Sarsılmayı seven bir okur için bile ‘sarsıcı’

VEYSEL PEKER

Toplumsal gerilim, özne inşasının yapı taşlarından biri. Önce kendini dönüştürüp, sonra özneden topluma, herhangi bir kayıp yaşamadan geçiş yapıyor; bu geçişi okuyabilmek ve değerlendirebilmek için toplumu iyi tanımak gerekiyor. Cüneyt Candaş’ın yeni romanı ‘Bedel Ödeyenler’ de tam da buradan okunabilecek bir çalışma.

Açıkçası kitabın arka kapağında yazan “gizem, gerilim ve korku” ifadeleri sanırım bu romanı tanımlamak için yeterli olmayan, hatta yanlış olan ifadeler. Evet, kitapta bu üç öğenin de yer aldığını söylemek lazım ama toplumsal cinsiyet yargılarına ilişkin son derece doğru gözlemlere dayanan başka bir okumanın kitabı ve hikâyeyi sardığının altını çizmek gerekiyor. Öyle ki roman boyunca alttan alta işleyen ve sizi gerçekten geren şeylerin en önemlisi cinsellik; çünkü toplumsal çelişkilerin derinlerinde yer alan kimlik meselesi her şeyin aslında alt üst olmasını sağlayan şey. Kimlik, roman boyu farklı ikiliklerle okura sunuluyor ve bu o kadar yumuşak geçişlerle yapılıyor ki romanın baş kişisi Tarık’ın yaşadıkları bir üst hikâye olarak akıp gidiyor. Ancak yazılmayanları da okuyabilen okurlar açısından, roman geniş bir söylemler ağını da hem kuruyor hem de genişletiyor.

Psikiyatrist Tarık’ın babasının cenazesi için İngiltere’den Türkiye’ye, köyüne dönüşü üzerinden gelişen romanda, ‘psikiyatri’nin ne denli büyülü bir şey olduğuna dair pek bir belirleyen yok; çünkü bir inşadan bahsediliyor, anlatılan bir insan. Bu son derece önemli bir ayrıntı. Yazar Cüneyt Candaş, Tarık’ı mesleğinin altına sıkıştırmıyor, aksine üstüne ve ötesine çıkarıyor; böylelikle arkaik bir şeylerin roman boyunca kımıldadığını hissediyor okuyucu. Öyle çok ayrıntı var ve bu ayrıntıların hepsi öyle başarılı işlenmiş ki ‘şimdi şöyle olacak’ diye kestirebileceğiniz tek bir kırılma noktası yok romanda.

Yazarın zaferi de burada zaten; erkek olma geriliminin bile insanı ötekileştirebildiği bir yaşam alanı içinde anlamsız şeylerin tümü, anlamlı şeylerin tümü bir özne inşasında hiçleşebiliyor. Fakat bu hiçleşmenin gelip dayandığı nokta, bir öznenin oluşumunu sağlaması. Bir kısır döngü. Yazar bu açmazı son derece becerikli bir biçimde işleyerek doğurganlığını açığa çıkarıyor. İmkânsız gibi görünen bir imkânsızlık; yaşa her haliyle, bir kısır döngü iken bile tarih yaratıyor, özne yaratıyor ve anımsamakla yaşamak arasındaki çizgiyi bir erginlenme törenine dönüştürüyor.

Cinsellik de bu anlamda işliyor zaten romanda, fakat erkekleşmekle cinsel gelişim arasındaki ritüelistik karmaşa okura sunulurken, bayağılıktan ziyade, sarsıcı bir enerji yayılıyor. Geleneksel olanın bile aslında ne denli alışılmadık olduğu çıkıyor açığa. İşte özne inşası denen ve toplumsal gerilimi, bireysel gerileme eviren temel şey de bu enerji. Eğer bu roman için korku ya da gizem ifadeleri kavramsal olarak kullanılacaksa, buradaki korku ya da gizem, toplumsal değişimin altında aranmalı.

Ancak tüm veriler değerlendirildiğinde rahatlıkla söylenebilir ki, roman sizi gerçekten sarsacak. Kendi önyargılarınızla, özellikle cinsellikle ilgili olanlarla beklenmedik biçimde yüzleşebilirsiniz… Ancak aynı romanı okuyan başka bir okur da romanda cinsellikle ilgili bariz şeylerin olduğunu, pek de öyle derin mesajlar almadığını söyleyebilir elbette… Fakat gören bir göz için oldukça derinlerde gezinen, insan ruhuna dair önemli saptamalar olduğunu bir kez daha belirtelim.

Son olarak söylenmeli ki toplumun erkeği inşa ederken, kaygıyı nasıl onun içine yerleştirdiğini ve bundan kurtulmanın yolunun mutlaka ama mutlaka acıdan geçtiğini ama bu geçilen acının, olup biten onca şeyden sonra başlı başına her şeyin yerini aldığını anlamak açısından son derece önemli ve başarılı bir roman.

Ne de olsan insan, unutmak istediği acıları ancak hatırlayarak unutabilir.