Google Play Store
App Store

Lübnan ateş altındayken, bizim düşünmemiz gereken bir şey de savaş ikliminde bir seçimin sonuçları!” diye yazdığımda ve bölgedeki ateşin Türkiye’yi de savaş iklimine sokacağını, konuşulması gerekenlerin konuşulamaz olup, mevcut iktidar etrafında toplanma yaşanacağını söylemeye çalıştığımda, Erdoğan henüz “…İsrail yönetiminin, … Filistin ve Lübnan’dan sonra gözünü dikeceği yer, açık söylüyorum, bizim vatan topraklarımız olacaktır” dememişti.

Dün sohbet ettiğim Batılı bir diplomat, girdiği bir ortamda, Türk dostlarının hemen etrafına toplanıp, “Ne dersiniz, İsrail bize saldırır mı?” diye sorduğunu ve buna çok şaşırdığını anlattı. Belli ki o pek ihtimal vermiyor.

Ben o tartışmaya girmeyeceğim, ama memleket girdi. Meclis Başkanı Kurtulmuş da Erdoğan’la aynı şiddetle İsrail’in hedefinde olduğumuzu vurguladı. Ana muhalefet kapalı oturum talep etti. Vatan topraklarına gözünü dikmiş bir saldırgan algısı dalga dalga yayılmaya başladı, yayılacak.

İsrail saldırır mı saldırmaz mı sorusu bir yana, algılanan gerçek gerçek gerçekten daha gerçek olduğu için, Türkiye’de her şey bir savaş iklimi içinde ve güvenlik odaklı yapılır hale gelebilecek.

Böyle olunca, zaten iktidar cephesi dillendirmeye başladı, içeride kenetlenmek gerekecek! Haliyle, iktidar etrafında!

Kenetlenmek şart diyenler, bunun muhalefet cephesinde olmaması için, özellikle de ana muhalefetin potansiyel çatlaklarını kanırtıp onu dağıtmak için epey gayretkeşler.

Bu şartlarda ve karşınızdakiler anormalin zirvelerinde dolaşırken, normalleşmek gerçekten karşı mahallenin size yaklaşmasını, karşı mahelleye nüfuz edebilmenizi sağlıyor mu, bilemiyorum. Sürekli anketlerle destek ölçen, AKP ile aranın ne kadar açıldığını ilan eden CHP sanırım biliyordur ve umarım arayı hâlâ açıyordur!

CHP’nin yerel seçim başarısında kuşkusuz kendi yaptıklarının da bir etkisi var, ama Erdoğan’ın “katkısını” görmezden gelmek olmaz.

Dünyanın her yerinde, insanların “bir şeye karşı” harekete geçirilmesi “bir şey için” harekete geçirilmesinden çok daha kolay oluyor. Bu son derece etkin bir seçim dinamiği. İnsanlar, “aman bu olmasın” diye bir şeye karşı olduklarında, onun olmamasını sağlayabilecek olana yöneliyorlar.

Aşırı sağın yükseldiği Avrupa’da, en son Avusturya seçiminde Avusturya Komünist Partisi (KPÖ) de bu dinamikten etkilendi. 2019 genel seçimlerinde aldığı yüzde 0.7 oyu yüzde 2.4’e çıkardı ama yerel seçimlerde elde ettiği olağanüstü başarının gerisinde ve yüzde 4’lük barajın altında kalarak parlamentoya giremedi.

Yerel seçimde “bir şey için” oy vererek KPÖ’yü destekleyenler, geçen hafta sonundaki genel seçimde “aman faşistler olmasın” diyerek ve “bir şey için”den çok “bir şeye karşı” oy verdiler.

Türkiye’de muhalefet, özellikle de CHP, vatandaşların onlar için oy vermesi kadar, “tek adam rejimine karşı” oy verme dinamiğinden yararlandı.

Normalleşme tartışmalarının sürdüğü ortamda, epeydir rejimin adının konulmadığını, tek adam rejimi kavramının duyulmadığını ve asıl muhalefet edilmesi gerekenin muğlaklaşmaya başladığını görüyoruz.

Savaş ikliminin hakim olduğu ve karşı olunan bir dinamik olarak insanları harekete geçiren “tek adam rejimi”nin muğlaklaştığı koşullarda, muhalefet için bir seçim başarısı hiç kolay olmayacaktır.

Eğer bu öngörü doğruysa; Rejimin adını koymaktan ve sorunların temelinde onun yattığını vurgulamaktan hiç geri durmayacaksınız. Savaş ikliminin hakim kılınmasına itiraz edip barış seslerini yükselteceksiniz. İktidar kenetlenme derken, asıl siz kenetlenecek, muhalefette birbirinize düşmeyeceksiniz.