Sarayın iktidar yolu Halep’e uzandı
Saldırı ABD’nin yeni Ortadoğu’da bir tür BOP’un yeni versiyonunu hayata geçirmeye hazırlandığı bir dönemde başladı. Trump’ın yönetime gelmeye hazırlandığı günlerde yaşanan saldırının bir ucunda da Türkiye var. Türkiye’nin koruması altındaki İdlib’de konumlandırılmış HTŞ’nin, şimdi böyle bir taarruza başlama cesaret ve kararının, İsrail eliyle yaratılan istikrarsızlık içinde Suriye’de de oluşan güç dengesinin değiştirilmesini hedeflediği ortada.
■ Politika Kolektifi
El-Kaide bağlantılı Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) liderliğindeki cihatçı çeteler, konumlandıkları İdlib üzerinden Halep’e doğru saldırı başlattı. Dün itibariyle Halep merkeze kadar ulaşan saldırının, İsrail’in Filistin üzerinden bölgeye doğru genişlettiği savaştan ayrı tutulamayacağı açık.
Suriye’ye yönelik ABD müdahalesi tam da CIA’nın tezgâhında yetiştirilmiş cihatçıların harekete geçirilmesi marifetiyle başlamış ve ülkenin yerle bir olmasıyla sonuçlanmıştı. Bugün başlatılan yeni saldırı dalgasının da İsrail’in Gazze’ye saldırısıyla başlayan sürecin bir parçası olduğu ve hareket sahası içinde gerçekleştiği görülüyor.
Saldırı ABD’nin yeni Ortadoğu’da bir tür BOP’un yeni versiyonunu hayata geçirmeye hazırlandığı bir dönemde başladı. Trump’ın yönetime gelmeye hazırlandığı günlerde yaşanan saldırının bir ucunda da Türkiye var. Türkiye’nin koruması altındaki İdlib’de konumlandırılmış HTŞ’nin, şimdi böyle bir taarruza başlama cesaret ve kararının, İsrail eliyle yaratılan istikrarsızlık içinde Suriye’de de oluşan güç dengesinin değiştirilmesini hedeflediği ortada.
ABD, İdlib’de konumlanmış cihatçı özerk alanının varlığının genişlemesine ve cihatçı güçlerin etkinliğinin artırılmasına Suriye İç Savaşı’nın bütün anlarında istekli oldu. Çünkü bu, Şam’ın egemenlik sınırlarının daralması ve gücünün daha da zayıflaması anlamına geliyor.
Hem Türkiye içinde yaşanan gelişmeler hem Türkiye’nin bölgeye dair yaklaşımının, ABD’nin yeni Ortadoğu düzeni girişimi içinde rol kapma arayışının da bir parçası olduğu görülüyor.
Dışişleri bakanlığı tarafından yapılan son açıklamada da görüldüğü gibi Türkiye bu saldırıları Suriye’deki etkinliğinin artması ve bu yolla aynı zamanda Rojava üzerinde yeni bir baskı gücü oluşturulması için de ayrı bir fırsat penceresi olarak görmeye devam edecek.
Bazı yandaş medya organlarının cihatçıların Halep saldırısını güya Lozan’ın bir tür rövanşı olarak görerek heyecanlanması ve Neo-Osmanlıcı duyguların depreşmesi de işin Türkiye içerisinde nasıl pompalanacağının göstergesi oldu. Diğer yandaş Perinçekgillerin durumu ise tam bir komediye dönüştü. Bu gündemle bir iç cephe kurmak isteyen Saray öbür taraftan kendi cephesinde gedik açabilecek tehlikeli bir senaryo içerisine de girebilir. Rusya ile ilişkilerin gelebileceği noktaları da dikkate alırsak işin o kadar da kolay olmadığını söylemek gerekir.
Ama Erdoğan-Bahçeli ile Fidan-Kalın ikilisinin tutumuna ve söylemine bakınca iç politika ihtiyaçlarından kaynaklı motivasyonlar sebebiyle şu an için bu yönelimden vazgeçmeyeceklerini söyleyebilmek mümkün. Çünkü esas hedef Erdoğan’ı bir kez daha seçtirmek.
HALEP’İN BAKİYESİ İÇ CEPHE SİYASETİ
Tam da bu anlamda, Erdoğan ve Bahçeli’nin başlattığı oyunun bir parçası olan ve ucu kayyumlara uzanan baskı-savaş politikasına yeni bir “gerekçe” bulunduğunu da pekâlâ söyleyebiliriz. Görünen o ki Türkiye içinde cihatçı ve milliyetçi motivasyon, aynı zamanda “iç cephe” tahkimatı adı altında yeni baskı yöntemlerinin de önünü açacak ve Suriye’de yaratılacak bir savaş ortamı üzerinden iktidar aradığı fırsatı bulmuş olacak.
AKP ve MHP’nin iktidarda kalabilmek için kurduğu yeni oyun planının, tek bir hamleye dayalı olduğunu söylemek kuşkusuz eksik olur. Muhalefetin özellikle de bugün olup biteni halen bir “Kürt sorununun çözüm arayışı” olarak görmesinin yanlışlığı ve tüm yığınağını bu noktada yapıyor olması iktidara önemli bir hareket alanı sağlamaya devam ediyor.
