. Erdoğan, uçakta gazetecilere önceden verilen soruları yanıtlarken önce ekonomide uygulanan programı uzun uzun övdü ve sonra “Bütün mesele yine geliyor, faiz olayına dayanıyor. İnşallah faizde atacağımız adımlarla enflasyonu son çeyrekte çok daha olumlu bir konuma taşımış olacağız” dedi. Yani aslında başa dönerek “Faiz neden, enflasyon sonuç” değerlendirmesini hatırlatan bir yaklaşım sergiledi. Erdoğan’ın bu yaklaşımı, ekonomistler tarafından “cahilce bir tutum” olarak yorumlanırken, bu yaklaşımın siyasi yönü sürekli görmezden gelindi. Şöyle bir düşünmek lazım: Erdoğan, ne zaman faizleri aşağıya çekip kredi musluklarını gevşetti? Ya seçim öncesi ya da bir erken seçim hesabının olduğu dönemlerde. Yani mesele, ne Nebati’nin başarısızlığı ne de Erdoğan’ın cahilliği. Tamamıyla bir siyasi tercih var arkasında. Tıpkı şimdi hepimizi açlığa mahkûm eden politikaların da siyasi tercih olması gibi.

ÇOK TANIDIK BİR OYUN SAHNEDE 

Nureddin Nebati, seçim sürecinde ekonomi bakanlığına getirildiğinde attığı her adım ve yaptığı her konuşma mizah konusu edildi. Görüntüsünden el, kol, göz hareketlerine kadar tam anlamıyla bir komedyen gibiydi. Ama aynı zamanda ülkeyi batırma pahasına Erdoğan’a seçim kazandıracak ekonomi politikasının da uygulayıcısıydı. Seçim öncesi görece düzelme, tüm siyasetini boş tencere üzerine kuran muhalefeti boşa düşürdü. Bir de buna 6’lı masada yaşananlar eklenince, seçim Erdoğan’a altın tepside sunulmuş oldu. Bu yüzden Erdoğan’ın açıklamaları önemliydi ve sarf edilen cümle 2022’nin ikinci yarısını hatırlatır cinstendi. Erdoğan, 31 Mart seçim yenilgisinden sonra yine en bildiği yöntemi devreye soktu: Toplumu gerçek gündemlerin dışına it, muhalefete oyalanacağı başlıklar sun, seçimin hemen öncesinde halkı ikna edecek ekonomik adımlar at. Tüm hikaye bundan ibaret ve maalesef birkaç seçimdir bu taktiği "yiyen" bir muhalefet var. Erdoğan’ın bu açıklamasından almamız gereken diğer bir mesaj da seçim tarihinin 2028 olmayacağıdır. İster anayasa tartışmasının parçası, ister Bahçeli’nin çağrısıyla olsun, Erdoğan 2028 öncesinde “Haydi seçime” diyecek. Burada kritik nokta, iktidar cephesinden çok muhalefet cephesinin ne yapacağıdır.

MUHALEFET ALANINI CHP KAPATINCA

Yerel seçimde büyük başarı kazanan ve birinci parti durumuna gelen CHP, yaklaşık üç aydır siyasetin merkezine oturmuş durumda. İyi Parti’nin çözülmesi, Meclis muhalefetinin etkili olamaması, CHP’nin çizdiği çerçevenin muhalefetin de sınırlarını belirlemesine neden oldu. Bu durum, en net biçimde 1 Mayıs günü Taksim’e girmek için çağrı yapan DİSK’in tavrında görüldü. CHP’nin sınırları, hem Meclis’te hem sokakta toplumsal muhalefet üzerinde daha baskın olmaya başladı. Buna bir de CHP’nin “normalleşme” taktiğinin galibiyet ve değiştirme iradesinin rüzgarını kesmesi eklenince, ülke yangın yeriyken bile Erdoğan’a hareket alanı sağlanmış oldu. Toplumsal muhalefetin önünde dalgakıran pozisyonuna dönüşen iktidarla müzakere sürecinin uzaması halinde, çok açık ki “istikşafi görüşmelerin” ya da “başkan adayı kim olsun” tartışmalarının ardından gelen seçimlerde ne olduysa o olacaktır. Erdoğan’ın tek ve uygulanabilir projesi bu. Bahçeli ile ortaklığa mecbur olan Erdoğan’ın başka bir hamle şansı yok. Kısacası tüm umudu yine muhalefette.

REJİMİN DEVAMINA HERKES RAZI MI?

Toplumsal muhalefetin her şeye rağmen Erdoğan karşısında duruşu ve onu geriletme kabiliyetinin sırrı, rejime duyduğu güvensizlikte saklı. Son kamuoyu yoklamalarına göre, ülkenin yüzde 74’üne yakını durumdan memnun değil. Yine yaklaşık yüzde 60’lık kesim, sorunun kaynağı olarak Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni işaret ediyor. Bunu da eline geçen her fırsatta gösteriyor aslında. Yurttaşın bu reaksiyonunu iktidar blokunun görmesine ve “rejimde reform” sözleri etmeye başlamasına rağmen, muhalefet kulağının üstüne yatmaya devam ediyor. Bilerek ya da bilmeyerek Saray Rejiminin devamından yana bir görüntü veriyor. Oysa Erdoğan’ın tüm gücünü rejimden almasına ve halkın bu kadar net bir şekilde karşı durmasına rağmen, başta CHP olmak üzere Meclis muhalefetinin bu tutumunun günün moda deyimiyle rasyonel olmadığı çok açık. Yoksulluğun, demokrasi dışı uygulamaların, dış politikada yalpalamaların, gericiliğin arkasında Saray rejimi var. Bu sistem doğası gereği kriz üretir. Sorunun kaynağına karşı mücadele etmeden, sadece yarattığı problemle uğraşılırsa hikaye tamamlanamaz. Sonuçta Saray’daki koltuk öyle ya da böyle dolar. Ama ülkenin aydınlık bir geleceğe sahip olması, ne Saray’ın ne de orada bir koltuğun olmamasına bağlı. Meclis muhalefetinin de düğümlendiği yer burası.