Google Play Store
App Store

ABD ve İsrail’in Ortadoğu’daki yeni dizaynındaki son gelişmeleri değerlendiren Dış Politika Yazarı Semih İdiz, “Saray rejimi ABD’nin arzuları için bir araç. Erdoğan’a biçilen rol, en basit haliyle İran’a karşı askerî ve lojistik avantaj sağlaması” dedi. Eski Erbil Başkonsolosu Aydın Selcen ise “Trump, kendi ideolojik akrabalarına sahip çıkmak istiyor. Son gelişmeler ışığında çeyrek yüzyıldır iktidarda olan Erdoğan da bu akrabalarından biri” diye konuştu.

Semih İdiz: AKP’nin başat oyuncu olma hayalleri

Öncü Durmuş 

Suriye’de ABD ve İsrail eliyle düzenlenen yeni dizayna paralel olarak, Şam’da yönetime getirilen cihatçılardan zafer hikâyesi çıkartmaya çalışan Saray rejiminin büyüsü bozuldu.

ABD ve İsrail ikilisinin yeni hedefi İran’ın etkisizleştirilmesi olurken, rejimin yerlilik ve millilik hikâyeleri emperyalistlerin gölgesi altında kaldı.

Geçtiğimiz hafta İsrail’in, Türkiye’nin Suriye’de kurmaya çalıştığı askerî üssü vurmasının ardından İsrail Başbakanı Netanyahu ve ABD Başkanı Trump’ın kamuoyuna yansıyan konuşmaları ise bunun en net örneklerini oluşturdu.

Netanyahu’nun yanında Erdoğan’ı öve öve bitiremeyen Trump, Suriye’nin kazananının Türkiye olduğunu söylerken Rahip Brunson üzerinden “kontrol bende” mesajı verdi. Konuşmasının devamında Netanyahu’ya “Arada ben varım” diyen Trump, Erdoğan ile ilişkilerinin ne kadar iyi olduğunu da anlattı.

Yandaş basının manşetlerini de Trump’ın Erdoğan övgüleri süsledi. İç siyasette başlatılan operasyon dalgası “dışarıda teslimiyet, iç siyasette daha fazla otoriterleşme” olarak adlandırıldı.

ABD’li Senatör Murphy’nin Senato konuşmasında yer verdiği, muhalefete yönelik baskıların Trump ile doğrudan bağlantılı olabileceğini açıklaması ise bunun başka bir yansımasını oluşturdu.

Öte yandan tüm bu yaşananlara ilişkin Dışişleri Bakanı Hakan Fidan başta olmak üzere Saray’dan verilen cevap ise “İsrail ile çatışma istemiyoruz” oldu. İki ülke temsilcileri Azerbaycan’ın başkenti Bakû’de kapalı kapılar ardında bir görüşme yaparken, daha önce iç cephe vurgusuyla ülkedeki muhalefeti parçalamaya yönelik hamleleriyle dikkat çeken MHP Lideri Devlet Bahçeli’den İsrail’e karşı “eylem ve yaptırım programı” çağrısı geldi.

Yaşanan son gelişmeleri Dış Politika Yazarı Semih İdiz ile konuştuk.

Suriye’nin yeni dizaynıyla birlikte cihatçıların yönetime gelmesini Saray rejimi zafer ilanıyla karşılamıştı. Bir yanda bölgedeki Kürt hareketiyle yeni bir süreç başlatmak durumunda kalan iktidar bloku, diğer yandan Suriye’de emperyalistlerin gölgesinde kalmış bir görüntü çizmeye başladı. Gelinen son aşamayı nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Tüm ayrıntıları bilinmese de, Suriye’de gelinen noktada Türkiye’nin perde arkasında önemli bir rol oynadığı varsayımı dünyada kabul görmüş bulunuyor. Esad’ın devrilmesinden sonra Avrupalı liderlerin Türkiye’ye farklı bir gözle bakmaya başlamaları ve ABD Başkanı Trump’ın Erdoğan’a bu konuda methiyeler düzmesi de bunu gösteriyor.