MUHALEFETİ FELÇ EDEN ÇÖZÜM
AKP ve MHP son aylarda yaptığı hamlelerle muhalefeti bir dar alana sıkıştırmış durumda. Süreklilik arz etmeye başlayan kayyumlar hem DEM’i hem CHP’yi belli bir savunma hattında sabitledi. İktidar başlattığı art arda gelen saldırılarla muhalefet partilerini savunmada tutarken toplumun enerjisi ve kazanma umudu da kırmaya çalışılıyor.
İktidarın bir başka başarısı da bu dönemde muhalefet cenahında yarattığı kafa karışıklığı. Birbirine tezat görünen ama aynı noktaya hizmet eden hamleler mevzuyu anlamakta zorlanan muhalefet cephesinin de bir arada durmasını zorlaştırıyor.
Bahçeli’nin ortaya attığı, Erdoğan’ın desteklediği ve bu günlerde gerçekleşmesi beklenen DEM-Öcalan görüşmesi de iktidarın aynı noktaya vuran hamlelerinden biri olarak okunmalı.
Sürecin PKK’nın silah bırakmasına doğru gidecek bir dönemin başlayacağına yönelik bilgiler eşliğinde yapılan tartışmalarla gözler Öcalan vereceğe mesaja odaklanmış durumda. Bu propaganda iktidar medyası ve bazı liberaller tarafından tıpkı gibi 2013 Newroz’unda yapılan silahsızlanma çağrısı ile birlikte Ortadoğu’da Kürt-Türk ittifakı üzerinden yeni bir (genişletilmiş) Misak-ı Milli mutabakatı eksenini güncelleyen bir tartışma üzerinden yapılıyor.
Açık ki iktidar eliyle yürütülen süreç muhalefet cenahında “Kürt sorununa çözüm” penceresinden anlaşılmaya devam ettiği sürece bu atmosfer de körüklenecek. Öyle ki iktidar bugüne kadar sorununun çözümüne ilişkin tek bir söz etmemesine rağmen, DEM tüm muhalefeti Kürt sorununun çözümü için harekete geçmeye yönelik çağrılarına devam ediyor. CHP “katkı sunmaya hazırız” diyor. Ama hiç kimsenin olup bitene dair bilgisi yok. Anlaşıldığı kadarıyla bu konuda bilgiye sahip olan bir tek iktidar ortakları partiler, MİT ve Dışişleri Bakanlığı var.
Daha önceki deneyimlerden de yola çıkarak tekrarlamak gerekirse bu yaşananlar ucu Erdoğan’ın aday olduğu seçime çıkacak yeni bir iktidar oyununun, kurgusunun parçası. Rejim bir kez daha Kürt sorunu üzerinden kendini yeniden organize etmeye çalışıyor.
ÇARE SİYASET DIŞINA İTİLEN HALKIN MÜCADELESİNDE
Tüm bunlara rağmen iktidarın yaptığı hesapların hayata geçip geçmemesi, muhalefetin izleyeceği politikalara bağlı olacak. Çözüm, yumuşama, yeni anayasa gibi başlıklar üzerinden iktidara açılan manevra alanı, çöküşe sürüklenen rejime, gerçek olmayan bir güç atfedilmesine de neden oluyor. Bu durum sadece partileri etkilemiyor aynı zamanda toplumu hızla siyaset dışına sürüklüyor.
Mart seçimleri sonrasında Van’daki kayyum girişimine karşı gösterilen birleşik direncin nasıl bir etki yarattığını hatırlayalım. Öte yandan sonrasındaki hak arama mücadelelerinin yükselişinde öğretmenlerden emeklilere, işçilerden köylülere kadar toplumun tüm kesimlerinden yükselen direnç, çanların artık 31 Mart’ta azınlığa düşmüş iktidar için çaldığının göstergeleriydi. Geçtiğimiz kısa dönemdeki muhalefetin önce normalleşme sonra hızla açılım aldatmacası içine girerek, odağını dağıtmasının da etkisi altında toplumsal muhalefet de bir parça geri çekildi. İktidar bir yandan içerideki bu havadan faydalanarak diğer yandan da Suriye’de yaratılacak bir savaşa dayanacak yeni baskı ortamı içinde toplum iyice siyasetin dışına itilmek istiyor. Ancak bu şekilde yeni bir fiilî OHAL altında toplumun sindirildiği bir ortamda girilecek seçimde, önceden dizilmiş hileli taşlara basarak iktidarda kalabilmesinin mümkün olabileceğini biliyor.
Kuşkusuz ki önümüzdeki en önemli sorumluluk iktidarın yarattığı aldatma perdesini kaldırarak, toplumu siyasetin örgütlü ve aktif bir parçası haline getirmek için çalışmak olmalı. Bunun için de şimdi tüm bir muhalefetin parlamento etrafına sıkışmış siyaset elitlerinin insafına terk etmemek gerekiyor… Bu iktidardan kurtulmanın bir hayat memat meselesi olduğunu yaşayan ve bilen ülkenin çoğunluğuyla birlikte, her fırsatı sokakta taleplerini dile getiren işçilerle, tüm yazı daha da sıcak hale getiren çiftçilerle, aydınlarıyla, sanatçılarıyla, akademisyenleriyle büyük ilerici potansiyellere sahibiz. Ancak tüm bunlar parçalı ve dağınık, herkes bulunduğu yerde tek başına bir şeyler yapmaya çalışıyor…
Bu yüzden de yetersiz kalmaya mahkûm oluyor. Yapılması gereken şey de tam da bu tespitte saklı.