Google Play Store
App Store

Kaç ay oldu bilmiyorum. “Seçim geçsin de bakarız” başlığıyla özetlenecek bir duvarın ardında yaşıyorduk. Kendimizce ne kadar önemli olduğunu düşünürsek düşünelim, gündemin dışına her çıkmaya çalıştığımızda çarptığımız bu duvar, seçimin ikinci turuyla beraber yıkıldı. Duvarın ardında bu yazıyı okuyanların büyük çoğunluğu için hayal kırıklığı, umutsuzluk ve en iyi ihtimalle belirsizlik var. İşin kötüsü, 10 ay sonra yerel seçimler yapılacağı için çok geçmeden başka bir duvar önümüzde belirecek.

Oysa hepimizin yeniden odağını toplayıp; gerçek dünyaya, işimize gücümüze, hedeflerimize dönmemiz gerekiyor. Kimisi bunu sosyal medya (özellikle Twitter) hesabını kapatarak yapıyor. Kimisi yurtdışında yaşama yolları arıyor, kimisi tatile çıkmayı hedefliyor. Kimisi de ne yapacağını bilemiyor. Devam etmeden belirteyim, bu bir teselli yazısı değil. Yeni medyaya ve onun bizi içine soktuğu sarmala karşı bir savunma yazısı olarak okunabilir.

1-Bu Son Anlatısına Kapılmayın: İnsanları sandığa çekmek için yapılan kampanyanın tehlikeli bir anlatısı vardı. Yeni medyanın muhalif yankı odası içinde bu anlatı etkili bir şekilde viralleşti. Zaten seçime katılımın yüksekliği de her iki tarafta ‘korku yaklaşımı’nın çalıştığını gösteriyordu. Bunun son seçim olduğu, vatanın elden gittiği, bir seçim daha kaybedilirse çocuklarımızı korkunç bir geleceğin beklediğiyle ilgili “korkutma” üzerine kurulu bir kampanyaydı bu. 44 yaşına girmek üzereyim. 90’larda Refah Partisi’nin ilk büyük sıçramayı yaptığı seçimin sabahı, henüz çocuk yaşta korkuyla ağladığımdan bu yana her seçim öncesi aynı anlatıyla yüzleşiyorum. Evet, her şey daha iyiye gitmiyor belki ama hiçbir mücadele de son bulmuyor. Sosyal medya aracılığıyla herkesin görüş belirtir hale gelmesi, bu görüşlerin ekseriyetinin haklı olduğu yanılgısını büyütmesin. İçinde bulunduğumuz bağlamı sorgulayıp yankı odasının dışında farklı görüşlerle yüzleşmek iyi gelebilir.

2-Dünyaya Kulak Verin: Biz Türkiye’nin gündemiyle meşgul olsak da bütün dünyayı ve dolayısıyla Türkiye’nin her iki kutbunu da ilgilendiren ortak tehlikeler var. Bunların varlığını bilmek, bizi belki içinde bulunduğumuz kısır çekişmelerin anlamsızlığı üzerine düşündürebilir. Örneğin bu köşede sık sık detaylarıyla ele aldığım gibi hem ABD hem AB tarafında üretken yapay zekânın tehlikelerine karşı alarm hâli gözleniyor. Yapay zekânın bizzat mucitlerinden tutun, önemli bilim insanlarına kadar herkes, yasal bir çerçeve çizilmesi için çağrılar yapıyor. Hatta biraz halkla ilişkiler koksa da ChatGPT’nin yaratıcısı OpenAI’nin CEO’su Sam Altman bile kongre önünde verdiği ifadede yasal düzenleme talep etti.

Diğer yandan ABD Genel Cerrahı Vivek Murthy, sosyal medyanın çocuklar, ergenler ve gençler üzerindeki tehlikelerine karşı önemli bir tavsiye yayınladı. Bu tavsiye, sosyal medyanın çocukları cinsel, fiziksel şiddet ve nefrete dayalı içeriğe, düzensiz beslenmeye, zorbalığa, yırtıcı ve kendine zarar verme davranışlarına maruz bırakma biçimlerini detaylarıyla açıklıyor. Bu da çocukların sosyal medyaya girişi konusunda daha sıkı düzenlemeler gerektiriyor. Takdir edersiniz ki, bu tehlike Türkiye’nin her iki kutbundaki çocuklar için de geçerli ve ortak bir düzenleme gerektiriyor.

Bunlar olurken, Twitter, AB’nin dezenformasyonla mücadele için başlattığı gönüllü prensiplerinden çekildi. Facebook ve Instagram’ın dahil olduğu Meta, Tiktok, Google ve Twitch’in de imzacısı olduğu bu prensipler, teyitçilerle iş birliği yapmak ve siyasi reklamları izlemek gibi taahhütler içeriyordu. Aynı hafta içerisinde Elon Musk ile yaşadıkları başka bir anlaşmazlık yüzünden Twitter’ın içerik ve güvenlikten sorumlu iki tepe yöneticisi şirketten ayrıldı. Son seçimde basit bir montaj videonun bile nasıl rol oynadığı düşünülürse, sosyal medyaya karşı önemli bir dijital medya okur yazarlığı mücadelesi de bizi bekliyor. Acaba önemli bölümü muhalefet partilerinin elinde olduğu yerel yönetimler, “biçki-dikiş kurslarına verdiği önemi, buraya da verebilir mi?” üzerine düşünülebilir.

3-‘Muhalif Medya’yı Sorgulayın: Bu köşede geçen hafta yayınlanan yazıda genişçe tartışmıştım. Mevcut iktidarın geleneksel medyayı ele geçirilmesine karşı tepki olarak kurulan televizyon kanalları ve haber odakları bizi nasıl bir yankı odasına sokuyor? Burada kendi kendimize tartışmak ve zaten sadece muhalefet partilerine oy vereceklere hitap etmenin hakikati toplumun ekseriyetine aktarmaya yetmediği görüldü. Daha önemlisi Türkiye’deki her iki kutba da hitap edilen haber kuruluşları oluşturulabilir mi? Babala TV, Açık Mikrofon’un yeni medya üzerinde oluşturduğu hattı genişletmenin imkanları var mı? Bunlar üzerine düşünmek ve haber aldığımız kaynakları sorgulamak iyi gelebilir. Çünkü ‘muhalif medya’ tanımı da ‘yandaş medya’ tanımı kadar tuhaf ve gerçek dışı. “Haberin doğasının zaten muhalif olduğunun ama asıl marifetin bunu herkese aktarabilecek bir dil kurmaktan geçtiği” gerçeğine dayanarak yazıyorum bunu.

4-Siyasi Tarih Okumak İyi Gelebilir: Özellikle gençler ve tarih bilgisi yetersiz herkes için, Osmanlı’nın dağılma dönemi dahil olmak üzere Cumhuriyet dönemini de kapsayan yakın siyasi tarih okumalarının terapiye yakın bir etkisi olabilir. “Ne kadar kötü bir döneme denk geldik” diye dövünüp umutsuzluğa kapılmaktansa, geçmişte yaşananlar ve bunlara karşı verilen mücadeleyi bilmek, bugün için de bir direnç geliştirebilir. Kim bilir, belki de bazı şeyler tekrarlanıp duruyordur ve bunlara aynı şekilde karşı koymanın bir faydasının olmadığı tarihi bilince daha net görülebilir. Tarih okumak hem terapi için hem de geleceği şekillendirme bilinci için önemlidir.