Seçimlerin değişim getirmediği İran’da yeni direniş biçimi: Sandığın reddi
İran İslam Cumhuriyeti’nde seçimler, bir yanda toplumdaki değişim isteğini yatıştırmak, diğer yandan da yüksek katılımla kötülük rejiminin meşruiyetini sağlamak için kullanılıyor Reformistler, “kötünün iyisi” bir tercih olarak rejimin kullanışlı bir aracı haline geldi. Seçimlerin bir değişim yaratmadığının farkına varan halk, artık sandığa gitmeyerek bu oyunu bozuyor.
Arif KESKİN - Siyaset Bilimci
İran’da 28 Haziran’da gerçekleşen cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turuna yüzde 60’ın üzerinde seçmenin katılmaması damga vurdu. 1979’dan sonra en düşük katılımlı cumhurbaşkanlığı seçimleri olarak tarihe geçti. Nitekim eski Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi, “Bu eşi benzeri görülmemiş bir durum ve çoğunluğun küskünlüğünü gösteriyor” dedi. Yazımızın amacı seçimlere katılmayan çoğunluğun siyasal davranışının mahiyetini ve nedenlerini analiz etmek.
GERÇEKLİĞİN BİLİNCİ
İran toplumunun seçimlere bakışının köklü değişimi, süreci belirleyen esas faktör. Genel kanı nettir: Cumhurbaşkanlarının değişimi küçük çaplı değişikliklere yol açıyor, ancak demokratik bir değişimi sağlama olanağı yoktur. İran toplumunda oluşan kanı, sorunların yapısal olduğu, İran İslam Cumhuriyeti değişmediği sürece demokratikleşme olasılığının olmadığıdır. Bu bilinç, 1979’dan günümüze kadarki cumhurbaşkanlığı seçimleri deneyimleri üzerine kademeli olarak oluşmuştur. Şahısların değişimi önemsiz değil, ancak kurumsallaşmış demokrasi dışı yapıları değiştiremiyor.
MEŞRUİYETİN REDDİ
Seçimlere katılım, toplumun aleyhine dönüşebilecek potansiyele sahiptir. İslam Cumhuriyeti, yüksek katılımdan aldığı motivasyonla topluma karşı daha agresif davranabiliyor. Toplum, seçimlere katılımın kendi aleyhine işlediğini sürekli deneyimliyor. İran yöneticileri, verilen her oyu İslam Cumhuriyeti’ne verilmiş oy olarak görüyor. Başka bir sözle İran yönetimi her seçimi rejimi onaylayan bir referandum gibi sunuyor. Katılımın yüksekliği; Ali Hamaney ve İslam Cumhuriyeti’nin meşruiyetinin onayı, yürürlükteki politikaların toplumsal kabulü ve devam eden politikaların değişmemesi gerektiğiyle birlikte rejimin kalıcılığı ve “yenilmezlik mitini” pekiştiren ve ‘‘düşmanların zavallılığını’’ gösteren bir siyasal şölen gibi sunuluyor. Yüksek katılımlı seçimler, baskı, zorbalık ve kötülük olarak geri dönüyor. Toplum her seçim sürecinde aşağılanıyor, hakir görülüyor. Geldiğimiz aşamada seçmenlerin çoğunluğu, rejimin onaylama ritüeline dönüştürülen seçimlere katılmak istemiyor.
İKTİDAR DOLAŞIMI
1979’dan günümüze edinilen pratik tecrübeye göre seçimler toplumun isteklerinin siyaset kurumuna taşınmasıyla sonuçlanmıyor. Bu süreçte muhtemel değişim öyle sınırlı oluyor ki, toplumun hayatına etkin yansımıyor ve sorunlar çözülmüyor. Seçimlerden kısa süre sonra rejim, kendi fabrika ayarlarına geri dönüyor. Bu açıdan bakıldığında İran’da seçimlerin, topluma karşı konuşlanan devletin kendi iç rekabetini düzenleyen mekanizmadan başka bir şey olmadığı görülüyor.
