Cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimlerinde son düzlükteyiz. 14 Mayıs 2023 Pazar günü sandıklara atacağımız oylarla sadece her iki makamda kimlerin oturacağını seçmeyeceğiz, aynı zamanda hangi siyasal rejim ve hükümet sistemi altında yaşayacağımızı da seçmiş olacağız. Bu seçimi “o seçim” yapmayan ana motif de bu hususla ilgili. Ancak bu örtüşme, son derece çelişkili bir karaktere de sahip. Zira hangi siyasal rejim ve hükümet sistemi ile yaşanacağı hususu, seçmen oy tercihlerinin değil köklü dönüşümlerin ya da daha belirgin ifadesiyle devrimlerin ya da karşı devrimlerin konusudur. Dolayısıyla Türkiye, seçim-devrim mekaniğinin eş zamanlı devinimi içindeki bir ülke konumundadır.

Rejim sütunları oturmuş ve idare şekli tanımlanmış bir ülkede kim cumhurbaşkanı olsun, parlamento sıraları hangi parti renklerine boyansın seçimleri yapmadığımız konusunda, siyasi aktörler ve kamuoyu oluşturucuları indinde geniş bir farkındalık mevcutsa da, bu özel durumun siyasi anlamları konusundaki analiz ufku aynı ölçüde geniş değil maalesef.

Seçim-devrim mekaniği konusundaki farkındalık “bu seçim aynı zamanda diktatörlük mü demokrasi mi, seçimidir” şeklinde özetlenebilecek bir yaklaşıma sahip. Seçim mekaniği, ideal durumda, tercihlerini serbestçe belirlemiş seçmen birey talep eder; devrim/karşı devrim mekaniği ise örgütlü/kolektif iradenin varlığını ön gerektirir.

Cumhuriyet mi, monarşi mi; demokrasi mi diktatörlük mü, bireysel seçmen tercihlerinin önüne konulacak seçenekler değildir. Seçmen tercihlerinin belli zamanlarda rejim ve idare biçimine yönelik etkileri tabii ki olmaktadır, 14 Haziran da o zamanlardan biridir. Ancak oy tercihinin etkisi, tercihin kendisi değildir. O ünlü örnekte olduğu gibi, Mart 1933’de Alman seçmenleri, Führer yetkisi ile donanmış Faşist diktatörlüğü seçmediler; fakat o kapıyı açan etkilere sahip bir oy oranı (%44) ile parlamento çoğunluğunu Hitler’in ellerine teslim ettiler.

***

Bir kez daha vurgulamalı ki 14 Mayıs 2023, seçim-devrim/karşı-devrim mekaniğinin işlediği süreçteki en kritik anlardan biridir. Seçim gününü, süreç içindeki bir moment olarak kavramak bizi, seçmen birey ile kolektif irade arasındaki ilişki üzerine düşünmeye de sevk edecektir.

Türkiye, laik-üniter-sosyal hukuk devleti şeklindeki rejim sütunlarına doğrudan etki eden üç seçim yaşadı; ilki 2010 Anayasa değişikliği idi, ikincisi cumhurbaşkanının ilk kez halk tarafından seçileceği 2014 seçimi oldu. Sonuncusu ise Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı verilen mevcut rejimin oylandığı 2017 Anayasa Referandumu’dur.

Rejim sütunlarına doğrudan etki eden devrim mekaniğinin en önemli göstergesi, 2013 Gezi Direnişi’dir. Karşı devrim mekaniği ise 15 Temmuz 2016’daki askeri darbe girişimi ile görünür olmuş, dolaysız etkileri 2017’deki Anayasa Referandumu ile sonuçlanmış ve bugünkü şahsileşmiş güç kullanımına tabi idari örgütlenme ortaya çıkmıştır.

***

Peki, 14 Mayıs 2023 seçim sürecindeki devrim/karşı-devrim mekaniğinin ön gerektirdiği kolektif irade hakkında neler söylenebilir? Cumhur, Millet, Demokrasi ve Özgürlük, Sosyalist Güç Birliği gibi ittifaklar, bu ön-gerekliliğin bir ürünü olarak görülebilir mi? Kendileri, varlık gerekçelerini, 50+1 ve seçim sisteminin özellikleri ile açıklıyorlar. Bu durumda ittifakları, kurucu kolektif irade merkezleri olarak değil de seçim koalisyonları olarak kavramak, daha açıklayıcı oluyor. Türkiye’de seçim-devrim mekaniğini devindiren güç, yaygın bir kentli tabana sahip olduğu hissedilen güçlü değişim arzusudur. Değişim arzusunun kurucu irade şeklindeki örgütsel varlığından henüz söz edilemez ise de cumhurbaşkanlığı seçimi çerçevesindeki pozisyon alışlarda, seçim-devrim mekaniğinin iki asli tarafı oluşmuş durumdadır. Bir yanda ülkeyi, monarşik- oligarşik idare altında bir bilinmeze götüren Cumhur İttifakı adayı, diğer yanda parlamenter demokrasi ve Cumhuriyet rejimi tercihini ileri süren Millet İttifakı adayı vardır. Bu düzlemde üçüncü bir yol bulunmuyor. Cumhurbaşkanlığı seçim sonucu, değişim arzusunun, hangi güç ve sürede kurucu değişim iradesine dönüşeceğine etkisi bakımından önemsenmelidir.