Sonuçta Şam’da cihatçıların ağırlıkta olduğu ve Türkiye’ye dostane bakan bir yönetim işbaşına geldi. Dünya görüşü ve siyasi eğilimleri düşünüldüğünde, bu durum Türkiye’deki mevcut yönetim açısından olumlu bir gelişmedir.

Ancak ortada göz ardı edilemeyecek bir gerçek var. Ankara’nın AKP iktidarı altında dış politikada büyük zemin kayıplarına uğramasının başlıca sebebi de kanımca bu. O da hem bölgedeki hem de dünyadaki gelişmelerin Türkiye’nin arzularına göre şekillenmediği gerçeğidir.

AKP iktidarı, Ortadoğu’da başat oyuncu olma hayallerine kapılmadan bu basit gerçeği başta anlasaydı ve ona göre gerçekçi politikalar oluştursaydı, Suriye’den kaynaklanan sorunlara karşı çok daha hazırlıklı olurdu.

ANKARA’NIN ELİ SANILDIĞI KADAR RAHAT DEĞİL

Son gelişmeler de Trump’ın içi boş övgülerine rağmen Türkiye’nin Suriye’de tek oyuncu olmadığını gösteriyor. Ankara, Suudi Arabistan, Katar ve Mısır gibi bölgesel oyuncuların Suriye’deki farklı beklentilerini göz ardı edebilecek durumda değil.

Şam’ın yeni lideri Colani’nin (Ahmed es-Şara) iktidara geldikten sonra ilk önce hangi bölgesel ülkelerle temas kurma gereği duyduğuna bakılırsa -ki bunların başında Suudi Arabistan geliyor- Ankara’nın Suriye konusundaki elinin bazılarının sandığı kadar rahat olmadığı daha iyi anlaşılır.

Bu arada, Suriyeli Kürtleri destekleyen ABD’nin geleceğe dönük planlarındaki belirsizlik ve Türkiye’ye karşı Kürtler için özerklik isteyen İsrail’in Suriye denklemine girmesi, Ankara’nın işini daha da zorlaştırmış bulunuyor.

Bu nedenle Ankara’nın Suriye’ye bu kez hayalperestlik yerine çok daha ihtiyatlı bir şekilde yaklaştığını görüyoruz. Kanımca Türkiye’nin asıl amacı, Suriye’de Irak’takine benzeyen özerk bir Kürt yönetiminin ortaya çıkmasını önlemeye çalışmaktır.

İktidarın Kürt sorunu konusunda yeni bir sayfa açma çabalarını da —iç siyasetteki hesaplarını bir yana bırakırsak— bu çerçevede değerlendiriyorum.

Ankara’nın Suriye’deki temel arzusu, özerklik yerine bazı demokratik ve kültürel hakların tanınması yoluyla Kürtlerin -Hristiyanlar ve Dürziler gibi-  tek ordu, tek bayrak ve tek yönetim altında birleşik bir Suriye’nin millî fertleri olmalarıdır.

Ancak, Suriye’de Türk sınırlarına yakın bölgesel bir Kürt varlığı olduğu gerçeği artık dünyada kabul gördü. Bu arada, IŞİD’in 2014’te Kobani’ye saldırmasından ve Sincar’da Kürt kadınlarına uyguladığı vahşetten sonra, Batı’da Kürtlere dönük sempati ile siyasi ve maddi destek daha da arttı.

Türkiye, tehdit olarak algıladığı bu sorunu askerî yoldan mı, yoksa diplomasi yoluyla mı çözmeye çalışacak; bunu zaman gösterecek. Dünyadaki gelişmelerin Türkiye’nin arzularına göre şekillenmediği gerçeğinin, Suriye’deki demografik gerçeklerle birlikte değerlendirilmesi ve buna göre mantıklı politikalar üretilmesi, Ankara açısından izlenebilecek en makul yol gibi görünüyor.

