Google Play Store
App Store

Her insan, doğduğu andan itibaren “sevgiyi ve saygıyı” fazlasıyla hak eden bir canlıdır.

Çocuk yaşlarda bu ikiliden birincisi (sevgi), doğal olarak herkese sağlanırsa da, yetişkin sayılacak yaşlara gelindiğinde, ikincisinin biraz daha önemli olduğu bir duruma evrilir insanoğlu.

Daha açık yazmak gerekirse, yetişkin bir bireyin yaşamında hataları veya sevaplarının muhasebesi yapıldığında, bir aşamada “Sevilmese de, en azından asgari de olsa saygıyı hak edecek bir konumda olabilmek” önemlidir. Ya da önemli olmalıdır.

Yetişkin bireyler, özellikle bir makam veya mevki sahibi olurlarsa, yani toplumun önemli bir kesimine karşı sorumluluklar taşıyarak çalışır, hizmet verir ve “puanlamaya” tabi tutulursa, gösterilen saygı seviyesini yüksek tutmak, bilhassa öncelikleri olmalıdır.

Bugün, ülkeyi yöneten rejimi neredeyse tek başına temsil eden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “görmesi gerektiği varsayılan” saygı meselesi, bu yazıyı yazdırıyor bana.

Anamuhalefetin lideri CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in TBMM’nin açılış günü beklenmedik (bazılarına göre beklendik) şekilde, “Genel kurula gelişte, makamına saygımız gereği ayağa kalkarak karşılarız. Alkışlamasak bile saygıyla dinleriz” tavrı da bu tartışmanın önemli bir ayağını oluşturmakta.

Sonuçta CHP meclis grubunun neredeyse yarısının, “ya gelmemek, ya içeri girmemek ya da emredilenin aksine ayağa kalkmamak suretiyle bu saygıyı esirgemeleri” ayrı bir tartışma olarak parti liderliğinin masasında durmaktadır. Orası Özgür Bey ve yönetici arkadaşlarının sorunudur.

Biz burada, tartışılan esas konuya, yani Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın o “gösterilmesi gereği varsayılan saygıyı” hak edip etmediğini tartışmak durumundayız.

Eğer bu düzeyde bir yönetici, oturduğu makamın saygınlığını, bizzat kendi icraatı ile yerle bir etmişse, başkalarından saygı görme hakkını da kendi kendine yitirmiş demektir.

Eğer o kişi, bu göreve getirilmesine yol açan seçimi/referandumu hile hud’a yoluyla kazanmış, anayasaya aykırı bir şekilde (yasanın emrinin yerine getirilmedği, geçersiz pusulaların geçerli sayıldığı ve bunun YSK’daki birkaç yargıcın tasarrufuyla yapıldığı gerçeği) o makama yerleşmiş ve bunu içine sindirebiliyorsa, saygıyı hak etmiyor demektir.

Eğer aynı kişi, Anayasa’nın 101 ve 116’ncı maddelerinde açıkça belirtildiği üzere “İki kereden daha fazla aday olamaz” şartını ihlâl ederek 3’ncü kez aday oluyor ve bunu “kendi tayin ettiği YSK hâkimlerine onaylattırarak” yolu (yasa dışı şekilde) açtırıyorsa, saygı talep etmeye hakkı kalmamış demektir.

Eğer sözü edilen yönetici, ağzını her açtığında “Sandık, seçim, seçilmişlik, seçilmişlerin kutsiyeti, milli irade” diye bağırmasına rağmen, o “Milli iradenin tecelligahı” durumundaki TBMM’yi yok sayarak iktidarını sürdürüyor ve zaten parlamento denetimini ortadan kaldıran bir anayasa değişikliğini hile ve hud’a ile getirmişse, bir milletvekilinin bu sıfatı resmen (AYM kararıyla) taşırken zindanda çürümesine göz yumabiliyorsa, saygı sözcüğünü ağzına en son almayı hak ediyordur.

Eğer aynı yönetici toplumun (kaba bir hesapla) yarısını oluşturan kadın bireylerin azıcık dahi olsa nefes almalarına, hayatta kalmalarına, hayata tutunmalarına neden olabilecek bir tarihi sözleşmeyi (İstanbul Sözleşmesi) yine Anayasa’ya aykırı olarak tek başına yırtıp atabilmeyi içine sindirebiliyorsa, her şeyi bir yana bırakın, bu ülkenin kadınlarından zerre kadar saygı talep edemeyecek duruma gelmiş demektir.

Eğer bu şahıs, bütün bunlara ek olarak, ülkede hak arayan, bunun için sesini yükselten ve anayasal hakkını kullanarak sokağa çıkıp bağıran ülke vatandaşlarının tümüne “çapulcu”, kadınlarına “sürtük - düşük” gibi sıfatlarla ağır hakaret etmiş, kendisine yan gözle baktığına inandığı herkese, “Şerefsiz, cibilliyetsiz, alçak” gibi hakaretlerle saldırmışsa, evladı katledilen bir anneyi meydanlarda yuhalatabilmişse, “saygı” sözcüğünün hiçbir harfini telâffuz bile etmeye yeltenmemelidir.

Eğer kendisine söz ettiğimiz bu yönetici, bugün söylediğini, bu ay söylediğini, bu yıl söylediğini, hattâ ve hattâ, aynı cümle içinde 1 dakika önce söylediğini, sonra “hiçbir özeleştiri ve izahatta bulunmadan” son derece rahat inkar edebiliyor ve tam tersini yapabiliyorsa, bu tür tavırlarını uluslararası alanda da farklı ülkelerin liderlerine hitap ve hakaret ve sonra da sarmaş dolaş olmalara dönüştürebiliyorsa, hangi saygıdan söz edebilir ki?

Yapmayacağım dediğini yapmak, yapacağım diye söz verdiğini unutmuş görünmek, TBMM kürsüsünden “Namusum ve şerefim üzerine and içerim” dediklerinin hiçbirine uymamak, koltuğuna (temsili anlamda) oturduğu bu ülkenin kurucu liderine, yüce önderine dahi hakaret anlamına gelen ifadeler kullanmak, önemli günlerde kabrini ziyarete bile tenezzül etmemek, saygıyı hak eder mi?

Bütün bunlar ortada dururken, CHP Genel Başkanı’nın çok yoğun biçimde (kendinden önceki genel başkanı tarafından bile alenen) hedef olduğu bu “Ayağa kalkmanız doğru muydu? Üstelik bu konjonktürde, size oy veren kitleler bunu onaylıyor mu?” eleştirileri haklı değil midir?

Sayın Özel, bir yandan bunların muhasebesini yeniden yapmalı, bir yandan da dün gazetemiz BirGün’ün birinci sayfasında yer verdiğimiz “Muhalefete ne kadar güveniyorsunuz?” ve “Muhalefeti ne kadar başarılı buluyorsunuz” mealindeki sorulara verilen yanıtları, bir odaya kapanıp uzun uzun incelemelidir.

Ve derin derin düşünmelidir.