Google Play Store
App Store

Cumhuriyetin yüzüncü yılında, Cumhuriyet tarihimizin en önemli seçim dönemlerinden birisine giriyoruz. Bu seçimlerde sadece önümüzdeki beş yıl boyunca ülkemizi yönetecek cumhurbaşkanı için değil, aynı zamanda ülkemizin yarınları, çocuklarımızın geleceği için oy vereceğiz.

Ülke olarak ekonomiden siyasete, dış politikadan güvenliğe, kamu yönetiminden adalete, kentleşmeden çevreye, tarımdan gıdaya, sağlıktan eğitime kadar her alanda büyük sorunlarla yüz yüzeyiz. Demokrasinin yerine tek adam yönetiminin, laikliğin yerine gericiliğin, sosyal devlet anlayışı yerine tarikat-cemaat ilişkilerinin, hukukun üstünlüğü yerine parti devleti anlayışının egemen olduğu bir ülke haline getirildik.

Kamu kurumları birer parti organı gibi çalışıyor, halkın yaşam tarzı kamu otoritesinin baskısı altında tutuluyor, devletin tüm organları içten içe çürüyor. Tüm bunların temelinde, yirmi yılı aşkın zamandır iktidarda bulunan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) uyguladığı politikalar yatıyor.

AKP, yirmi yıllık iktidar dönemi boyunca, küresel emperyalist güç merkezlerinin güdümünde, sermayenin çıkarları doğrultusunda emek ve toplum düşmanı bir siyasal programın sadık uygulayıcısı oldu. Özelleştirme uygulamalarından sermayeye tanınan kolaylıklara, bölgesel ilişkilerden göçmen politikalarına kadar her alanda küresel kapitalist ilişkiler içinde kendisine tanımlanan sınırlar çerçevesinde hareket etti.

İktidar bu sadakatin karşılığını uzun yıllar boyunca ekonomik ve siyasi destek olarak arkasında hissetti. Arkasında hissettiği bu destek, iktidarı hemen her konuda radikal adımlar atma konusunda cesaretlendirdi ve pervasızlaştırdı. İktidar partisi lideri Recep Tayip Erdoğan’ın bu yönetim tarzı, neoliberalizmin 2000’li yıllar sonrası benimsediği ve uzun süredir dünya çapında egemen olan güvenlikçi, baskıcı, otoriter çizgisiyle örtüştü. Ülkemizde tek adam rejimi küresel emperyalist ilişkilerle uyum içinde ve bu uyum sayesinde ortaya çıktı. Bugün tek adam rejiminin karşı karşıya olduğu kriz, sırtını dayadığı kapitalist merkezlerin yaşadığı krizden bağımsız değildir.

BUGÜNLERE NASIL GELDİK?

İktidar dönemi boyunca, merkez kapitalist ülkelerdeki parasal genişleme politikalarının yarattığı finansal olanakları sanayileşme, teknolojik gelişme ve üretim yerine rant projelerine yönlendirerek kendi yandaşlarını zenginleştiren AKP’nin bu tercihi ülkemizi içinden çıkılmaz bir krize sürüklemiştir.

Dış kaynaklı sıcak para akışına dayalı ekonominin sürdürülemez hale gelmesiyle yükselen kurlar sadece halkın alım gücünü düşürmekle kalmamış tarihte eşine az rastlanır bir kitlesel yoksullaşma sürecinin yaşanmasına neden olmuştur. Bugün ülkemizde emeğiyle geçinen geniş nüfus kesimleri en temel ihtiyaçlarına dahi erişemeyecek bir duruma geldi. Hepimizin hayat tarzı eskiye döndürülmesi güç biçimde değişti.

Bu süreçte, başta hazine birikimleri olmak üzere, ülkemizin tüm zenginlikleri siyasal iktidarın ihtiyaçları ve öncelikleri doğrultusunda çarçur edildi. Fabrikalarımız birer birer yok pahasına satıldı. Ülkemizde ne kadar kamu girişimi ve işletmesi varsa hepsinin birikimleri Varlık Fonu’na aktarılarak tüketildi. Devlet, toplumun yüz yüze kaldığı doğal afetlerle mücadele edebilecek yetenek ve olanaklardan bile yoksun hale geldi.

Bilimsel gerçekler ve toplumsal ihtiyaçlar göz önünde bulundurulmadan, tamamıyla rant ve sömürü anlayışıyla hayata geçirilen projeler ile kıyılarımız, ormanlarımız, denizlerimiz, vadilerimiz, derelerimiz, tarım alanlarımız talan edildi.

Dış politikada izlenen müdahaleci, saldırgan politikalar nedeniyle tüm komşularımızla ilişkilerimiz bozulurken dünyanın farklı coğrafyalarındaki çatışmaların tarafı olunarak ülkemiz sürekli bir savaş durumu içinde tutuldu. Kimsenin kimseye güvenmediği, herkesin birbirine şüpheyle yaklaştığı, korkuyla dolu bir toplum haline geldik. Başta meslek örgütleri olmak üzere, barıştan, kardeşlikten yana tavır alan tüm kurum ve kişiler düşmanlaştırılarak hedef gösterildi.

Kadın mücadelesinin en önemli kazanımlarından birisi olan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararıyla kadınlara ve dezavantajlı gruplara yönelik şiddetin cezasızlığının önü açıldı. Siyasi iktidar kendisinden olmayan, kendisi gibi düşünmeyen tüm kişi, kurum ve gruplara nefretle saldırarak korku ve şiddeti toplumsal yaşama egemen hale getirdi.

Yaşadığımız bu tablo, AKP’nin 20 yıllık iktidarının ürünüdür. Seçimler, bu karanlık tabloyu yaratan gidişata dur demek için önümüzdeki en önemli fırsattır. Önümüzdeki haftalarda bu konuda yazmaya devam edeceğim.