İran’da cumhurbaşkanlığı seçimleri, rejimin kendi iç istikrarını sağlama arayışında çeşitli fonksiyonları olan bir süreçtir. Seçimler İran İslam Cumhuriyeti’ne, halka dayalı bir rejim olduğu iddiasını dillendirmeye imkân vermekle birlikte dünyaya da halkın meşruiyet, onay ve rızasına sahip olan bir rejim görüntüsü çizme olanağı sağlıyor. Seçimler, toplumun protesto enerjisinin boşalmasına ve sınırlı da olsa bazı siyasi umutlar doğurarak kitlelerin rejim karşıtı bir pozisyona evrilmesini engelliyor. İktidar dolaşımını sağlayarak devlet seçkinleri arasındaki ilişkileri dizginliyor. Devletin yönetim bürokrasisinde kadrolaşmayı engelleyerek Cumhurbaşkanlığı’nın rejime karşıt bir odağa dönüşme imkânını yok ediyor. Seçimler ayrıca rejim yandaşları açısından meşruiyet ve rızanın yeniden üretilmesine zemin sağlıyor. Toplum bu süreçte sadece basit bir araca dönüştürülüyor. Seçimlere katılmamak, halkı araçsallaştıran sürece karşı bilinçli ve iradi olarak onur arayışı içeren etkin bir direniş biçimdir.
KESEMEYEN MAKAS
İran’da Cumhurbaşkanlığı makamı “kesemeyen makas” olarak görülüyor. İran İslam Cumhuriyeti, Velayet-i Fakih (dini rehberlik makamı) merkezinde şekillenerek Cumhurbaşkanlığı makamını etkisiz hale getirmiştir. İran’da genel politikaların mimarının cumhurbaşkanı olmadığını herkes biliyor. İran’ın ne anayasası ne de gerçek siyasal yapısı, hiçbir cumhurbaşkanına ülkenin iç ve dış politikasındaki ana koordinatlarını belirleme yetkisini tanımaktadır. Muhammed Hatemi, Mahmud Ahmedinejad ve Hasan Ruhani’nin kaderi, bu durumu açık şekilde göstermektedir.
Cumhurbaşkanlığı makamının anayasal yetkileri geniş olarak görülse de, cumhurbaşkanının etkisi ancak Dini Lider ile uyum içinde olduğu ölçüde devlet mekanizmasına yansımaktadır. Dini Lider ile cumhurbaşkanının farklı siyasi programları benimsemeleri durumunda ise cumhurbaşkanı etkisizleştirilmekte veya tasfiye edilmektedir. Cumhurbaşkanı adaylarının değişim söylemlerine yönelik toplumsal ilginin zayıflamasının nedeni bu kurumsal yapının açığa çıkmasında saklıdır. 1979’dan günümüze siyasal alandaki pratik deneyimler, cumhurbaşkanlarının adaylık sürecindeki söylemlerini uygulama imkânı bulamalarının mümkün olmadığını ispatlıyor.
KENDİNİ YOK EDEN PROTESTO
İran’da seçimlere katılım hep itiraz oyları nedeniyle artar. Toplum var olan sisteme itiraz etme ve sınırlı da olsa değiştirme umudunu sahiplenirse katılım oranı yükselir. Başka bir ifadeyle seçim sürecinin farklı bir protesto olanağı sunduğu orana paralel olarak seçimlere katılım yükseliyor. Toplum, rejime aykırı görünen adaya yönelerek siyasal sisteme olan eleştirilerini bildirmiş oluyor. Muhammed Hatemi, Mahmud Ahmedinejad ve Hasan Ruhani gibi siyasetçiler, toplumun rejime yönelik itirazlarını seferber etmeyi ve yararlanmayı başarmışlardı.
Mesud Pezeşkiyan ve reformcular da bu seçimde itiraz oyları ve değişim isteğini temsil etme iddiasındalar. Ancak katılımın düşük oluşu, reformcuların protest oylarını elde etme girişimlerinin bu sefer başarılı olmadığını gösteriyor. Bu durum, reformcuların toplumsal tabana sahip olmadığının yanı sıra toplumun itiraz oyu kullanmaya ilgisizleştiğini gösteren yeni bir siyasal gerçekliğin de doğuşunu ortaya koyuyor.
Toplumun itiraz oyu kullanmaktan bile vazgeçmesi göründüğünden daha anlamlıdır. Öncelikle reformculara ve rejime içi değişimi savunan gruplara yönelik umut ve güvenin tükendiğini gösteriyor. Onlar, bu toplumsal protest oyları iktidarı ele geçirmek için kullanırlar ancak son kertede yaptıkları hiçbir şey olmaz. 1979’dan günümüze kadar bu döngü işliyor ve rejimin sabitelerinde herhangi bir değişiklik de olmuyor.
