Sevgili adayınız nihayet karşınızda, onu etkilemek ve onunla sevgili olmak istiyorsunuz.

“Herkes gibi bizi de berbat bir gelecek bekliyor. Şehirler toksik, kırlar ütopik. Kara cahillerle çevriliyiz ve her an bir cinayete kurban gidebiliriz. Senden daha fakirim ve bu konularda genellikle ters sinerji işler, yani ikimiz bir arada daha da fakir olacağız. Geçimsiz, karamsar, kavgacıyım, çünkü karnım ağrıyor. Dışarı çıkmam, müzik dinlemem, eğlenen insanları hoş karşılamam. Sürekli somurtan ve çevresindeki insanları küçümseyen biriyim ve bunun nedeni onlardan daha büyük olmam değil. Son olarak açık sözlü olduğumu düşünme, gizlediğim daha berbat yönlerim var. Çok konuştum, peşinen söyleyeyim konuştuğunda seni zerre dinlemeyeceğim, dinlemeyi hiç sevmem.”

Twitter’da bir hesap açtım, haftada bir kez BirGün’de çıkan Günışığı yazımı paylaşıyorum. Melih Abi’yi örnek alıp sadece BirGün’ün hesabını takip ediyorum. Buraya kadar mesele yok da, sorun bundan sonra başlıyor. Siz sadece BirGün’ü takip etmenin ne kadar zor olduğunu biliyor musunuz? Hep felaket, hep cinayet; adı anılan her ülke, her kent ve her insan bir zorbalığı veya mağduriyeti yaşıyor, sürekli kötü şeyler… Haberler bir bir aşağı kayarken içimden “Batsın bu dünya” şarkısını söylemek geliyor, bu BirGün beni arabeskçi yapacak.

***

BirGün hatalı mı? Dünya güllük gülistanlık da, BirGün mü karamsar tablo çiziyor? Elbete böyle bir durum yok. Dünyanın ve Türkiye’nin her yerinde her an bir sömürü, bir zalimlik oluyor. Bunları art arda sıralayınca da bir korku tablosu çıkıyor ortaya. Peki gelecek sahiden de bu kadar korkunç mu? Her şey çok kötü ve daha da kötüye mi gidiyor? “Bizim zamanımızda” daha mı iyiydi dünya?

Bu sorulara yekpare yanıtlar vermek zor. Yüzyıl önce dünyada 2 milyardan az insan yaşıyordu, şimdi neredeyse 8 milyar. Öte yandan açlık ve yetersiz beslenme oranları kehanetlerin tam aksine sürekli olarak düşüyor, ihtiyaç fazlası gıda maddesi üretimi de sürekli yükseliyor. Nüfus arttıkça aç kalacağımız söylenirdi, tam aksine gıda arzı patlaması var. Yüzyıl önce gıdaya erişim Avrupa’da bile çok sınırlıyken ve dünyanın tamamında dengesiz beslenme sorunu varken, dengesiz beslenen veya açlık çeken nüfus oranı tarihte ilk kez yüzde 10’un altına düştü. 1921’de daha temiz bir dünyada yaşıyorduk ama ortalama yaşam beklentisi 30 yaştı, bugün dünya genelinde insanlar ortalama 70 yıl yaşıyor.

***

Yirminci yüzyıla, “uzay çağı”, “atom çağı” gibi adların yanı sıra “aşı çağı” diyenler de var. Yüzyıl öncesinin meşhur seri katilleri: çiçek, kızamık, dizanteri, kabakulak, tetanos, çocuk felci gibi onlarca hastalık, kitlesel aşılamalarla tarihe karıştı. Geçmişte hayal edilemeyecek kadar bolluk içinde ve çok daha uzun süre yaşıyoruz. Bilim her gün yeni bir icad çıkartıyor. Bizden önceki nesillerin ömür törpüsü olan soba yakma, çamaşır yıkama, ev süpürme gibi dertlerin yükü büyük oranda teknoloji tarafından sırtlandı, parmağımızı bir camda sürterek bulunduğumuz odanın sıcaklığını belirliyoruz.

Pandemi bir kez daha gösterdi ki, az gelişmiş sayılan ülkelerin genelinde sanıldığından daha çalışır sağlık sistemleri var. Dünyanın yarısından fazlasının yaşadığı Asya’da temiz su ve atık su dağıtımı genel olarak Avrupa standartlarında.

