Google Play Store
App Store

“Ses ver!” diyorduk; yanıt öylesine güçlü geldi ki! Toplumdaki değişim talebi ve hukuksuzluğa isyan sosyal medyadan sokaklara taşındı.  Bugün oy vereceğiz. Barışçıl tepkimizi sandıklara yansıtmak için.

Ses verenler tarih yazıyor

Tarihi yalnızca tarihçiler yazmaz. Sanatçıların da sorumluluğu vardır; insanların duygu ve düşüncelerine tercüman olmak, baskılara karşı çıkmak, toplumdaki tepkiyi sanat yapıtlarına yansıtmak gibi… Kimi dönemlerde sanat halktan kopar, içine kapanır. Kimi zamansa toplumun önünde gider. Toplumsal çalkantıları ve değişim talebini yansıtan sanat alanlarının başında edebiyat, sahne sanatları ve sinema gelir. Kitlesel direnişler, grevler, seçimler, diktatörler, darbeler, darbe girişimleri… Sanatçıların tepkisiz kalamayacağı olaylar beyaz sayfalara, sahnelere, beyazperdeye yansıdı; yansımaya devam ediyor.

Tolstoy’dan John Reed’e, Emile Zola’dan André Malraux’ya, Vedat Türkali’den Yılmaz Karakoyunlu’ya,  Mehmet Eroğlu’dan Sevgi Soysal’a tanıklık ettikleri toplumsal çalkantıları yansıtan pek çok yazar var. Tiyatro alanında Piscator’un, Brecht’in, Sartre’ın, Camus’nün, Havel’in, Pinter’in yapıtları, Alain Decaux’nun “Rosenbergler Ölmemeli”, Genco Erkal’ın “Sivas” gibi belgesel oyunları ilk akla gelenler. Ülkemiz tiyatro yazınının en güzel örneklerinden birini, fonda 15-16 Haziran direnişi anlatan “Zengin Mutfağı” ile Vasıf Öngören verdi. Namık Kemal’in “Vatan Yahut Silistre”si, Bilgesu Erenus’un “İkili Oyun”u, Kemal Bekir’in “Düşüş”ü, Berkay Ateş’in “Hakikat Elbet Bir Gün”ü yaşananları sahneye yansıtan oyunlardan birkaçı.

BEYAZPERDENİN TANIKLIĞI

Sinema sanatı gerçeklere tanıklık etme olanakları açısından çok daha şanslı. Eisenstein’ın, Kalatazov’un, Wajda’nın, Szabo’nun, Forman’ın, Menzel’in, Gavras’ın, Solanas’ın, Guerra’nın, Trapero’nun, Alvarez’in, Stone’un, Spike Lee’nin tanıklıkları unutulmaz. Şu sıralar sinemalarımızda gösterilen iki örnekle yetineceğim. Bu yılın Uluslararası Film Oscar’ını kazanan Brezilya filmi “Hala Buradayım” ve Lee Miller adlı bir kadın savaş fotoğrafçısının yaşadıklarını konu alan “Lee”… Ülkemizde, toplumsal çalkantılar üstüne filmlerin sayısı fazla değil. Abdi İpekçi cinayetini konu alan Oğuzhan Tercan filmi “Uzlaşma”, 12 Eylül’e giden günleri anlatan Atıl İnaç’ın “Zincirbozan”, iki başarısız darbe girişimi üstüne Mahmut Fazıl Coşkun’un “Anons”, Türker Süer’in  “Gecenin Kıyısı”, Gezi direnişini konu alan Reyan Tuvi’nin “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek” ve Berke Baş’ın “Dar Geçit” belgeseli ilk akla gelenler.

44. İSTANBUL FİLM FESTİVALİ

İstanbul (ve tüm ülke) bir hukuksuzluk sarmalında çalkalanırken, festival geldi çattı. Olayların sıcaklığı nedeniyle basın toplantısını iptal eden İKSV, sessiz sedasız programını açıkladı. 11-22 Nisan tarihleri arasında gerçekleşecek festivalde 154 (uzun ve kısa) film gösterilecek. Programın tümüne ve filmlerin ayrıntılarına festivalin web sitesinden ulaşabilirsiniz. Ben burada yalnızca konumuzla ilgili uzun metraj filmlere değineceğim. Yani tarihe tanıklık eden filmlere… Yarışma filmlerinden Polonyalı yönetmen Damian Kocur’un “Yanardağın Altında” adlı filmi İspanya’da tatile giden Ukraynalı bir ailenin ülkelerinin işgali ve uçuşların iptalinden sonra mülteci konumuna düşmelerini, İranlı yönetmen Sahand Kabiri “Tayfa” filminde ataerkil toplumun değerlerine başkaldıran günümüz İran toplumunun gençliğini anlatıyor. ‘Devrialem’ bölümünden, Asif Kapadia’nın bilim kurgu türünde faşizm eleştirisi “2073”ü kaçırmamanızı öneririm. Alexandros Avranas’ın “Sessiz Yaşam”ı göçmen çocukları etkileyen bir sendromu,  F. Grassadonia ve A. Piazza’nın “Sicilya Mektupları” politika-mafya ilişkisini mercek altına alıyor.  Roberto Minervini’nin “Lanetliler”i Amerikan İç Savaşı yıllarını anlatan anti-militarist bir yapım. ‘Belgesel Kuşağı’nın önde gelen filmlerinden “Doğma Büyüme”deTrump’ın fedaisi sağcı aktivistlerin hikayesine, “Havva’yı Yazmak”ta Afganistan’da Taliban rejiminin uygulamalarına, “Asit Bulutlarının Üzerinde”de İran’da olup bitenlere, “Bayraklar Altında Güneş”te Filipin tarihinin en uzun süreli (35 yıllık)diktatörlük döneminin acılarına, “Bir Hayatın İzleri”nde bir Magnum fotoğrafçısının Latin Amerika ve Filistin izlenimlerine tanık olabilir; ‘Cinemania’ bölümünün en önemli filmi “Riefenstahl”da Nazi rejiminin gözde yönetmenini, ‘Genç Ustalar’ bölümünde F. Farucci’nin “Mohikan”ında arazilerine el koymaya çalışan mafyaya direnen Korsikalı çocukları, M.Fleifel’in “Yabancı Topraklarda” filminde mülteci olarak yaşadığı Atina’dan kaçmaya çalışan Filistinli iki genç kadını, S. Copti’nin “İyi Bayramlar”ında Hayfa’da bir arada yaşayan Arap ve Yahudileri, J. G. Terrero’nun “Şeker Adası”nda sömürgecilerin sopası altında yaşayan emekçileri ve Haitili göçmenleri yakından tanıyabilirsiniz.

Eğer iki filmden fazlasına param yetmez diyorsanız, Romanya’dan iki film önermek isterim: Radu Jude’un siyaset, savaş, ekonomi ve sosyal adalet temalarını özgün bir yaklaşımla harmanlayan filmi “Kontinental ‘25” ve Bogdan Mureşanu’nun “Gelmeyen Yeni Yıl”ı. Çavuşesku diktasının son çırpınışına tanıklık eden Mureşanu’nun filminde, iktidarın elindeki iletişim araçlarının yayınlarına karşın sokakları dolduran, rejimi protesto eden yığınlarla, evlerinde Noel’i kutlamaya hazırlanan, olağanüstü bir anı yaşamakta olduklarının farkında olmayan insanların kesişen yazgılarını çok tanıdık bulacaksınız. Dünyanın dört bir yanında çağına tanıklık eden, ses vermekten, doğruları savunmaktan geri durmayan tüm cesur yüreklere selam olsun.