Parlak renkli kuşlar, milyonlarca yıldır deneyimlemedikleri yeni bir seçilim baskısı altındalar: Parlak renkleri ve hoş sesleri nedeniyle insanlar onları daha çok yakalıyor, daha çok hapsediyor ve kuşların soyunu tehdit ediyor.

Seçilim özellikleri ve tehlikeleri
Fotoğraf: AA

Evrimsel biyolojinin en muhteşem taraflarından biri, etrafımızda gördüğümüz ve neredeyse sınırsız düzeyde olan çeşitliliğin farklı niteliklerini başarıyla açıklayabilmesidir. Bunun için Evrim Teorisi bünyesinde birçok farklı model geliştirilmiştir; ancak bunlardan en etkili olanları, evrimin farklı mekanizmalarının birbiriyle çatışmasını ele alanlardır.

Örneğin doğal seçilim durmaksızın popülasyon içindeki en uyumlu bireyleri seçerken (daha doğrusu en uyumlu bireyler hayatta kalıp ürediği için, bize ortada “doğal bir seçilim” varmış gibi gelmektedir; yoksa doğal seçilim hiçbir şey yapmaz), mutasyonlar durmaksızın, rastgele bir şekilde genleri değiştirir. İçinde bilgi taşıyan bir molekül dizisinin (DNA) rastgele değişmesi, doğal olarak, çoğu zaman olumsuz sonuçlar doğuracaktır. Zaten doğal seçilim süreci olmasaydı, mutasyonlar tek başlarına kısa sürede canlılığın sonunu getirirdi. Ama mutasyonların sebep olduğu görece az miktardaki faydalı değişim sürekli olarak “kayırıldığı”, görece sık meydana gelen zararlı değişimlerse sürekli “elendiği” için, popülasyonlar giderek daha uyumlu genetik kombinasyonlara doğru evrimleşirler. İşte bu, iki farklı evrim mekanizması (bu durumda doğal seçilim ile mutasyon) arasındaki çatışmanın, bir denge veya optimizasyon yaratmasına bir örnektir.

BAŞARILILAR SEÇİLİYOR

Bu tür bir ilişkiyi doğal seçilim ile cinsel seçilim arasında da görüyoruz: Doğal seçilim türün içinde hayatta kalma başarısı en yüksek bireyleri seçerken, cinsel seçilim tür içinde çiftleşme başarısı en yüksek bireyleri seçiyor. Kimi zaman bir özellik, bu iki seçilim baskısı tarafından da bir arada seçilebiliyor: Örneğin zürafaların uzun boyunları, hem daha yüksek dallara erişip besin toplayabilme konusunda avantaj sağladığı için doğal seçilim tarafından, hem de dişiler için verilen kıran kırana rekabette rakipleri boyun çarpıştırarak yenmeye yaradığı için cinsel seçilim tarafından seçiliyor. Bu da o özelliğin absürt boyutlara ulaşmasına neden oluyor. Ama kimi zaman bir özellik cinsel seçilim açısından avantaj sağlarken, doğal seçilim açısından dezavantaj sağlayabilir. İşte bu tür bir çatışma durumunda, yine bir denge noktasına ulaşılana dek iki evrim mekanizması arasında bir çekişme yaşanıyor.

‘ŞARKILAR’ SÖYLÜYORLAR

Bunun güzel ve önemli bir örneğini tropik ormanların rengarenk şarkıcı kuşlarında görüyoruz. Bu kuşlar, eşlerini kendilerine çekmek için birbirinden harika “şarkılar” söylüyorlar (daha doğrusu bize “şarkı” gibi gelen bir şekilde ötüyorlar). Bu kuşlar, aynı zamanda, dikkatlerini çekmeyi başardıkları dişileri etkilemek için sahip oldukları parlak renklerden de faydalanıyorlar. Ama hem bu şarkılar hem de o parlak renkler, aynı zamanda bu kuşları avcılar için bir hedef tahtası haline getiriyor. Çünkü sesi daha çok çıkan ve tropik ormanların yeşil-kahverengi arka planında daha belirgin olan hayvanları avlamak da daha kolay oluyor.

Sadece bu da değil! Parlak renkli kuşlar, milyonlarca yıldır deneyimlemedikleri yeni bir seçilim baskısı altındalar: Parlak renkleri ve hoş sesleri nedeniyle insanlar onları daha çok yakalıyor, daha çok hapsediyor ve dolayısıyla yasadışı avcılık faaliyetleri de bu kuşların soyunu tehdit ediyor. Üstelik tarım gibi faaliyetler dolayısıyla tropik ormanlar daha da harap edildikçe, bu hayvanlarla insanların karşılaşma ihtimali artıyor ve böylece var olduğunu bildiğimiz ama eskiden görece korunaklı ormanlarda yaşayan tropik kuşlar çok daha erişilebilir hale geliyor. Yani bu kuşların parlak renkleri bir yandan onların çiftleşme başarısını artırırken, diğer yandan hem insan-harici avcıların hem de insanların hedefi haline gelmelerine neden oluyor.