Önümüzde ekolojik felaket ve küresel bilgi tahakkümü gibi iki dev sorun var. Her iki sorunun nedeni de, tüketim çılgınlığı ve kapitalizmin fren pedalının pek iyi çalışmaması. Diğer tüm sorunlar bu iki büyük sorunun nedeni ve sonucu sayılabilir. Önlem alınmadıkça daha berbat küresel afetler yaşayacağız. Dünya ısındıkça yangınlar artacak, yangınlar arttıkça dünya daha çok ısınacak ve bu döngü sonsuz uzay boşluğundaki mucizevi mavi topu büyük bir çöle dönüştürecek… O an bile iPhone yeni modeller yapmaya devam edecek ve ağzımıza kumlar dolarken VR gözlüklerimizle hayali bir dağda kayak yapıyor olacağız. Kapitalist zincirin içinde kaldığı sürece hiçbir ülke ekonomi nedeniyle çökmeyebilir ama kapitalizm devam ettikçe bunun hiçbir anlamı olmayabilir.

Ben çocukken tartışmaları noktalandıran çok etkili bir söz vardı: “Neticede dünyanın üçte ikisi sosyalist abi…” Bu söz akan suları durdururdu. Sovyet sporcuların zaferleri, Küba’daki buluşlar, Çin’deki başarılar, Bursa’nın kenar mahallesinde tartışma kazandıran kanıtlara dönüşürdü.

***

Bilimin, sanatın, yaratıcılığın meyvesi sayısız yenilikle yaşıyoruz. Ne eşitsizlik, ne sömürü, ne yoksulluk bitti ama felaket senaryolarındaki kehanetler de tam olarak gerçekleşmedi. Bilimin ve teknolojinin hayatımıza kattıklarını görmezden gelince, “AKP’den önce fırın yoktu” saçmalığı bile kendine kuru zemin buluyor. Dünyadaki değişimi umursamayan bir muhalefet, “Erdoğan, Erdoğan” diye bağıran teyzeye, “Teyzem, zaten kim gelse değişim olacaktı” deme şansını da yok ediyor.

BirGün sadece bir gazete değil, bu ülkeyi dönüştürme gücü olan muazzam bir kitlenin de başlıca bilgi kaynağı. BirGün’ün çalışan üreten insanları, bilginleri, sanatçıları, özellikle “yeni gelenleri” daha çok kucaklamasını istiyorum. Çirkinlikleri olduğu kadar, güzellikleri yapanlar da insan. Ve “yeni gelenlerin” bir binaya bakınca onu sahiplenen para babasını değil, o binayı tasarlayan mimarları, mühendisleri ve inşa eden işçileri görmesi, gözlerini bu bakışa alıştırması çok önemli. On beş yaşında bir gence “Bunu biz yaptık yoldaş, şimdi sen de aramıza hoş geldin” demek kadar etkili bir söz var mı?

***

Bu nedenle “Sol Buluşmalar” hoşuma gidiyor, ülkenin her yerindeki devrimci akılların buluşması bir dönüşümün temellerini atıyor. Bazıları kriz anında, krizin nedeni bile olsa ana gemide kalma gibi bir eğilim gösterir. Titanic batarken, geminin sandaldan daha güvenli olduğunu düşünen insanlar vardı. İyi biliyoruz ki, takipçi muhalefet muhalifleri ofsayta düşürebilir, sürekli olumsuz anlatıyı yayan bir kişi çekici değil, iticidir.

Fikir kulüpleri yankı odalarına benzer, herkes birbirini goygoylar, ses odadan dışarı çıkmaz. Siyasi partilerse sokağa çıkmak ve yeni sevgililer bulmak zorunda.

Halkımız bizim sevgilimiz. Belki halkımızın bundan pek haberi yok ama biz onları seviyoruz. Önüne gelene AKP’yi öven dayının örselenmiş ruhunu bile, bir biz anlamaya çalışıyoruz.

Sevgililerimize ulaşmak için, kendimize biraz çeki düzen vermeye, kıymetimizi bilmeye ve arada iki çift güzel laf etmeye ihtiyacımız var. Ne dersiniz?