Seçim sonrası çıkış stratejisi
14 Mayıs seçiminden sonra muhalefet ekonomi yönetimini üstlenirse nasıl bir rota izler? “Yıldızlar Karması” tarzı cilalamaları bir yana bırakırsak, ortada net bir çıkış planı görünmüyor. AKP rejimi ekonominin dengelerini o derece bozdu, “makro ihtiyati” önlemler adı altında o denli karmaşık düzenlemeler getirdi ki, sorumluluğu devralacakların işlerinin gerçekten zor olduğu ortada.
Millet İttifakı bileşenlerinin ekonomi kurmayları çeşitli mecralarda birbirinden oldukça farklı çözümler dile getiriyor. Elimizdeki tek elle tutulur kaynak, Ocak 2023 tarihinde açıklanan Mutabakat Metni’nin ekonomiye ilişkin bölümü. Orada, “Merkez Bankası’na fiyat ve finansal istikrarı sağlama dışında sorumluluklar yüklemeyeceğiz”, “Dalgalı kur sistemine aykırı uygulamalara son vereceğiz”, “Mali disiplin anlayışını kalıcı hale getireceğiz” gibi “neoliberal” kurgu içerisinde genel geçer ifadeler bulunuyor.
Millet İttifakı’nın dengelerini göz önüne alırsak bu yaklaşım çok şaşırtıcı değil. Büyümeden vazgeçmeksizin fiyat istikrarının nasıl sağlanacağı, yani hangi yöntemlerle enflasyonun üstesinden gelineceği tüm dünyada tartışılıyor. İnsan bünyesinde bir sağlık sorununu halletmek için uygulanan tedavi nasıl diğer organlarda harabiyete yol açabiliyorsa, aynı kurallar ekonomi için de geçerli. Akciğeri düzelteyim derken karaciğere veya böbreğe zarar vermemek, tüm organizmanın bütünlüğü içinde düşünmek gereğini ekonomik bünyenin işleyişine de uygulamak zorunlu. Fiyat istikrarını sağlayayım derken, bütçe dengelerini bozmamak; finans piyasalarını gözeteyim derken, döviz kuru oynaklığını artırmamak gibi…
Enflasyon yüzde 50 civarında seyrederken Merkez Bankası politika faizinin yüzde 8.50 olması garabeti karşısında nasıl bir çıkış yolu izlenmesi gerektiği sorunsalına katkıda bulunması umuduyla, Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı’nın (UNCTAD) Nisan 2023 Ticaret ve Kalkınma Raporu güncelleme metninin “enflasyon hedeflemesi ve finansal istikrarın önceliği” bölümünün konuya ilişkin yaklaşımını aktaracağız. Bu çerçevenin Türkiye’deki tartışmalara ışık tutmasını dileyelim.
3’TE 3 DERKEN 3’TE 0 ÇEKİLDİ
Ama isterseniz önce şu “imkânsız üçlü” tartışmasını bir anımsayalım. Bir ülkenin sermaye akışları serbestisi koşullarında hem bağımsız para politikası izleyip hem de döviz kurlarını kontrol edemeyeceğine konunun uzmanları tarafından defalarca dikkat çekildi. Uyarılar ciddiye alınmadı. 3’te 3 şansı zorlanırken geldiğimiz noktada 3’te 0’a talim ediliyor. Şöyle ki, TCMB politika faizi yüzde 8.50, gelgelelim bu oran ne mevduat, ne de kredi faizleri için bir anlam ifade ediyor. Kur yatay gitsin derken de rezervler tüketildi, o da yetmedi son haftalarda serbest piyasa ile bankalar arasında çifte kur oluştu. Sermaye akışlarına da çeşitli kısıtlamalar getirilerek, seçime kadar uzatmalar oynanıyor.
Yeni ekonomi yönetiminin önünde de para, maliye, kur ve finansal piyasalara yönelik politikaları uyumlaştırma sınavı var.
EKONOMİDE 3 EGEMENLİK BİÇİMİ
UNCTAD ekonomide 3 egemenlik biçiminden söz ediyor: mali, döviz kuru ve finansal.
“Mali egemenlik” altında iseniz, enflasyona karşı mücadele için faiz oranlarındaki artış, faiz dışı bütçe dengesini yurttaşlar tarafından kabul edilebilir düzeyin ötesine taşıyabilir. (Hatırlayın Kemal Derviş programında faiz dışı bütçe fazlasının GSYH’nin yüzde 6.5’i olması şart koşuluyordu. Bu da kamuda maaşların düşmesini, eğitim ve sağlık bütçesinin budanmasını, altyapı yatırımlarının duraksamasını gerektiriyordu.) Bu bağlamda böyle bir “mali yorgunluk” durumunda ya Merkez Bankası’nın faiz duruşundan ya da uygulanan maliye politikasından taviz vermesi gerekir. Yatırımcılar bir kez daha yüksek bütçe açığı verileceği beklentisi içerisine girerse, ekonomi yöneticileri para basma veya kamu borçlarını erteleme yoluna giderse, sonuç “kaliteye kaçış” olur. Yani dövize ve gayrimenkul gibi reel varlıklara ilginin artacağı, para politikasının geri tepeceği bilinirse, Merkez Bankası faizleri yükseltmez ve para politikası maliye politikasının tutsağı haline gelir.
“Döviz kuru egemenliği” geçerliyse ve eğer ekonomide durgunluk söz konusuysa, faiz oranlarını düşürmeye davet eden bir ortam vardır. Ne var ki, Merkez Bankası buna kolay teşebbüs edemez, çünkü döviz ikamesi yani yabancı paraya yönelme eğilimi yerel paranın değer yitirmesine yol açar, bu da ticarete tabi ürünlerin fiyatlarını yukarı çeker. (Aynen Erdoğan’ın Eylül 2021’den itibaren seçime doğru ekonomiye hız kazandırmak beklentisiyle faizlerin indirilmesi talimatının uygulanması ve TL’nin değer kaybı sonucu enflasyonun patlaması vakasında görüldüğü gibi…) Bu kısıt dalgalı kur rejimi uygulayan ve yüksek sermaye akışlarına sahip ülkelerde çok yaygındır. (Sanki Türkiye’den söz ediliyor.)
Üçüncüsü de, öncekilere koşut bir biçimde, enflasyonun yüksek ve işsizliğin düşük olduğu bir konjonktürde "finansal egemenliğin" kendi dayatmasıdır. Faiz artırımına gidilmesi finansal kriz riski doğurur, çünkü finansal sistemde likidite ve iflas riski baş gösterir. Bu örnek de bugün ve geçmiş dönemlerde ABD Merkez Bankası FED’in parasal sıkılaştırma hamlelerinin finansal strese neden olmasını, bunun da para politikasının yön değiştirmesiyle sonuçlanmasını anımsatıyor. Silicon Vadisi bankasının çöküşü de yetkilileri bu konuda uyarıyor. (UNCTAD Trade and Development Report Update, April 2023 s.4.)
Kısaca, para-maliye ve döviz kuru politikalarının hassas bir kalibrasyonu çok önemli, ancak en optimal dengeyi tutturmaksa oldukça zor. Kolay olansa, AKP’nin izlediği ekonomi politikaların tümüyle değiştirilmesi gerektiğinin görülebilmesi…