2000 yılında Romanya’daki Baia Mare altın madenindeki atık barajı çökmüş, Tuna Nehri’ne dökülen siyanür Romanya, Macaristan, Sırbistan ve Bulgaristan’ı geçerek Karadeniz’e kadar yayılmıştı. Su kaynaklarının zehirlenmesi tonlarca deniz canlısının ölümüne neden olmuş ve Çek Cumhuriyeti, Almanya ve Macaristan siyanürlü madenciliğe ruhsat vermeyeceğini açıklamıştı. 2010 yılında Avrupa Parlamentosu, Avrupa Birliği’nde madencilik faaliyetinde kullanılan siyanürün insan sağlığı ve çevre üzerinde geri dönüşsüz zarara sebep olabileceği gerekçesiyle bu zehirli kimyasalın kullanımının yasaklanmasını önerdi. Ancak tavsiyesi yasalaşmadı. Sebep olarak şirketlerin, devletler üzerindeki etkisi gösterildi. 

Türkiye’de siyanürle altın üretimi tartışmalarının ilki 1991 yılında başladı. İzmir Bergama’da maden arama ve işletme izni alan uluslararası altın şirketi Eurogold, başta yöre halkı olmak üzere pek çok sivil toplum kuruluşunun tepki ve direnişiyle karşılaştı. Danıştay 1997 yılında, söz konusu madene izin verilmesinin kamu menfaatiyle bağdaşmadığı sonucuna vardı. Danıştay’a göre madenin coğrafi konumu, bölgenin zemin özellikleri ve madende siyanür kullanılması çevreye ve yörede yaşayan halkın sağlığına tehdit oluşturuyordu. Madenci şirketin bu faaliyetin yaratacağı riskleri ortadan kaldırmak için almış olduğu tedbirlerin de yeterli olmadığı kanaatine varıldı. 

Danıştay’ın kararına rağmen, o dönem kamuoyunda yaratılan hava Türkiye’nin son derece zengin altın yataklarına sahip olduğu ve bunun engellenmeye çalışıldığı yönündeydi. Bergamalı köylüler ve doğa savunucuları dış güçlerle bir olup Türkiye’nin kalkınmasının önünde duran kişiler olarak hedefe kondu. Hükümetin izniyle, 2001 yılında deneme üretimine başlayan şirket aleyhine verilen gerek yerel mahkeme ve Danıştay kararları gerekse AİHM’in Türkiye’yi kendi yargı kararlarına uymadığı için mahkûm etmesi olsun, herhangi bir engele takılmadan üretime devam edildi. Sonuç: Bergama’nın altını Türkiye’yi zengin etmeye yetmedi. 

BENZER SENARYOLAR

Ekoloji Birliği ve Polen Ekoloji Kolektifi tarafından 2021 yılının haziran ayında çevrimiçi olarak gerçekleştirilen Madenciliğin Politik Ekolojisi Sempozyumu’nun katılımcıları arasında Mining Watch Romania kurucularından Roxana Pancea da vardı. Romanya’daki siyanür felaketinden sonra şirketlere ve devlete karşı hukuki mücadele başlatan grup altın projelerini takip ediyor. Bunlardan biri Türkiye uzantısı Tüprag olan Eldorado Gold. Uşak Kışladağ ve İzmir Efemçukuru altın yataklarını işletiyor. 

Pancea, madencilik şirketlerinin yerel halkı ikna etme konusunda benzer bir yol izlediğini söylüyor. Aktardığına göre bunların başında projelerin yerel olduğu ve aslında bölge insanının çıkarları doğrultusunda hazırlandığı iddiası geliyor. Ana argüman ise istihdam yaratarak işsizliğe çözüm olmak. Aynı zamanda yardım kampanyaları ve sivil toplum projeleriyle halkın ilgisini çekmeyi amaçlıyorlar. 