Toplum nerdeyse her seçimde İslam Cumhuriyeti’ne yönelik değişim talebini yeniler, ancak yöneticiler toplumun değişim isteğine olumlu karşılık vermezler. Toplumun değişim isteğini görseler bile ona uymazlar. Yöneticiler protesto oyları bile kendilerine meşruiyet desteği gibi görür ve sunarlar. Böylece protesto oylar, kendi aleyhine işleyen ters bir süreci doğurur. Toplum, rejime karşı oy kullandığını düşünürken pratikte kendi aleyhinde oy vermiş olur. İslam Cumhuriyeti’nde oy verme eylemi ‘‘iyilik umudu’’ doğrultusunda “kötülüğün kalıcılığına katkı’’ olarak tecelli eder.
ZAYIFLIĞIN KEŞFİ
İran’da halkın oy verdikten sonra süreci denetleme imkânı yoktur. Bu açıdan bakıldığında seçmenin oyu üzerinde iradesi, sadece oylama işlemine kadar sınırlı kalıyor. Seçimler bittikten sonra seçmenlerin zorunlu olarak “oyu sayanın” gösterdiği lütufla yetinmeleri gerekir. Seçmen ve rejim arasındaki hesap verebilirlik ilkesine uzak hiyerarşik ilişki, rejime özdeş olan sistematik bir aşağılamayı kurumsallaştırarak süreklileştiriyor.
Toplum, seçimler aracılığıyla kendi kaderini etkileme, belirleme ve değiştirme gücüne sahip olmayan edilgen bir yığına dönüştürülüyor. Seçimlerle arzuladığı ‘‘iyi bir yönetim biçimini’’ elde etmesi olanaksız hale getiriliyor. İran’daki siyasetin asli dinamizmini, devletle toplum arasındaki bu kavga oluşturuyor. Toplum, çok karmaşık süreç ve araçlarla zayıflatılmıştır. Seçimlere katılmamak, “zayıflığın keşfi” üzerine inşa edilen onur, saygınlık ve etkinlik arayışıdır.
Paradoksal olarak görülse de zayıflığın keşfi, gerçek toplumsal bilincin ve tahakküme karşı etkin direnişin ilke evresini teşkil ediyor. İran’da seçimlere katılmayan çoğunluk, var olan siyasal rejim çerçevesinde seçimlerin gereksizliğinin ve kendi mukadderatlarını belirleme doğrultusunda güçsüzlüklerinin farkına varmışlardır. Seçimlere katılmamak, toplumun yetinmesi gereken sahte doygunluk süreçlerine karşı gerçek ve etkin siyasal eylem imkânı arayışıdır.
KURUMSAL KÖTÜLÜK
İran’da siyasal rekabetin mantığını 1979’dan günümüze kadar ehven-i şer arayışı mantığı teşkil ediyor. Bugün de aynı mantık işlevseldir; ‘‘Said Celili gibi mutlak kötülüğün temsilcisinin kazanmasını istemiyorsanız Mesud Pezeşkiyan’a oy verin’’ deniliyor. Önümüzdeki 5 Temmuz Cuma günü gerçekleşecek ikinci tur seçimleri de bu eksende yürüyor. İran İslam Cumhuriyeti, toplumu sürekli bir ikileme sürüklüyor. Yönetim; topluma ‘‘daha kötüsünü istemiyorsanız sandığa gidin’’ diyor. Siyaset, umut mihverinde değil korku seferberliği ekseninde seyrediyor.
Seçimlere katılımın düşük oluşu, ehven-i şer arayışının terk edilmeye başlandığı anlamına geliyor. Kurumsallaşmış kötülük içinde ehven-i şer (kötünün iyisi) arayışı, kötülüğün kalıcılığını sağlıyor. Bu açıdan bakıldığında kötü ile çirkin seçeneği arasına sıkıştırılan siyasal tercihlerin sonuçları görüldüğünden daha tehlikelidir. İran tecrübesinde görüldüğü gibi siyasal süreçlerde ehven-i şer arayışı döngüsü, iyiliğin doğuşunu sağlamadığı gibi toplumun doğruluk ve iyilik arayışını da ipotek altına alarak savuruyor. Reformcu-muhafazakâr ayrışması parantezine sıkıştırılan toplumun farklı siyasal ideolojik arayışları yok ediliyor. Seçimlere katılımın düşük oluşu, ehven-i şer arayışının sonuna gelindiğini ifade eder. İran toplumunun eriştiği sonuç nettir: “Kurumsal kötülük çerçevesinde ehven-i şer arayışı kötülüğü ölümsüzleştiriyor.” Ehven-i şer arayışı ahlaki ikilem oluşturmanın yanı sıra köktenci değişim arayışlarını yok ederek siyasi özneleri, hâkim kötülüğün birer neferine çeviriyor. İran toplumunun kurtulmak istediği çelişki de budur.