DENGE NOKTASI

Bu tür bir çatışmada denge noktası, doğal seçilim ile cinsel seçilimin dengelendiği yerde oluşuyor: Eğer kuşların parlaklığı, onları üreyebildiklerinden daha hızlı tükenmelerine neden olacak düzeyde bir hedef haline getirirse, o zaman daha sönük renkli bireyler birdenbire avantajlı konuma geçiyorlar ve ortamda onlar daha sık bulundukları için, parlak renk üreme bakımından avantajlı olmaya devam etse bile, (onlar hayatta kalamadığı veya ticaret nedeniyle yaşam alanlarından koparıldıkları için) geriye kalan sönük renkliler daha çok ürüyorlar ve tür, giderek sönük renkli olacak biçimde değişiyor. Ama parlaklık miktarı gereğinden fazla azalırsa ve kuşlar, parlaklıkla temsil edilen “sağlıklı olma” seviyesini artık etkili bir biçimde ayırt edemezlerse, o zaman yeterince iyi eşlerle çiftleşemiyorlar, yavruları daha zayıf doğuyor; bu nedenle de parlak renklere sahip, dolayısıyla da daha sağlıklı bireyler (ne kadar az kalmış olurlarsa olsunlar) daha çok hayatta kalmayı başararak türün giderek parlaklaşmasına neden oluyorlar.

Elbette yok oluş da bir seçenek: Eğer sönük renkle ilişkili zayıf sağlık türün fazlasıyla zorda kalmasına neden olursa ve acımasız avlanma/kaçakçılık devam ederse, türün soyu da tamamen tükenebiliyor. En nihayetinde bugüne kadar var olmuş tüm türlerin %99’undan fazlası yok oldu.

Ama burada kritik nokta şu: Her bir tür için bu denge noktaları farklı yerlerde kurulduğu için, türler de bambaşka görünümlü canlılara evrimleşebiliyorlar. Ayrıca zaman içinde bu denge noktaları değiştikçe, türlerin ortalama özellikleri de değişiyor ve böylece atalarından bambaşka görünen türler ortaya çıkabiliyor.

‘KARİZMATİK’ TÜRLER

Sadece bu da değil! İş, bu şekilde soyu tehdit altında olan türleri korumaya geldiğinde, birçok insan estetik görünümlü canlıları korumayı daha çok tercih ediyor; bunu açıkça kabul etseler de etmeseler de. Hatta koruma biyolojisinde bunun bir adı bile var: “karizmatik türler”. Bu türler, bazı diğer türlere göre daha az tehdit altında olmalarına rağmen, insanların onları “karizmatik” bulmasından ötürü daha sıklıkla koruma altına almayı tercih ettiği (veya bu yönde baskıların daha şiddetli olduğu) türler. Genellikle karizmatik türler, filler gibi devasa (ve kolay görünür) hayvanlar oluyorlar (bu nedenle bazen bu canlıların oluşturduğu gruba “karizmatik megafauna” deniyor); çünkü insan için en önemli duyu organı gözler ve bu organa hitap eden görünüme sahip olan hayvanlar daha “karizmatik” olarak değerlendiriliyor.

Ama bir türün “karizmatik” olması için illâ büyük olması gerekmiyor. Örneğin tropik bölgelerde yaşayan ötücü kuşlar, parlak renkleri ve ilginç sesleri sayesinde insan için “karizmatik” olan türlerden biri. Buna bağlı olarak, soyları (herhangi bir nedenle) tehdit altına girdiği anda insanlar tarafından korunmaya başlanma ihtimalleri çok daha yüksek oluyor.

Yani burada da bir diğer denge noktası görüyoruz: Türlerin karizmatikliği, bir yandan onları ticaretin hedefi haline getirirken, diğer yandan korunma çabalarını pekiştiriyor.

Uzun lafın kısası, evrim dediğimiz şey, en nihayetinde birbiriyle durmaksızın çatışan parametrelerin belirli denge noktalarında geçici olarak kalmasından ibaret. “Geçici” diyorum, çünkü çevre şartları, gen havuzları, bunların birbiriyle etkileşim biçimleri zaman içinde kaçınılmaz bir şekilde değiştikçe, evrim de bunların aradığı yeni denge noktalarına doğru yön değiştiriyor ve türler de bu yönde değişiyorlar. Bu yalın gerçek, sadece türlerin neden bulundukları ortamlara kusursuza yakın bir şekilde adapte olduklarını izah etmeyi başarmakla kalmıyor, aynı zamanda neden bu kadar geniş bir çeşitlilik olduğunu da kavramamızı sağlıyor.