Günün büyük kısmını evde geçiren, hareket yeteneği kısıtlanmış yaşlıların bariyerlerden arınmış evlere duyduğu ihtiyaç şimdiye kadar neredeyse hiç dikkate alınmamıştır.

Şehirdeki yaşlı, yaşlıdaki şehir
Fotoğraf: Unsplash

İSMAİL TUFAN

Uzaklarda, şafağın doğduğu yerde, özlem sellerimizin üzerinde, bir zamanlar doğduğumuz, okula gittiğimiz, yaşadığımız o şehirler taşralılığın kalesine dönüşerek bize yabancılaştılar. Zamanla, olayların akışı içinde değişen o yüze yine de aşinayız. Şehirlerimizin yüzü artık hem daha olgun hem daha genç. Bir yanda yaşlılar öbür yanda gençler, yan yana ama birlikte yaşamadıkları şehirlerde hazin bir tablodaki figürleri andırıyorlar.


Kendi idari ve tedarik yapısı ile büyük trafik yollarının kesiştiği noktada merkezi ve sınırlı bir yerleşim yeri olan şehirler kültürel alanların yoğunlaşması açısından ideal ortamlardır. Toplumsal perspektiften, nispeten yoğun nüfuslu ve çok sayıda insanın yaşadığı, kendi piyasa egemenlikleri, yönetimleri, kültleri ve sosyal farklılaşmış nüfusları gibi birleştirici özelliklere sahip yerleşim yeri olarak şehirlere son yıllarda gerontologların ilgi duymasının başlıca nedeni yaşam süresinin uzamasıyla şehirlerde yaşlı nüfusun çoğalmasıdır. Gerontologlar yaşlılığa uygun şehir planlanmasıyla ilgili sorulara cevap verme isteğidir. Böylece şehirlerin gelişimine katkı sağlamaktadır.

Şehir ve trafik planlaması, kalkınma ve arazi kullanım planları, özel, ticari ve kamusal alanların, binaların ve tesislerin optimal koordinasyonu ile ilgili kentsel gelişimin yönünü belirleyen, akıllı planlama yoluyla kentleşme ve banliyöleşme gibi mevcut sorun ve eğilimlerin olumsuz etkilerinin en aza indirilebilmesi için gerontologların önerilerine de kulak kabartılmalıdır.

Bariyersiz çevre, bunlardan biridir ama diğer bütün önerileri kapsayıcı bir özelliği vardır. Şehirlerde yoğunlaşan yaşlı nüfusun günlük yaşamda karşı karşıya kaldığı bariyerleri hanedeki ve sokaktaki bariyerler olmak üzere iki boyutlu bir kavram olarak tanımlarsak akıllı şehir planlamacılığının temel görevini şehirleri bu tür bariyerden arındırmak olarak kabul edebiliriz.

Günün büyük kısmını evde geçiren, hareket yeteneği kısıtlanmış yaşlıların bariyerlerden arınmış evlere duyduğu ihtiyaç şimdiye kadar neredeyse hiç dikkate alınmamıştır. Mimari yapı olarak evlerdeki her bariyerin yaşlının yaşam alanını daraltan etkilerini ortadan kaldırmak için yaşlıya uygun konutlara ihtiyaç hızla artmaktadır. Yaşlıların yaşam alanlarını daraltan bariyerler sadece konutlarda değil şehirdeki tüm binalarda, örneğin hastane, huzurevi, banka, lokanta, alışveriş merkezleri, resmi binalarda var ve bu bariyerler yok edilmelidir. Bunların varlığı ise akıllı şehir planlamacılığının devreye girmediğinin belirgin işaretleridir.

Gerontologlar fiziksel çevredeki bariyerlerden söz ederken, hangi bariyerleri kastetmektedir? Zeminden sadece 1 santimetre yüksek olan tüm tümsekler yürüme zorluğu çeken veya tekerlekli sandalyeye bağımlı yaşlılar için aşılması zor olan bir bariyerdir. Dolayısıyla evler ve diğer tüm binaların zemini tümsek, çıkıntı, eşik gibi bariyerlerden arınmış olmalıdır. Bu, bariyersiz çevre yaratmanın en basit, en bayağı, en ucuz ama yine de etkili bir başlangıcı olabilir.

Şehirleri yaşlılara uyarlamak ise bugünden yarına olacak bir şey değildir. Düzensiz şehirleşme, altyapısı yetersiz şehirlerimizi yaşlılığa uyarlamak onlarca yıl alacaktır. “Bin metre yürümek için ilk bir metreyi geride bırakmak gerekir” der bir Çin atasözü. Bir metre bile yürürken zorluk çeken yaşlılar için bariyersiz çevre yaratılması belki bir motivasyon olabilir.

