Seyhan Erdoğdu: Halk tek adam rejimini kabul etmedi
Erdoğan’ın karizmasını çizen, kendisini yenebilecek rakibini hukuk dışı yollarla tasfiye etmeye kalkması değil; tüm baskılarına rağmen geniş halk yığınlarının bu gidişe hayır demesidir. Muhalefet birleştikçe ve yükseldikçe, Sarayın içte de hatta kendi ekibi ve kendi taraftarları arasında bile itibar kaybı hızla artacaktır.

Yusuf Tuna KOÇ
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve CHP’nin muhtemel cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun düzmece davalarla gözaltına alınması, birçok isim açısından farklı sıfatlarla nitelenen bir darbe olarak adlandırıldı. Sürece dair saray darbesi, yargı darbesi, sivil darbe gibi tüm nitelemelerin anlattığı, tek adam rejiminin halkın seçme ve seçilme hakkını askıya alma hamlesi olduğu. Ancak bu kez halk, kendi hakkına kendisi sahip çıkıyor. Ana muhalefetin ilk günlerdeki “seçim” vurgusu, saatler içinde Beyazıt’tan ODTÜ’ye gençlerin, emekçi halkın sokaklara taşması ile kayboldu.
Bu sayfanın hazırlandığı saatte, şu âna kadar Türkiye’nin 68 ilinde halk sokağa çıktı, önüne serilen barikatları aşarak geleceklerinin rejimin sınırlarına sığmayacağını gösterdi.
Bu hafta BirGün Pazar Forum sayfasında, iktidarın son hamlesi ile rejimin yeni evresini, sokakta yükselen muhalefeti ve ülkenin geleceğini Prof. Dr. Seyhan Erdoğdu ile konuştuk.
İmamoğlu’nun gözaltına alınmasıyla Türkiye’de yeni bir eşik aşıldığı konuşuluyor, darbe yorumları yapılıyor. Sizce bu son hamlelerle rejim yeni bir aşamaya mı geçti, iktidar nasıl bir gelecek tasavvur ediyor?
Seyhan Erdoğdu: İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptal edilmesi, ardından aralarında belediye başkanlarının ve yöneticilerinin olduğu çok sayıda kişiyle birlikte terör ve yolsuzluk suçlamasıyla gözaltına alınması, Erdoğan rejiminin, yürütme ve yargı organları eliyle temel hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmaya yönelik girişimlerinin son halkasıdır.
DEM Parti desteğiyle bir erken seçim kararı alınsa bile Cumhurbaşkanlığını kaybetmesi olasılığı hızla güçlenen Erdoğan, rakiplerinin anayasal hakları olan siyaset yapma hakkını engelleyerek ve iktidar gücünün tüm olanaklarını usulsüzce kullanarak siyasi iktidarı zorla elinde tutmak istemektedir. Bu yeni bir aşamadır.
Bu yeni aşama beraberinde siyasette yeni durumlar getirmiştir.
Birinci yeni durum, CHP’nin demokratik hakları savunmak için sokağa çıkma çağrısı yapması ve Meclis grubu dahil örgütünü meydanlara yönlendirmesidir. Bu çağrıyla eşzamanlı olarak üniversite gençliği başta olmak üzere, meslek odaları, sendikalar, demokratik kitle örgütleri ve sol siyasi partiler üyelerini demokrasi için mücadeleye çağırmışlardır. Bugün sokakta Türkiye ölçeğinde bir demokrasi uzlaşısı yaşanmaktadır. Brecht’in emekçilerin anti-faşist mücadelelerine ışık tutmuş olan “kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz” dizelerinin eylemlerdeki birleştirici gücü bunun bir yansımasıdır. Bu birleştirici güç CHP içindeki kariyerist, oportünist ve görevli odakları da etkisizleştirmiştir. Özgür Özel’in bu zor zamanlarda seçimli bir olağanüstü kurultay toplama özgüveninin arkasında mücadelenin bu birleştirici gücü yatmaktadır.
İkinci yeni durum, emekçilerin reel gelirlerinin azaltılması, sosyal harcamaların kısılması ve kur-faiz makası ile sıcak paraya yüksek getiri sağlayarak dövizin baskılanmasına dayalı Şimşek programının sözde “rasyonalite”sinin çökmesi ve emekçi yığınların reel gelirleri eritilmişken enflasyonla mücadele programının çöp olmasıdır.
Son üç gündür Merkez Bankası elindeki kırık dümenle altüst olmuş piyasalara müdahale etmeye çalışmaktadır. Döviz kurlarındaki rekor yükselişi durdurmak için piyasalara üç günde 26 milyar dolar pompalanmıştır. Gecelik vadede borç verme faiz oranı yüzde 44’ten yüzde 46’ya yükseltilmiştir. Merkez Bankası TL uzlaşmalı vadeli döviz satış işlemlerine başlayarak iş çevrelerinin elinden döviz toplamaya çalışmaktadır. Ama yalnızca döviz değil hisse senedi ve tahvil piyasalarında da değer kaybı yaşanmış, borsa endeksi düşmüş, borsadaki hızlı satışlar karşısında üç kez “Endekse Bağlı Devre Kesici" sistem uygulanmıştır. Bankacılık endeksindeki hızlı düşüş yüzde 26’yı bulmuştur. Türkiye’nin beş yıllık Kredi Risk Primi (CDS) 29 baz puan artarak 328 baz puana çıkmıştır. Merkez Bankası elindeki kırık dümeni sağa sola kırarken piyasalar TL’ye boğulunca 2007’den beri başvurulmayan 91 gün vadeli likidite senetleri ihracı yoluna gitmiştir. Özetle piyasa karışmış, Şimşek programının parametreleri kaymıştır.
