Seçimlere beş hafta gibi kısa bir süre kalmış olmasına karşın ülkenin çok ağır sorunları bir türlü gündeme getirilmiyor.

Bu olağandışı ya da görülmedik yüzeysellik ve duyarsızlık elbette iktidarın çıkarına çalışıyor.
Bu konuda iki örnek yeterli olacaktır.

Bunlardan biri “seccade sığlığı” denilebilecek uyutmacadır. O kadar ki geleceğin özgür siyaset tarihçileri, 14 Mayıs seçimlerinin adını, büyük bir olasılıkla, “seccade seçimi” olarak yazacaklar.

Diğeri de gerçek tehlikeyi ya da tehlikeli gidişi görmezlikten gelmedir.

“İKİ FETVA” DİYANET’İ

Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “ayakkabılarını çıkarmadan” bir seccadenin üzerinde fotoğraf çektirmesi büyük olay yapıldı. Özellikle de iktidar yanlısı basın yayın, çok sayıda TV’si, adlarının önünde profesör yazan yorumcuları ve anlı şanlı yazarlarıyla, utanmadan bu konuyu işledi durdu. Başkan Erdoğan, üstelik deprem yöresindeki bir mitingde, kürsüye bir seccade ile çıktı; “bastığı yerin kutsallığını bilmeyen” Kılıçdaroğlu’nu, onun onca özrüne ve tövbesine aldırmadan yerden yere vurdu.  

Tam da bu sırada ortaya atılan “Ali Baba’nın Çiftliği” gibi yönetildiği iddiaları karşısında bile suskun kalan Diyanet İşleri Başkanlığı -DİB sahne aldı; seccade konusunda gazeteci Bilal Çetin’e 190 “Alo-Fetva” hattından önce şu fetvayı verdi:

“Seccadenin özelliği, kutsiyeti yok. Temizlik için kullanılan elbiselerimiz gibi bir şey. Sadece üzerine namazı hatırlatıcı bir şeyler yazıyorsa, ibadete saygıyı temsil ediyor, o. O temizliği sağlamak maksadıyla yapılmış, bize gerekli olduğu düşünülmüş bir eşya, İsmine de secde edilen bir yer anlamına gelen ‘seccade’ denilmiş”.

Bu ilk açıklamadan “bir gün sonra aynı konuda” şöyle bir fetva verdi:

"Seccade, kutsal bir şey değil. Manevi anlamı var. Niyeti ne olursa olsun iyiye yoramayız. İnanca saygısızlık”.

Sormak gerekiyor: o bir gün içinde ne oldu? Diyanet neden ve nasıl birdenbire görüş değiştirdi? Emir mi geldi? Dahası, dine ilişkin her konuda çok duyarlı olan Başkan Erdoğan, genel olarak DİB’de olan-biten, özel olarak da bu fetva değişikliği konusunda neden suskun?

Biliyorum; var olan koşullarda bu soruları sormak, boş uğraş. Peki, bu soruların sorulmaması, toplum açısından çok daha yıkıcı değil mi?

İKTİDARIN NİTELİĞİ DEĞİŞTİ

Hüda Par’ın ve YRP’nin katılmalarıyla birlikte AKP’nin ana gövdesini oluşturduğu Cumhur İttifakı’nın da niteliği köklü bir biçimde değişti.

İktidarın, ılımlı siyasal İslam yapısı, ılımlı olmaktan çıktı; büyük ölçüde Hizbullah çizgisine evirildi.

Artık yok edilmek istenen yalnızca Cumhuriyet’in bilimin yol göstericiliği, kadın-erkek eşitliği, laiklik ve barış değerleri değildir, çok daha fazlasıdır.

Önceleri de iktidarın ideolojik niteliğine eleştirel bakamayan Millet İttifakı, bu nitelik değişimini de tümüyle görmezlikten geliyor; “kadın hakları” konusuna çok cılız bir değinmenin ötesinde gündeme bile getirmiyor.  

Ancak, bu tarihsel ve büyük duyarsızlık, yalnız bugünlerde yaşanan “seccade” tartışması saçmalığına neden olmakla kalmıyor; gerek Meclis’te, gerekse kamu yönetiminde “seçimlerden sonra” yaşanabilecek olumsuzluklara da gebe görünüyor.

Eklemekte yarar var: Akşener’in partisinin il başkanlığına yapılan silahlı saldırıdan giderek Grup toplantısında kürsüden fırlattığı mermiler ve bunu izleyen CHP İstanbul İl Başkanlığı yakınında sıkılan kurşunlar, seçimlerin, Nâzım Hikmet’in yerinde deyimiyle “kurşun gibi ağır” havasını yansıtmakla kalmıyor; seçim güvenliği sorununu da tam anlamıyla yaşamsal kılıyor.

Kayıt düşülmeli; bugünlerde demokrasimizin (!) bir başka göstergesi daha yaşanıyor; Ankara, milletvekili adayı olmak için, kimilerinin elinde seccade ile partilerinin önünde sabahlara kadar bekleyen binlerce kişiye ev sahipliği yapıyor.
Bu sonu çok olumsuz, giderek karanlık gidişe kesin kes dur denilmesi için,14 Mayıs seçimlerinde iktidarın değiştirilmesi gerekiyor.