İç dünyamızın, duygu ve düşüncelerimizin mimariye yansıması olarak tanımladığım şehirler, binalarımıza, cadde, sokaklarımıza ve kaldırımlarımıza, ulaşım araçlarından trafiğimize kadar her yönüyle hayata bakışımızın da birer göstergesidir. Gerontolog gözüyle bakarsak “Nasıl bir şehirde yaşamak ve yaşlanmak istiyorum?” sorusu adak noktaya geçer. Gerçekten bariyerlerle donatılmış ağaçlardan arındırılmış beton yığını haline gelmiş olan milyonlarca insanı bir araya getiren bir coğrafi bölgeyi “şehir” olarak kabul edebilir miyiz?

Şehirler insanı cezbetmeli, insana kaçacak yol aratmamalıdır. Yollar; şehirlere hayat veren can damarları, yaşlıların hayatını söndüren tuzak olmaktan çıkarılmalıdır. Her yıl binlerce yaşlı, ölümcül bariyer haline gelen yollarda sakat kalıyor veya can veriyor. Modern otoban sistemini kuran, dünyanın gıptayla baktığı köprüleriyle, havaalanlarıyla haklı olarak övünen ülkemizin daracık ara sokaklarındaki köhne evlerinde yaşayan yaşlılarımızın şehirlerin günlük hayatına katılmalarını kolaylaştıracak bariyerlerden arındırılmış fiziksel çevreleri hak ettiğini düşünüyor ve buna inanıyorsak, o zaman akıllı şehir planlamalarımızı bir kere daha gözden geçirmeliyiz.

Bariyerlerden arınmış şehirler henüz yaşlılığa uygun şehir değildir. Şehirlerin kargaşa dolu ve karışık günlük hayatına yaşlıların katılması zorluk yaratmaktadır. Fiziksel çevreyi bariyerlerden arındırırken sosyal çevredeki görünmeyen bariyerleri de yok etmeliyiz. Sosyal çevrenin yaşlıyı dışlayan tüm özelliklerini de yok edebilen akıllı şehir planlamacılığını sadece üniversitelerde öğretmekle yetinmeyip, öğrenileni hayata geçirebilen yeni zihniyete kucak açmalıyız. Şehirleri genç ve yaşlıları birbirinden ayıran fiziksel ve sosyal uçurumlardan arındırmak için bilimler arası iş birliğine yönelmeliyiz. Farklı bilimlerin perspektiflerini akıllı şehir planlarımızda bir araya getirerek geleceğin yaşlı nesillerine tüm bariyerlerden arınmış şehirlerde yaşama olanağı sunarak şehirlerimizi genç ve yaşlıların yaşam dünyalarını birbirinden koparan değil birbiriyle buluşturan özelliklerle donatılmasının önündeki bariyerleri yıkmalıyız. Şehirlerin türbülansına kapılan her yaştan insanın hayatını göz önüne alarak şehirlerimizi planlanmalıyız.

Şehirlerde sadece yürüyemeyenler değil aynı zamanda zihinsel yeteneklerini kaybetmiş olan yaşlılar da çoğalıyor. Halk arasında daha çok bunama olarak tanınan Alzheimer hastası kişilerin çoğunun yaşı 80’nin üzerindedir. Evde aileleri tarafından bakılan bu yaşlıların şehirlerin günlük yaşamına katılımı için hiçbir şey yapılmamaktadır. Hâlbuki Alzheimer hastalığı, insanın temel ihtiyaçlarında herhangi bir değişime yol açmaz. Onların da temiz hava, güneş, gezinti, eğlenme, alışveriş gibi ihtiyaçlarının yanı sıra bir hekime görünmek, banka işlerini halletmek gibi normal ödevleri yerine getirmeleri gerekmektedir.

Her ne kadar bunları tek başına yapamasalar bile bir refakatçi ile normal hayata katılımları mümkün mertebe en uzun süre kalmaları sağlanmalıdır. Bu da akıllı şehir planlamacılığının üstesinden gelmesi gereken bir ödevdir. Alzheimer hastalarının yeteneklerini kaybetme süreci uzun bir süreyi alır. Her şehrin her mahallesinde bu hastaların yaşadığı da bilinmektedir. Zihinsel ve bedensel beceri ve yeteneklerini korumalarını sağlayacak olanaklardan biri Alzheimer hastası gündüz bakım merkezileridir. Bunun örnekleri çeşitli şehirlerde, mesela Antalya’da “Mavi Ev”, tarafımdan yerel yönetimle iş birliği ile hayata geçirilmiştir. Ancak sayı ve kapasite bakımından yetersiz olan ücretsiz Alzheimer gündüz bakım merkezleri her mahallede kurulmalıdır. Geçtiğimiz yıl Antalya Kent Konseyi’ne sunduğum önerim hâlâ hayata geçmeyi beklerken hayattan göç eden Alzheimer hastaların artık bir yararı dokunmayacaktır ama geriden gelen milyonlarcasına ve ailelerine yeni bir hayatın kapısını aralayacaktır.