Sadece toplumun/seçmenin çoğunluğunu değişmez ve ikna edilemez milliyetçi muhafazakâr bir blok olarak kabul etmek de değil muhalefetin içine düştüğü yanlış. Bir de seçmenin Kürt sorununa tutumunu da iktidarın aynasından okuyor muhalefet.

Seçime giderken cesaret
Fotoğraf: CHP

Ülkemizin geleceği için önemi konusunda herkesin hemfikir olduğu seçimler yaklaştıkça, siyaseti belirleyen aktörlerin tutumları da daha belirleyici hale gelmiş durumda. O kadar ki sadece yaptıkları değil tepkisiz kalmaları da siyasi dengeleri etkileyecek durumda. İşte HDP’ye dönük AYM’nin verdiği Hazine yardımlarına dair karar… Bu karara Altılı Masa'nın tepkisizliği/düşük doz tepkisi “muhalefet parantezine” alınan partilerin sanıldığı kadar mono-blok olmadığını gösterdi. İşte Babacan’ın laik kesimlerin tüylerini diken diken eden açıklamaları, işte Davutoğlu’nun iktidar olunmadan “olası iktidara sopa gösteren” açıklamaları… Ceberut AKP/MHP iktidarından yılmış kesimler adeta yürekleri ağzında, sonsuz bir kredi açtıkları aktörlerin 4-5 aylık süreci sadece fahiş bir hata yapmadan geçirmelerine razı bir halde seçim gününü bekliyorlar.


İktidar ise bir yandan -tüm devlet olanaklarını kullanarak- çoğunu kendisinin yarattığı sorunlara palyatif çözümler üretmeye çalışırken öte yandan muhalif ittifakları ve aktörleri etkisizleştirmeye çalışıyor. Üstelik bunu son derece düşük “maliyetle” yapabiliyor. Birkaç müfettiş raporu, angaje bir savcı, iktidara ilişik bir gazetecinin saçmaları, spekülatif bir anket firması muhalefetin tutumunu tersinden belirleyebiliyor.

En sıcak örneği verecek olursak; Özgür Özel’in açıkladığı trol ordusu. Öteden beri bilinen bir olguydu bu durum. Ama net delilleriyle ortaya konuldu ki kamudan fonlanan ve iktidardan talimatlı bir grup sosyal medyayı yönlendiriyor. Sadece bu durumun bile muhalefetin referans aldığı muhayyel seçmen profilinin ciddi bir sorgulamaya tabii tutulmasını zorunlu kılmaktadır. Bu sorgulamadan elde edilecek sonuca göre politika belirlenmesi için geç kalınmış değil. Muhalefetin sayısal olarak büyük bileşeni olan Millet İttifakı'nın tutum belirlerken bu trol ordusunun ve manipülatif yönlendirmelerin etkisi altında ne kadar kaldıklarını sorgulaması gerek.

Detaylandırmaya çalışayım: Muhalefetin ana lokomotifi olan CHP’nin karar alıcıları öteden beri toplumun kahir ekseriyetinin milliyetçi muhafazakâr olduğu ön kabulünden hareketle, ana politikalarını bu kesimleri ikna edecek şekilde yürütüyor. O kadar ki Sinan Ateş cinayeti ile ilgili olarak “…CHP şehidin, kardeşimizin hakkını savunacaktır. Bu benim CHP’li ülkücü kardeşlerime karşı sorumluluğumdur” açıklaması yapıldı. Kuşkusuz bir cinayetin tüm sorumlularının açığa çıkarılması talebi yerindedir ve olmalıdır. Ancak bunun “CHP’li ülkücüler” üzerinden temellendirilmesinin yukarıdaki ön kabulden kaynaklandığı da çok açık. Örnekler artırılabilir. Toplumu “daha iyi bir ülke” iddiasına inandırması gereken Altılı Masa'nın bazı bileşenleri ise tarikat ve cemaatleri yasal güvenceye kavuşturma sözü vererek aynı ön kabulün takipçisi olduklarını ortaya koyuyorlar. Zaten siyasetini ve pratiğini bunun üzerine kurmuş bir iktidara karşı alternatif olma iddiasındaki muhalefetin “daha iyi bir ülke” iddiasına geniş kesimleri aynılaşarak ikna etmesinin zorluğu ortada. O nedenledir ki “ıslak banyo terliği” bile aday olarak gündeme gelebiliyor!

Sadece toplumun/seçmenin çoğunluğunu değişmez ve ikna edilemez milliyetçi muhafazakâr bir blok olarak kabul etmek de değil muhalefetin içine düştüğü yanlış. Bir de seçmenin Kürt sorununa tutumunu da iktidarın aynasından okuyor muhalefet. O nedenle HDP'ye dönük, ancak “Apartheid” kavramı ile açıklanabilecek saldırılara tepki verilmiyor ya da düşük dozda veriliyor. Belediyelere çökülmesi, kumpas davaları, tutuklamalar, kapatma davaları ve son olarak Hazine yardımından yoksun bırakma gibi vahim müdahaleler var siyasete. En çok “sıra bize de gelir” tepkisi veriliyor. Zaten kırılgan olan bazı yakınlaşmalar imkânsız hale getirilebiliyor iktidar tarafından.

Çevre ve iklim politikaları, laiklik, LGBTİQ+ hakları gibi başlıklarda muhalefetin yanlış seçmen tasarımı üzerinden “sıkıştırıldığı” alanlar. Oysa muhalefetin öncelikle görmesi geren şey 12 Eylül’den bu yana dayatılan sosyolojinin gerçeklikle örtüşmediği. En önemlisi de muhalefet bu konularda cesaretle yeni bakış açıları ortaya koymadıkça iktidara büyük bir manevra alanı bırakmış oluyor. Bunun üzerinden hedef gösterme ve kriminalleştirme, siyasetin sıradan bir pratiği haline gelmiş durumda. TBMM’de yıllardır bekleyen çok ciddi dokunulmazlık dosyaları varken önce HDP’li milletvekillerine şimdi de CHP ve İYİ Partili milletvekillerine dönük dokunulmazlıkların kaldırılması hamlesi bu tepkisizliğin sonucudur diyebiliriz.

Muhalefetin topluma umut ve heyecan verdiği anlar, iktidarın sıkıştırmak istediği anlarda ortaya koyduğu cesur tutumlar oldu hep. İşte iktidarın Anayasa değişikliği aracılığı ile atmak istediği gol muhalefetin görüşmeyi reddetmesi ile auta çıktı. Toplumun muhafazakarlarını da kapsayan önemli bir kesimi de bu tutumu alkışladı. Artık iktidarın damgalamak, itibarsızlaştırmak istediği kişiler toplum nezdinde kahramanlaşıyor. Maaşlı trollerin yaygarası yankı odasına hapsoluyor.

Sonuç olarak unutulmamalı ki siyasetin asıl fonksiyonu, mevcut/verili duruma teslim olarak iktidara gelmekten daha çok, daha iyiye ikna ederek, dönüştürerek kazanmaktır. Halkın gerçek ve yakıcı sorunları olan barınma, sağlık, eğitim, beslenme gibi sorunları üzerine inşa edilmiş, dayanışmacı bir tutum ve iktidarın adam eksiltme/siyaseti dizayn etme amaçlı davalarına karşı da cesaretle daha güçlü tepkiler verilmeli. Bu hem muhalefet içerisindeki kırılganlıkları azaltacaktır hem de iktidarın halk düşmanı pratiğini görünür hale getirecektir.