Üçüncü yeni durum, Erdoğan rejiminin küresel jeo-ekonomik parçalanmada kendine biçtiği rolün çökmesidir. Emeklilere 4.000 lira bayram ikramiyesi yetmiyor mu diyen ve 92 yaşındaki bir vatandaşa elini öptüren Erdoğan’ın kibri yerinde dursa da içte olduğu kadar dışta da “karizma” fena çizilmiştir.
KİTLELER YENİ YÖNELİMİ REDDETTİ
Küresel kapitalizm gerek ekonomik gerekse jeopolitik anlamda bir parçalanma yaşamaktadır. ’80’li yıllardan beri inşa edilen malların, hizmetlerin ve sermayenin sınırlar arasında serbest dolaşımı ulusal politikalarla parçalanırken, bu serbest dolaşımın mimarları ve garantörleri olan IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslararası kuruluşların etkileri de zayıflamıştır. Parçalanma yalnızca ticaret alanında değil üretim zincirlerinde ve finansal âlemde de yaşanmaktadır. Bu ekonomik parçalanma jeopolitik parçalanma ile bütünlenmekte ve ABD-AB-Rusya ve Çin eksenli bloklar arasında ekonomik rekabet jeopolitik alana yansımaktadır.
Erdoğan bugüne kadar esas olarak ABD ekseninde kalmakla birlikte bu jeo-ekonomik rekabet alanında farklı güçler arasında Türkiye’nin tam ve tek yetkilisi olarak kendine de bir güç alanı çizmeye çalışmıştır. Ancak bu “tam ve tek yetkili Başkan” imajı geniş kitlelerin son üç gündür sürdürdükleri yığınsal muhalefet karşısında çizik yemiştir. Bunu söylerken küresel güç odaklarının Erdoğan’ın yöntemlerinin demokrasiye ve hukuk devleti kurallarına ne kadar uyduğunu ilişkilerinde tek ya da belirleyici bir kriter olarak aldıklarını söylemek istemiyorum. Gazze’de ve Suriye’de olanlar 2. Dünya Savaşı sonrasında kurulması hayal edilen liberal dünya rejiminin tabutuna çakılan son çiviler olurken, küresel kapitalizmin liberal demokrasi gemisini her limanda terk ettiği anlaşılmaktadır.
Erdoğan’ın karizmasını çizen, kendisini yenebilecek rakibini hukuk dışı yollarla tasfiye etmeye kalkması değil; tüm baskılarına rağmen geniş halk yığınlarının bu gidişe hayır demesidir. Muhalefet birleştikçe ve yükseldikçe, Sarayın içte de hatta kendi ekibi ve kendi taraftarları arasında bile itibar kaybı hızla artacaktır.
SİYASAL ALANLARIN BİRLEŞMESİ
Gözaltına karşın muhalefette farklı reaksiyonlar var, ana muhalefet seçimi işaret ediyor ancak sokakta özellikle gençler bu sınırı aşma gayreti gösteriyor. Bu gelişmeler Türkiye’de muhalefetin durumu açısından ne anlatıyor?
BirGün Pazar okurları bu yazıyı okurken İmamoğlu’nun tutuklu mu tutuksuz mu yargılanacağı belli olacak.
AKP süreci, İmamoğlu’nun tutuklanması planı ile başlatmıştır. Ancak işler planladıkları gibi gitmemiş ve hayat Erdoğan ve Bahçeli kurmaylarının kıt ufuklarına sığmamıştır. İmamoğlu tutuklanmış olsa da olmasa da Saray zor durumdadır. CHP, halkla beraber, Erdoğan’ın en çok korktuğu sokaktadır artık. Muhalefeti Cumhurbaşkanlığı adaylığı üzerinden bölme çabaları boşa çıkmıştır. Bahçeli’nin ağzından ve Öcalan üzerinden tezgâhlanan ve Kürtleri “100 yıllık Cumhuriyete” karşı düşmanlığa kışkırtan jeo-politik oyun zora girmiştir.
Eğer yığınlar pazar akşamı İmamoğlu’nu Çağlayan’dan alamamışlarsa ekonominin içine düştüğü mükemmel fırtınanın dinmesi uzun sürecektir. Döviz, hisse senedi, tahvil piyasalarındaki sarsıntılar AKP’yi fındık kabuğu gibi sallarken elinde döviz kalesine sığınmanın dışında bir araç olmayan Merkez Bankasının bu kaleyi de hızla terk etmesi gerekecektir. Sonuç enflasyon sarmalı sürerken reel gelirleri daha da azalan emekçi yığınların, gelecek umudunu kaybeden gençlerin yükselen öfkesi ve tepkisidir. Sokakta yükselen bu tepkinin sandıkta somutlaşacak bir siyasal tepkiye dönüşeceği aşikârdır.
Sandıkla sokak farklı politik mekânlar olmak zorunda değildir. Tam tersine içinde bulunduğumuz “Hak ve özgürlüklerin kısıtlandığı, toplantı ve gösterilerin yasaklandığı, bant daraltma uygulamasıyla medyaya erişimin engellendiği, ifade ve basın özgürlüğünün, masumiyet karinesinin ve lekelenmeme hakkının ihlal edildiği, seçme ve seçilme hakkının gözetilmediği, adil yargılanma hakkına riayet edilmediği” siyasal ortamda, bu iki politik mekânı birleştirmek büyük önem taşımaktadır.
Erdoğan’ın sandık ve sokak korkusu ile başvurduğu tüm demokrasi dışı uygulamalar –Sarayın “zor”unun sandığı tümüyle kaldırmaya yetmeyeceği varsayımıyla– önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bu iki mekânın birleşmesinin koşullarını güçlendirmektedir.