Şirketlerin projelerinin yasal mevzuata uygun olduğunu söylemesine rağmen, Mining Watch Romania olarak açtıkları davaların birçoğunun şirketlerin aleyhine sonuçlandığını aktaran Pancea, yerel halkın bir dernek ya da kurum çatısı altında birleşerek avukatlarla birlikte çalışmasının çok önemli olduğunu vurguluyor. İktidara gelmeden önce madenlere karşı çıkan her partinin iktidar olduktan sonra pozisyon değiştirdiklerini söyleyen Pancea, bu nedenle tüm siyasi çalışmanın sivil toplum tarafından yapıldığını ve hepsinin de sesi çok yüksek çıkan güçlü direnişler olması gerektiğini belirtiyor. 

SERMEYE İKTİDAR ORTAKLIĞI

Altın şirketlerinin yıllardır hedefindeki bir diğer bölge Biga Yarımadası. Türkiye’nin ve dünyanın eşsiz ekosistemlerinden biri olan Kaz Dağları’nda siyanürlü maden faaliyeti yürüten Kanadalı şirket Alamos Gold ve Türkiye iştiraki Doğu Biga Madencilik, halkın Su ve Vicdan Nöbeti adını verdiği eylemlerle protesto edilmiş ve o dönem şirketin genel müdürü olan Ahmet Şentürk’ün açıklamaları tepkilerin büyümesine neden olmuştu. Ruhsat yenileme işinin Bakanlık tarafından geciktirilmesinden protestocuları sorumlu tutan müdür Şentürk, şirketin o bölgede 60 yıllık izni bulunduğunu, eğer yenileme işlemi yapılmazsa Türkiye’nin milyarlarca dolat tazminat ödemek zorunda kalacağını söyledi. 30 milyon yıllık madenden ‘bizim’ diye söz edebilme kibrini belli ki hükümetle yaptığı bol kazançlı ve imtiyazlı anlaşmadan alıyordu. 

AKP iktidarı maden yasasını tam 21 kez değiştirdi. Her defasında şirketlere ruhsat ve vergi kolaylığı getirildi, imtiyazları artırıldı. Yargıda yapılan değişikliklerle halkın şirketler karşısındaki mücadelesinde eli zayıflatıldı. Uluslararası tekeller sermayelerini büyütürken bizzat ülkedeki yönetimlerden destek aldı. Son örnek: Erzincan İliç’te ABD ve Kanada merkezli Anagold Madencilik ve yerel ortağı Çalık Holding tarafından işletilen Çöpler altın madenindeki siyanür dağları aktı, 9 işçi toprak altında kaldı. Uzmanlar siyanürün yeraltına sızma, Fırat Nehri’ne karışma ve buharlaşarak insanları zehirleme riski olduğunu söylüyor. 

Altın madenine karşı yıllardır mücadele edenlerin ısrarlı uyarıları gerçek oldu. Eski Çevre ve Şehircilik Bakanı, yeni İBB adayı Murat Kurum’un maden işletmesi kapasite artırımı projesine verdiği ÇED olumlu raporu yargıya taşıyan bölge halkının başvuruları İdare Mahkemesi ve Danıştay tarafından reddedildi. Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı olduğu dönemde soruşturma başlatan İlhan Cihaner, maden şirketinin rüşvet karşılığında ruhsat aldığını ve ÇED raporunun manipüle edildiğini ortaya çıkardı. Ancak soruşturma etkin bir şekilde sürdürülmedi. Geliyorum diye bağıran her felaketin başrollerinde sermaye ve iktidar iş birliğine rastlıyor olmamız tesadüf değil elbette. Maalesef ki halimiz, Bağımsız Maden İş Sendikası Örgütlenme Uzmanı Başaran Aksu’nun özetlediği gibi; “bu sömürü üzerine, talan üzerine yükselmiş bir yapı. Dini kurumlar, milli kurumlar, partiler herkes bu yağmanın içinde. Ama sen hukuk, çevre deyince terörist oluyorsun!”