REFORMCU TUZAĞI
Katılımın düşük oluşu, reformcuların toplumsal seferberlik güçlerinin düşük olduğunu da göstermiştir. Mesud Pezeşkiyan’ın aday gösterilmesi, reformcular açısından yeni bir dönem olarak yorumlanıyor. Öncelikle hükümeti ele geçirme rekabetine girme şansını kazanmışlar; ikincisi Hamaney tarafından kabul edilmişler, üçüncüsü uzun süreden sonra ilk kez birlik oluşturabilmişlerdir. Bu açıdan bakıldığında bu seçimler, reformcuların kader seçimidir.
Hamaney’in reformculara biçtiği misyon bellidir. Rejimin reformculara olan ihtiyacı, onların protesto oyları üzerinde etki etme imkanıyla orantılıdır. Reformcuların sandığa çekmesi gereken gruplar, rejimle yollarını ayırmış geniş toplumsal kesimlerdir. Toplumda rejim karşıtlığı psikolojisinin hâkim olduğu bir denklemde reformculara biçilen görev bu siyasi atmosferin dönüştürülmesidir.
Reformcular da iktidara ortak edildikleri takdirde bu göreve talipler. Çünkü reformcular da rejime karşı bir devrimi istemiyorlar ve bunun imkânsız olduğunu da düşünüyorlar. Reformcular, toplum ile devlet arasındaki çatışmada toplumun sahiplendiği pozisyondan vazgeçmesi gerektiğini savunuyorlar. Onlara göre bu çatışmada toplumun kazanma şansı yoktur.
Reformcuların, toplumda pekişen köklü değişim iradesini kırma niyetinde oldukları herkes tarafından biliniyor. Bu durum, reformcuların Hamaney’in topluma karşı kullandığı tehlikeli bir araç olduğu algısını pekiştiriyor. Reformcuların topluma karşı Hamaney’in yanında yer almaları, İran’daki demokratik mücadelenin çok farklı bir evreye geçtiğine işaret ediyor. Bu çerçevede reformcular, ehven-i şer arayışının asıl öznelerine dönüşüyorlar.
Reformcuların bu pozisyonu, İran’daki demokratik güçler arasında derin çatışmanın habercisidir. Nitekim bu seçim sürecinde rejim muhalifleri tüm güçleriyle Pezeşkiyan’a saldırıyor. Bu çatışmanın, seçimler bittikten sonra da derinleşerek ve büyüyerek devam edeceği açıktır.
PROTESTOLARIN ETKİSİ
İran’daki seçimlere katılımın düşüşünde, Kasım 2019’daki akaryakıt isyanı, 2020’de Ukrayna uçağının düşürülmesi ve 2022’de Mahsa Amini’nin öldürülmesiyle başlayan isyanların etkili olduğu çok açıktır. 2019’dan itibaren ülkede yapılan seçimlere katlım sürekli düşüyor.
Mahsa Amini ile başlayan protestolar, İran’da yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. “Kadın, yaşam, özgürlük” mottosuyla başlayan protestolar, İran’da toplumla rejim ve onun bileşenleri arasındaki ilişkileri değiştirmiştir. Kadınlar ve gençlerin rejime yabancılaşmasıyla birlikte “kutsallık” iddiasında olan bir rejimin kamuoyunda “genç kadınları öldüren gaddar ve acımasız” konumuna düşmüş olmasıyla sonuçlanmıştır. İran rejiminin kötülüğü konusunda toplumda bir uzlaşı olması rastlantı değildir.
2024 cumhurbaşkanı seçimlerinde katlımın düşük oluşunun en önemli nedenlerinden biri de mağdur edilmiş tüm toplumsal katmanların anlamlı bir biçimde seçim sürecinden bilinçli ve iradi olarak geri çekilmesidir. Özetle; kadınlar, gençler ve farklı toplumsal katmanlar, İran İslam Cumhuriyeti rejimiyle yollarını ayırdıkları bildiriyorlar.