Trump’ın da Netanyahu ile görüşmesinde bahsettiği olası bir Türkiye ve İsrail savaşında “arabulucu oluruz” açıklaması ve Rahip Brunson örnekleriyle Erdoğan’a sıraladığı “övgülere” bakılırsa ABD’nin Erdoğan’a biçtiği vazife nedir? Saray rejimi bölgede nasıl kullanılmak isteniyor? 

Trump yönetiminin Türkiye’den bugün istediğini basite indirgersek şunu söyleyebiliriz: Trump, İsrail ile barışık ve ABD’ye İran’a karşı askerî ve lojistik avantaj sağlayan bir Türkiye istiyor. Bu çerçevede Rusya ve Ukrayna savaşına dair beklentileri de var elbette. Fakat ilk etaptaki beklentileri Ortadoğu ile ilgili. Bu açıdan bakıldığında, Trump’ın Erdoğan’a biçtiği rol, bu arzunun yerine getirilmesini sağlayan bir araç olmasıdır.

Siyaseten aynı kumaştan biçilmiş olmaları ise Trump ve Erdoğan arasındaki ilişkiyi kolaylaştıran bir sempati bağı sağlamaktadır. Trump’ın kendisine düzdüğü övgüler, dünyada sanıldığı kadar yalnız olmadığını göstermesi açısından Erdoğan’ın işine de gelmektedir.

Ancak, işaret ettiğiniz Rahip Brunson olayında görüldüğü gibi, bu asimetrik ilişkide kimin daha güçlü konumda olduğu ortaya çıkmıştır.

Bu arada, Trump’ın bu hafta içinde Oval Ofis’teki görüşmeleri sırasında İsrail Başbakanı Netanyahu’ya Erdoğan ile ilişkisinde makul olmasını telkin etmesinden birkaç gün sonra, Türkiye ve İsrail’in, Suriye’de yaşadıkları tansiyonu düşürmek amacıyla Bakü’de görüşmelere başladıkları haberlerinin gelmesi de dikkat çekici olmuştur.

OTORİTER LİDER ENİNDE SONUNDA GİDİCİ

Dünya genelinde de otoriter liderlerin birbirlerine verdiği destek gözle görülür bir vaziyette. Ülkelerin iç dinamikleri ve toplumsal muhalefetin yükseldiği aşamalarda otoriter liderlerin birbirine verdiği destek ayakta kalmaları için yeterli mi? Özellikle uzun süredir yerlilik ve millilik propagandası yapan AKP iktidarı için bu ilişki ağının sonuçları neler olabilir? 

Otoriter eğilimler ne yazık ki demokratik ülkelerde de artmaya başladı. ABD’de Trump’ın güçlü bir oyla seçilmesi, Avrupa’da aşırı sağın devam eden yükselişi vs bunu gösteriyor. Bu liderler boşlukta ortaya çıkmıyorlar. 1930’lar akla geliyor. Unutmamak lazım ki Hitler de bir seçimi kazandıktan sonra demokratik güçlerin dağınıklığını kullanarak siyasi manevralarla iktidarı gasp etti.

Böyle bir dünyada otoriter liderlerin birbirlerini desteklemeleri şaşırtıcı değil. Erdoğan’ın dostlar galerisine bakın: Trump, Putin, Orban, Meloni... Hepsi önemli ülkelerin güçlü liderleri konumundalar.

Tabii, otoriter liderler eninde sonunda gidiyorlar. Tarih bunu gösteriyor. Fakat gidene veya gönderilene kadar çok büyük tahribatlara yol açabiliyorlar. Geçmişte bunu gördük. Bugün Ukrayna ve Gazze örnekleri ortada. Başka güncel örnekler de var. Baktığınızda dünyanın bugünkü durumu hiç de iç açıcı değil. Korkarım insanoğlunu tekrar büyük sınamalar bekliyor.